Mekânın Ruhu, Maddenin Manası, Cismaniyetin Kıymeti Penceresinden Sanal Âlem Analizi
Yerli Düşünce Dergisi’nin bu sayısının konusunun “müzeler” olduğunu öğrendiğimde ilk aklıma cismaniyet hakikati, yani fiziksel varlığın ehemmiyeti geldi. Bilhassa son dönemde cismaniyetten uzaklaştırılan, âdeta dijital, sanal ve sahte bir dünyaya mahkûm edilmeye çalışılan insanoğlu için cismaniyet hakikati, fiziksel olgular daha da önem kazanmıştır.
İslam inancı, birçok kişinin düşündüğünün aksine maddi varlığa ve cismani hayata pek çok ehemmiyet vermektedir. Genel kanaate göre İslamiyet’in sadece maneviyata, ruhaniyata odaklandığı sanılmaktadır. Ancak hakikat, bu minval üzere değildir. Yüce Allah; birçok hakikati, maneviyatı ve hatta ruhu dahi bir maddeye, bir cisme, bir bedene bağlamış, onunla iç içe geçirmiştir. Zira cismaniyet, esmâ-i İlâhiyenin pek geniş bir yansıtıcısı, bir aynasıdır. Ve kâinatın yaratılışındaki Allah’ın yüksek ve kutsi gayelerinin en faal merkezi ve en zengini cismaniyettedir. Allah’ın ihsanlarından çeşit çeşit ve rengârenk olanları hep cismanidir. İnsanlığın Yaratıcısına hitaben ihtiyaç diliyle yapmış olduğu dualarının ve şükranlarının en bereketli tohumları yine cismaniyettedir. Manevi ve ruhani âlemlerin çeşit çeşit çekirdekleri cismaniyettedir. Bunlara kıyasen, yüzlerce yüksek hakikatler, âdeta cismaniyette toplandığından, her şeyi hikmetle yapan Yaratıcı, bu dünyada cismaniyeti çoğaltmak ve yukarıda belirtilen hakikatlere mazhar etmek için süratli ve görkemli bir faaliyetle her sene ve her baharda mevcudata vücut cismini giydirir, kafile kafile bu dünya sergisine gönderir. Sonra onları terhis eder, başkalarını gönderir. Böyle böyle mütemadiyen kâinat fabrikası çalışır. Yani Yüce Allah, âdeta bu zemin yüzünde cismani mahsulatı dokur. Dünyayı ahirete ve Cennet’e fidan yetiştiren bir bahçe hükmüne getirir.
Yüce Allah, insanın cismani teşekkülünden sadece bir tanesi olan midesini memnun etmek için o midenin hayatta kalmak adına ihtiyaç duasını önemsiyor, duyuyor, dinleyip kabul ediyor. Ve fiilen cevap vermek için hadsiz, hesapsız ve yüz binlerce tarzda ve binlerce çeşit lezzetlerle muhteşem sanatlı, tatlı, güzel kokulu yiyecek ve içecekler ile donatıyor. Bu da bize cismaniyetin ehemmiyetini açıkça gösteriyor. Görülüyor ki Yüce Yaratıcı, maddiyatın merkezi olarak görülen bu dünyaya mahsus olarak değil, ahirette bile cismaniyeti, fiziki varlığı önemsemiştir. Allah, Kur’an’da, Cennet lezzetlerini ve nimetlerini tadat ederken görüyoruz ki, en ahiret âleminde dahi lezzetlerin en çoğu ve en çeşitlisi cismanidir. Ve ebedî saadetin en önemlisi, herkesin istediği, aşina ve alışık olduğu nimetleri cismanidir.
Allah, maneviyatı bile madde ile irtibatlandırmıştır. Hatta her bir varlığın, her bir zerrenin dahi bir müekkel meleği vardır. O melekler o varlıklara Allah’ın izniyle nezaret ederler. O varlık o meleğin madde âlemindeki mekânı gibidir. Onların tesbihatlarını, hâl dilleri ile yaptıkları ibadetleri temsil ederler. Hatta o varlık eğer şuur sahibi değilse, gayri ihtiyari olarak yaptığı tesbihat ve ibadeti Cenab-ı Hakka o müekkel melek takdim eder.
İbadet ve itaatin en büyükleri, en makbulleri bile fiziken yapılanlardır ve cismaniyetle alakalıdır. Örneğin namaz, en ehemmiyetli ve en manevi ibadetlerden birisi olmakla birlikte, abdest ile beraber tüm muhteviyatı maddi bedenle ve cismaniyetle yapılmaktadır. Keza zekât, hac, oruç gibi manevi ve ehemmiyetli ibadetler de, cismani, maddi ve fizikidir.
Hem Cenab-ı Hakkın Kâinat Kitabını hem de o kâinatın bir nevi tefsiri olan Kur’an-ı Kerim kitabını okuduğumuzda anlıyoruz ki; Allah, her şeyde, her icraatında, her emrinde, madde ile maneviyat mezcetmiştir, birbirine bağlamıştır. Maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı bu denli karşıladığı için de kendisine kulluk etmemizi emretmiştir.
