Iğdır Türk Şehitler Anıtı
Iğdır; İran, Ermenistan ve Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk bölgesi ile komşu güzel bir ilimiz. Görkemli Ağrı Dağı’nın eteklerinde, Aras Nehri’nin suladığı bereketli topraklar… Ağrı Dağı’nın zirvesindeki karın beyazlığı ile ovanın bereket kokan yeşilliğinin birleştiği harika bir vatan parçası.
Bölge, tarih boyunca birçok medeniyete beşiklik etmenin yanında, Türklerin Anadolu’ya girdiği önemli güzergâhların başında gelmektedir. Birçok güzelliklerinin yanında, çok da dramlar yaşayan bir bölgemiz.
Tarihin seyri içerisinde birçok kırım ve facia yaşayan bu yöre, yakın tarihimizde Ermeni terörünün bütün acılarını tatmıştır. Özellikle 1918-1920 yılının sonlarına kadar Ermeni çetelerinin saldırıları sonucu binlerce masum insan hayatını kaybederken, canlarını kurtarıp kaçabilenler, yıllarca yurtlarını bırakıp güvenli bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır.
Ermeni çetelerinin saldırıları sonucu Türk köyleri basılmış, insanlar topluca katledilmiş, bunun sonucu olarak birçok toplu mezar ortaya çıkmıştır. Bunlardan üç tanesi (Oba Köyü, Hakmehmet Köyü ve Gedikli Köyü’ndeki Toplu Mezarlar) Türk Tarih Kurumu ve üniversitelerin iş birliği ile açılarak, dünya kamuoyunun dikkatine sunuldu.
Gerçi bu katliamlar yalnız Iğdır’da olmamıştı; Van, Erzurum, Muş, Bitlis, Erzincan, Kars başta olmak üzere hemen hemen Doğu Anadolu’nun her yerinde bu acı manzaralarla karşılaşılmaktadır. Diğer taraftan Aras Nehri’nin kuzey taraflarında Zengezur, Nahçıvan, Şerur başta olmak üzere geniş bir coğrafyada bu acılar yaşanmış; binlerce günahsız, savunma imkânı olmayan insanımız katledilmişti.
Iğdır’da yaşayan insanların genelinde bu acıların izlerini hâlen görmek mümkündür. Birçoğunun dedeleri, nineleri ve diğer aile üyeleri bu katliamları yaşamış ve çok kayıplar vermişlerdir. Hâlen o acı olayların dramatik hikâyeleri dilden dile dolaşmaktadır. Diğer bölgelerde olduğu gibi burada da bu acı hatıralar bir türlü hafızalardan çıkmıyor.
Bu duyguların da tesiri ile olsa gerek, Iğdır’da konu ile alakalı birçok etkinlik zaman zaman yapılır. Bu etkinliklerden bir tanesi de dönemin Iğdır Valisi Şemsettin Uzun ve merhum Av. İbrahim Bozyel’in öncülüğünde, 1995 yılında yapılan “Tarihi Gerçekler ve Ermeniler Uluslararası Sempozyumu”dur. Büyük bir katılımla yapılan ve birçok tebliğin sunulduğu sempozyumun sonuç bildirisinde, Ermeniler tarafından Türklere karşı yapılan katliamların en yoğun yaşandığı yerlerin başında gelen Iğdır da bir “anıtın yapılması”, sempozyum sonuç bildirisinde tavsiye edildi.
Bu teklifin ortaya atılması elbette çok önemliydi yöre açısından. Zira insanlar, yıllar önce Ermeni çetelerinin saldırıları ile katledilen ve birçoğunun mezarı dahi olmayan büyüklerine bir vefa örneği görüyorlardı bu adımı. Böyle bir anıtın yapılacağı fikri bile o zamanlar ilçe olan Iğdır’da büyük bir heyecan oluşturmuştu. Halk, bununla birlikte acıların bir nebze de olsa dineceğine inanıyordu âdeta.
Ancak böyle bir anıtın yapılması iyi bir fikir olmasına rağmen, bürokratik işler ve getireceği maddi külfet düşünüldüğünde pek de kolay görünmüyordu. Ancak bir şans eseri, o yıllarda Nahçıvan ile Iğdır arasında “Sınır Ticareti” kapsamında yapılan “Motorin Ticareti” imdat gibi yetişti. Bu ticareti düzene koymak maksadıyla kurulan “Iğdır İli ve İlçelerini Kalkındırma Vakfı”nın katkılarıyla yapılması gündeme geldi. Nitekim bu fikir kabul görerek anıtın temeli, 1 Ağustos 1997 tarihinde Vali Şemsettin Uzun tarafından atıldı. Hummalı ve heyecanlı bir çalışmanın sonunda, zaman zaman bazı zorluklarla karşılaşılsa bile 5 Ekim 1999’da bitirilerek görkemli bir törenle açıldı.
