Her Günü Bayram Olan Aydır Ramazan
Ramazan, iç muhasebe ayıdır. Bu ayda insanlar içlerine ayna tutarlar. Bir çeşit nefis muhasebesi yaparlar. Bugüne kadar neler yaşadıklarını gözden geçirirler; hayatlarına çekidüzen verirler. Zira Ramazan, muhasebe ayıdır. Bu ayda Müslümanlar, Allah tarafından hesaba çekilmeden kendi kendilerini hesaba çekerler. Basiret nazarlarını iç dünyalarına yönelterek artılarını eksilerini görürler. Kendilerini iman ve ihlas kantarında tartarlar. Böylece gelecekteki hayatları için bir yol haritası çizerler. Yol yakınken yanlışlardan dönerler.
Ramazan, yenilenme ayıdır. Bu ayda hemen herkes manevi açıdan yenileniyor. Ruhlar, Ramazan ikliminde soluklanıyor. Sanki manevi bir el değiyor üzerimize. Bu el, bizim fazlalıklarımızı törpülüyor, bizleri yeniden kalıba koyuyor, bize en güzel şekli veriyor.
Ramazan, fark etme ayıdır. Bu ayda Allah’ın kudretini kâinat aynasında daha net görebiliyoruz. Etrafımıza tefekkür nazarlarıyla bakıp Allah’ın kudretini ve büyüklüğünü teslim ediyoruz. Çevremizdeki güzelliklerin, çiçeğin, böceğin farkına varıyoruz. Mahlûkatın bize hizmet etmek için yaratıldığını anlıyoruz. Ramazan’da çevremizdeki fakirleri, kimsesizleri daha çok görebiliyoruz. Açların ve yoksulların ne kadar zorluklar içerisinde yaşadıklarını daha iyi anlıyoruz. Zira yüreğimize merhamet, gözlerimize basiret geliyor.
Ramazan, uyanış ayıdır. Bu ayda gaflet sularında yüzen bedbahtlar uyanıyor; selamet sahiline doğru kulaç atıyor. Nefsin esareti altında karanlıklara gömülen vicdanlar, kandillerin ışığıyla aydınlanıyor. Vicdanla cüzdan arasında gidip gelenler, cüzdanı bırakıp vicdana yöneliyor. Kurtuluşun yalnızca İslam’da olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla görülüyor.
Ramazan, hayatı düzene koyma ayıdır.
Ramazan, ümit ayıdır. Bu ayda geleceğe ve kurtuluşa dair ümitlerimiz tazelenir. Ne kadar büyük günahkâr olsak da, Allah’ın rahmet ve mağfiretinin bizim günahlarımızdan daha büyük olduğunu fark ederek bataklıklardan kurtulmak için çırpınırız. Duaların gölgesinde korktuklarımızdan emin, umduklarımıza oluruz. Kurumaya yüz tutan köklerimize can gelir.
Ramazan, hayatı düzene koyma ayıdır. Diğer aylarda hayatımız darmadağın iken bu ayda hayatımız düzene girer. Ne zaman yiyeceğimiz, ne zaman uyuyacağımız bellidir. Bir anlamda disipline ediyor bizi Ramazan… Bu ayda her şey beş vakit namazla anlamlandırılır.
Ramazan, coşku ayıdır. Bu ayda müminler iftar saatlerinde büyük bir coşku ve heyecan yaşıyorlar. İftardan sonra camilere gidilerek dinî ve sosyal münasebetler geliştiriliyor. Manevi feyiz ve bereket tavan yapıyor. Aç ruhlar Kur’an’la, namazla ve zikirle doyuruluyor. Mukabeleler yapılıyor. Kur’an, bütün hayatımızı kuşatıyor. Kaybettiklerimizi elde ediyoruz.
Ramazan, midelerin ve ruhların yıllık bakıma alınma ayıdır. Yıl boyunca tıka basa doldurduğumuz mideler, bu ayda istirahat ediyor. Keza Ramazan, mideyi ve ruhu nadasa bırakmaktır. Orucun sağlığa faydalarını tıp alanındaki uzman kişiler yıllardır söylüyor.
Ramazan, huzur ayıdır. Öncelikle bu ayın iklimine girdiğimizde iç huzuru yakalarız. Bunu toplumsal huzur takip eder. Suçlular bile bu ayda kendilerini firenler. Hırsızlar da bir ay boyunca işlerine(!) ara verirler. Fakat bu sefer de dilenci dediğimiz merhamet hırsızları peydahlanır her sokak başında. Bunların yaptığı da bir çeşit “kibar hırsızlık” değil midir?