Peki, cismaniyet, fiziksel varlık ve mekân ile ilgili bunca hakikati neden aktardık. Günümüzde insanlığı dijital ve sanal âleme sıkıştırmak, ona mahkûm ve bağımlı etmek adına küresel bir şeytani iradenin varlığına dikkatleri çekmek istiyorum. Yukarıda arz edildiği gibi insanoğlunun mecbur olduğu cismani tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir Rabbi var. Ve bu Rabbe teşekkür ve minnet ile ibadet etmesi gereken insanoğlu var. Bu şeytani irade şöyle plan yapıyor: “Biz, insanlığı dijitale, internete, sanal âleme bağımlı ve bunları vazgeçilmez bir ihtiyaç hâline getirmeliyiz. Sonucunda da insanlığın zaruri hâline gelen ve bu dijital ihtiyacını gideren bizlere karşı bir nevi Tanrısal bağlılık elde edebiliriz.” Böylelikle insanlığı ulvi değerlerinden koparıp kendilerine bağlı birer köleye dönüştürebilecekler.
İlk etapta çok yersiz bir evham ve uzak bir komplo teorisi olarak düşünülse de, son birkaç yılda bu denli süratli şekilde alınan süreç ve gelinen noktaya bakıldığında bunun hiç de göz ardı edilmemesi gereken bir tehlike olduğu anlaşılır. Firavun zamanından beri var olan Tanrıcılık taslamak, habis ruha sahip olan insanların ana hedefidir. Onlar, kuvvetli enaniyetleri ile o derece hadlerini aşarlar ki, kendilerinden büyük hiçbir şeyin varlığını kabul etmezler. Ancak içten içe bildikleri acizlikleri ve ölümlü olmaları onları, kendilerince Tanrı’yı Tanrı yapan vasıflara sahip olmak hırsına sevk ediyor. İnsanlar, asırlardan beri yaratılışı anlayıp ele geçirmek hırsı ile maddeyi incelemiş, en ince detayına, atoma kadar irdelemişlerdir. Hatta son asırda CERN’de, en küçük maddenin yaratılışını anlamak için parçacık hızlandırma-çarpıştırma deneyleri de aslında bu tür fikrin bir ürünüdür. Ancak burada da netice alamadıkları aşikâr.
Maddenin en küçük hâline vakıf olma çabalarının başarısız olmasının maddi ve manevi binlerce sebebi olmakla beraber bir tanesi de aslında Yaratıcı’nın, kâinatta koyduğu fizik yasalarının ne olduğunu aslında hâlâ insanoğlunun tam olarak bilmiyor oluşu. Hatta henüz kuantum mekaniği ve genel görelilik
kuramları dahi örtüştürülebilmiş değil. Günümüzde maddeyi idrak edebilmek için yeterince küçültülmediğine dair bulgular var. Kuantumun ilginç karmaşık kaidelerine uyduğu düşünülen elektronların sıfır noktasında bulundukları kabul edilmekle beraber, birbirlerini etkiledikleri ve hiçbir ara nokta olmadan birinden diğerine geçiş yapabildikleri biliniyor. Elektron bu yüzden tam olarak açıklanamıyor olmakla birlikte, bir başka açıklanamama nedeni de ne neden yapıldığı ve neyden yapıldığı sorularına yanıt alınamamış olması. “Elektronlar, sadece biri ona baktığında, yani bir başka şeyle etkileştiğinde var olur. Bir şeye çarptıklarında hesaplanabilir bir olasılıkla ancak bir yerde cismaniyet kazanabilirler. Bir yörüngeden diğerine meydana gelen ‘kuantum sıçramaları’, onların gerçek olabilmelerinin tek yoludur. Sanki Yaratıcı, gerçekliği kalın bir çizgiyle değil de, noktalı silik çizgilerle tasarlamış…” (KUT Caner -2019-, Zihnin Çarkları).
İnsanlığı mukaddesattan koparıp, Tanrı’ya yönelimleri keserek, kendilerini Tanrı yerine ikame etme fikri taşıyan bu odaklar, varlığın yani maddenin en küçük yapıtaşını dahi yaratma çabalarının sonuçsuz kalacaklarını anladıkları için yaratılmış olan nihayetsiz sanat ve kudret eseri olduğu apaçık meydanda olan bu sonsuz dünyaya alternatif ve yaratma kudreti gerektirmeyen bir dünya tasarlamak için kolları sıvadılar. İnsanlara, o yarattıkları(!) sanal dünyada, gerçek dünyada elde edemediklerini elde etme, ifade edemediklerini ifade etme vaadi ile aidiyetleri kendilerine yönlendiriyorlar. Son günlerde gündemden düşmeyen metaverse aracılığıyla oluşturulmuş tamamen sanal bir dünyada; olmayan arsaları, olmayan evleri, olmayan hayatları satmaya başladırlar bile. İnsanlar akli melekelerini yitirmiş gibi olmayan şeyleri, ellerinde olan varlıkları feda ederek satın alıyor. Bazı hadislerde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed; ahir zamanda dinsizliği temsil eden bir ruhun kendisini Tanrı ilan edeceği ve onu kabul edenleri, kendi yarattığı sahte cennetine koyacağından bahseder. Sanki tam da bu zamandan bahsediyor.