Anıt-Müze olarak tasarlanan bu yapı, şehrin doğu tarafında, Nahçıvan ve şu an kapalı olan Ermenistan sınır kapısının güzergâhında yer almaktadır. 1.3 hektar olan ve üçgen şeklindeki bir araziye yapılan anıt, Ağrı Dağı fonunda, görkemli bir şekilde yükselmektedir.
Projesi Azerbaycanlı Mimar Prof. Dr. Cafer Giyasi tarafından yapılan “Iğdır Türk Şehitliği Anıtı”nın yerden yüksekliği 43,5 metredir. Buna ilk zamanlarda “Ermeni Mezalimi Anıtı” adı verildiyse de, daha sonraları “Iğdır Türk Şehitler Anıtı” adını aldı. Sahasında Türkiye’nin en yüksek Anıtı- Müzesi olan bu eser, görkemli bir yapıya sahiptir.
Anıt-Müze, 350 m² kapalı müze, bahçesinde 2 havuz ve 36 m yüksekliğinde 5 adet kılıçtan oluşurken, etrafı yeşil alan ve park olarak inşa edilmiştir. Anıta yukarıdan bakıldığı zaman yıldız şeklinde görüntüye sahip, beş kılıcın baş başa çatılmış şekli görülmektedir. Anıt-Müzenin mimarı Giyasi’nin ifadesine göre: Kılıçların baş başa çatılı ve keskin kısmının dışarıya dönük olması, “barışı istiyoruz, ancak bir saldırı olursa misliyle karşılık verileceği” mesajını içermektedir. Her kılıcın kabzasında, Türklerin sembolü olan “Bozkurt”, yiğitliğin sembolü “At”, Selçuklu simgesi “çift başlı kartal” ve her kılıçta, tarihteki ayrı bir “Türk devletinin askeri”nin Tunçtan yapılma kabartmaları ve rölyefler bulunmaktadır. Bu Anıt-Müze, suni bir tepe üzerine inşa edilmiş şekilde tasarlanmış, Selçuklu türbe tekniğinde gördüğümüz yer altı serdabe (mumyalık) katı ve yer üstü kule kısmından ibarettir.
Çevre duvarları güzel bir işçilik ile Ahlat taşından yapılan bu Anıt-Müze’nin kapı, pencere ve dolapları kestane ağacından yapılmıştır. Ancak bu kadar önemli yapının maalesef hâlen müze olarak tescili yapılamamıştır. Hâliyle tescili yapılamayınca, gerçek bir müze özelliğinden çok uzak bir görüntü sergilenmektedir. Müzenin içeresinde olması gereken, dönemi anlatan fazla da bireyin olmaması dikkati hemen çekmektedir. Yapılan birçok girişime rağmen bu husus, ne yazık ki yıllardır yılan hikâyesine dönmüşçesine bir türlü neticelenememiştir. Sanki adı konulmamış bir direnme var hissi uyanıyor insanda.
Elbette ki bu Anıt-Müze, yaşadığımız acıların doğru bir biçimde dünyaya anlatılması açısından çok önemlidir. Diğer taraftan bunu, bu bölgelerde katliama uğrayan, mezarları dahi olmayan suçsuz, savunmasız insanlara bir vefa borcumuz olarak kabul edilmelidir.
Kaldı ki, tarihî olayları çarpıtarak, yalan ve iftiralarla Türk düşmanlığı yapan Ermenistan Devleti ve dünyanın birçok bölgesine yayılarak hummalı bir çalışma ile bizi karalayan Diaspora teşkilatlarının yaptığı birçok kin anıtı var. En büyüğü, Ermenistan’ın başkenti Erivan’dadır. Bilindiği gibi bu şehir, kadim bir Türk şehri olup esas adı da İrevan’dır. Ermeniler tarafından dünyanın her tarafında yapılan ve yenilerini de yapmaya devam ettikleri yüzlerce -bizi karalamayı amaçlayan- anıtın karşısında, Iğdır’da yaptığımız bu anıt tektir.
Buna rağmen Iğdır’daki Anıt-Müze’nin, gerçek manası ile bitirilip, olması gerektiği şekle getirilememiş olması çok acı değil mi? Bu meselenin bir an önce hâlledilmesinin önemi her nedense pek dikkate alınmıyor ve bu Anıt-Müze’nin gerçek işlevine kavuşması bir türlü gerçekleşemiyor.
Bazen ciltler dolusu kitaplarla, coşkulu nutuklarla veremediğiniz bazı mesajları, bu tür Anıt-Müzelerle vermenin daha akılcı ve kolay bir yol olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamak gerekiyor.