Tarih Bilimi, Türk Tarih Devamlılığı ve Tarih Bilinci
Hayat ve Tarih
İnsanın temel özelliklerinden birisi de daimî bilgi öğrenebilen, bilgisinden yeni tasarılar üretebilen ve bilgisini hayatında kullanabilen varlık olmasıdır. Günümüz dünyasında “temel bilimler” diye nitelendirilen bilgi sahalarından birisi de tarihtir. Tarih, elbette insan topluluklarının geçmişte yaşadıklarını konu alır ve günümüz insanına bilgi olarak aktarır. Ancak “tarih” biliminin amacı, geçmişin hikâyelerinin günümüz insanına aktarılması değildir. Bunun çok ötesindedir. Her bilimin araştırılması ve üretilmesinde belli bir amaç olduğu gibi tarih biliminin de insan için bir amacı ve hedefi vardır.
İslam medeniyetinde bilim araştırmalarında ve bulgularında temel esas, bulunan bilgilerden mutlaka faydalanılmasıdır. Yani elde edilen bilgi müfîd (faydalı) ve müspet (olumlu) bilgi olmalıdır. İnsanlık için olumlu ve faydalı bilginin dışındaki bilgiler için yapılan çabalar, mesai ve harcanan imkânlar boşadır. Hz. Muhammed (S.A.V.) bununla ilgili olarak “Faydasız ilimden sana sığınırım ya Rab…” demektedir. Matematikten fiziğe, coğrafyadan tarihe bulunan bilgilerin bütün insanlara fayda ve katkı vermesi gerekmektedir. Tarih biliminin araştırılıp ortaya çıkarılması, genç beyinlerden kıdemli şahsiyetlerin öğrenimine sunulması, mutlaka müspet ve faydacılık açısından olmalıdır. Zira tarih bilimi, beyinlere ve zihinlere sunulduğunda insan hayatı, günlük yaşantısında şahsiyetinin şekillenmesinde etkili olmaktadır. Bu durum, bir milletin topyekûn hayatının ve geleceğinin şekillenmesinde olağanüstü etkiler yaparak kendisini gösterir. Bazen müspet ya da menfi olağanüstü sonuçlar doğurabilir. Tarihin insan hayatına girmesine ve davranışlarını şekillendirmesine biz “Tarih Bilinci” diyoruz. Konuyu, Türk tarihinin akışı çerçevesinde incelemeye ve sunmaya devam edelim.
Tarih biliminin başlangıcının, günümüzden 6000 yıl önce kullanılmaya başlanan “yazı” ile olduğu bilim insanlarının mutabık olduğu ilmî bir görüştür. Mezopotamya coğrafyasının güney sahasında uygulama alanı bulan ilk yazı, kültürel gelişmeleriyle tarihin ilk sahifelerinde yer bulan Sümerlere aittir. “Çivi yazısı” olarak isim kazanan bu yazı, tarihi, bir bilim olarak başlatan ve insanlığın hayatına katan olağanüstü kültürel bir gelişmedir. Kil üzerine yazılan bu yazı, Mezopotamya topraklarında yaşayan toplulukların kullanmaya devam ettiği temel gelişme vasıtalarından biri olarak binlerce yıl varlığını korumuştur. İnsan hayatında kullanılan bu ilk yazı, Sümer şehir devletlerinden biri tarafından kullanılmış ve daha sonra diğer bölge ve topluluklara da yayılmıştır. Yani ilk yazı, bir kamu organizasyonu tarafından kullanılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Yazının kullanımı, kültür ve devlet sahibi bir topluluk tarafından sağlanmıştır. Burada, devletlerin ve milletlerin yeryüzünde doğuşunun ve gelişiminin bir tezahürünü görmekteyiz.