Burada tehlikeli olan diğer nokta ise, bu durumu, insanoğlunun faydasına olan diğer buluşlar, keşifler gibi teknolojinin bir nimeti gibi kabul edilmeye çalışılmasıdır. Ülkemizde bazı milliyetçi-muhafazakâr kesimler dahi, metaverse sayesinde hacca gitmenin ne kadar güzel bir imkân olduğundan bahsetmeye başladılar.
İşte yukarıda madde ve mananın iç içe girmesi ile oluşan yüksek hakikat olmaz ise fiziken, cismen, bedenen varlık olmaz ise ve mekânın ruhu olmaz ise bu vaatler sadece içi boş bir balondan ibarettir. Yani Allah’ın yarattığı maddeyi, cismaniyeti ortadan kaldırdığınız takdirde, aslında onun ruhunu da yok etmiş olursun. Beden olmayan yerde ruh da durmaz. Kişinin bedenini öldürünce ruhu; o cismi, o mekânı terk eder. Metaverse ve diğer dijital sanal dünyaların madde ile mana arasındaki bağı kopararak, ruhun yaratıcı ile rabıtasını kesmek maksadı ile tasarlandığını düşünmek hiç de akla uzak değildir.
Mekânın, cismaniyetin yüksek bir maneviyat, bir ruh taşıdığını şöyle bir örnek ile akla yakınlaştırmak isterim: Peygamber Efendimiz’in mübarek bedenine giymiş olduğu hırkanın bulunduğu İstanbul’daki Hırka-i Şerif Camii’ne gitmeden evvel o mekânı, o mübarek camiyi, o hırkayı internet âleminde izlemiş, incelemiş idim. Sadece o zaman diliminde kumaşına, kıyafete ve caminin mimari yapısına dair fikir edinmiş oldum. İstanbul’da görev yaptığım bir zamanda, Ramazan Ayı’nda aynı camiyi, mekânda hazır bulunarak, fiziken görme fırsatım da oldu. Ben bu konularda kendisini realist, akılcı olarak tanımlayan biri olarak, camiye girdiğim anda mekânın ruhunu hissettiğimi söylemek isterim. Sadece mimari bir binadan ibaret olmadığını, orada bulununca mekân bunu kişiye hissettiriyordu. Hırka-i Şerif’e yaklaştıkça, içimde kontrol edemediğim yüksek bir heyecan, bir haz, doğru tabir ile bir huşu hissettim. Hatta Peygamberimizin mübarek bedenine giydiği o hırkanın yanına geldiğimde, gözyaşlarımın istemsiz bir şekilde aktığını gördüm. Gerçek mekânın, var oluşun, cismani olarak o hırkanın tüm duyularla algılanabilir olması, o mekânın ve o cisimlerin şahsi olarak yaşanmışlıkları, mazisi; insanın bedenini, ruhunu âdeta bir güzel atmosfer ile kuşatıyordu. Belki de onların ruhu diyebileceğimiz, o hırkanın ve o caminin müekkel meleklerinin gözle görünmeyen haşmeti, insanı hayrete ve hayranlığa sevk ediyordu. Aynı şeyin Çanakkale Şehitliği’nde olduğunu, oraya bizzat gidenler beni tasdik edeceklerdir. İç içe girmiş mermilerin fotoğrafını görmeyen yoktur. Ancak o mekânda, bizzat cismaniyetleri ile görmenin çok farklı olduğunu, orayı ziyaret eden herkes söyler. Keza bir şehit cenazesine gidince ya da şehidin evine gidince hissedilen duygu, televizyonda şehit cenazesi izleyen kişide olmadığı kesindir.
İşte bu sebepten giriş cümlemde belirttim ki; bu sayımızın konusunun müzeler olması, beni bir süredir düşündüren mekân, yaradılış ve cismaniyet kavramlarına ve bunları yok sayarak insanı var oluş hakikatinden uzaklaştırmak için çabalayan şeytani odaklara değinme fırsatı verdi. Çünkü müzeleri ziyaret eden herkes, o mekânın mazisi ve ruhu olan o objelerin kendisinde uyandırdığı tesiri hisseder. Cismaniyeti olmayan, yani sanal hiçbir şeyde bu tesir, bu ruh yoktur.
Velhasıl metaverse ile vaat edilen sanal âlem, adı üstünde bir sanrıdır, bir yanılsamadır. Bunları insanlığa bağımlı yapmak amacında olanlar, yani sanalı reele, sanmayı var olmaya tercih ettirmek isteyenler ve kendilerini Tanrı yerine koymaya çalışanlar ise; hakikatte cismaniyete mahkûm, maddi beden ile kaim, ölüme mecbur aciz ve yaratılmış insanlardır.