Ramazan, ibadet ayıdır. Bu ayda hemen herkes ibadet seferberliğine çıkar. Diğer zamanlarda cuma namazını bile kılmayanlar bu ayda vakit namazlarını da kılarlar. Diğer zamanlarda cuma kılanlar, bu ayda bütün namazlarını cemaatle kılmaya çalışırlar. Vakit namazlarını kılanlar ise mukabelelerle ve teravihlerle manevi zenginliklerini taçlandırırlar. Fakat ne yazık ki bu ayda ibadete koşanların bir kısmı, bayram namazı sonrasında uzun sürecek gaflet uykusuna yatarlar. Onlar bir ay ibadetle bütün yılın günahlarının temizleneceğini düşünen gafillerdir. Oysa ibadetin az da olsa devamlı olanı makbuldür.
Ramazan, aşk ve muhabbet ayıdır. Bu ayda sevgililer sevgilisi olan Resulullah Efendimiz yâd edilir. Ona giden yollar müminlerle dolup taşar. Onun bize bıraktığı son din olan İslam’a sıkı sıkıya sarılırız. Kurtuluşa erenler ancak ve ancak Allah’ın ipine sarılanlardır.
Resulullah Efendimiz, Ramazan’ı nimet ve fırsat olarak bilirdi.
Ramazan, en büyük öğretmendir inanan insanlar için… Açlığı ve susuzluğu, sabrı ve tahammülü, nimetin kadrini bilmeyi öğretir Ramazan bizlere. Ramazan’da mülkün sahibinin Allah olduğunu, insanların ne kadar da aciz olduğunu yaşayarak öğreniriz bir kere daha…
“Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kilitlenir. Şeytanlar zincire vurulur.” diyor Resulullah… Bu, Müslümanlar için büyük bir müjdedir.
Her konuda olduğu gibi Ramazan’da da Resulullah’ın hayatına göz atıp onun yaşadığı Ramazanları kendimize model almalıyız. O, bizim önümüzde duran eksiksiz bir modeldir. Her türlü sorunun cevabı ondadır. Yüce İslam dininin Peygamberi, kâinatın serveri Resul-i Ekrem Efendimiz bizlere her konuda mutlak ölçüler koymuştur. Onun mübarek hayatı bizim için ölçüdür. Ona uydukça, onun hayatını hayatımıza yansıttıkça Allah’ın sevdiği kullardan oluruz. Bu yüzden “En Sevgili”nin Ramazanlarını hep düşünmüş ve merak etmişimdir. Allah’ın Habibi acaba Ramazanlarını nasıl geçirirdi? Ramazanlar, onun gözünde nasıl anlam kazanırdı?
Resulullah Efendimiz Ramazan ayını bir nimet ve fırsat olarak bilir, gereğini eksiksiz yapar, içini doldururdu. Bu ayda yaşlıları ve düşkünleri ziyaret ederdi. Onların hâl ve hatırını sorar, imkânlar ölçüsünde onlara yardım ederdi. O zamanlar bugünkü kadar bolluk ve zenginlik yoktu. İnsanlar kıt kanaat geçinirlerdi. Peygamberimizin durumu da halkın durumundan farklı değildi. Bu yüzden o mübarek insan iftarda ve sahurda çoğu zaman hurma yer, su içerdi. Bunları da bulamayınca aç sabahlardı. Aslında o isteydi refah içerisinde yaşayabilirdi. Fakat Resulullah elinde ne varsa muhtaçlara dağıtırdı. Başkalarını, kendine tercih ederdi. O, eti çok sevdiği hâlde etle ekmeği bir arada görememiştir. Ya bugünkü müsrif insanlar!… Onlar sofralarına çeşit çeşit yemekler koysalar da yine yeterince şükretmiyorlar.
Ramazan, huzura ve kurtuluşa açılan rahmet kapısıdır.
Günümüzde insanlar yemede ve giyimde aşırılığa kaçıyorlar. Ramazan, ahir zaman ümmetine nedense ağır geliyor. Acıkan müminler iftara pek çok çeşit yemek hazırlıyorlar. Bu yemeklerin çoğu yenmiyor, israf ediliyor. Oysa Resulullah Efendimiz, “Mide üçe ayrılmalı: Bir bölümü yemek, bir bölümü su için olmalı. Son bölüm ise boş kalmalı…” diyor. Yani insan tıka basa yememelidir. Fazla yemek nefsi semirtir, ibadetlere bile engel olur. O büyük insan, bugünkü Müslümanların yemekteki aşırılığını görse onları kınardı, belki de onlara acırdı.
“Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.” diyor Resulullah Efendimiz… Ne büyük bir müjdedir bu… Ramazan’da günahlarla vedalaşmak, arınarak temize çıkmak… Bu ne büyük kazançtır.
Rahmet Peygamberi olan Hz. Muhammed (sav), bazılarının sandığı gibi Ramazan’da ibadetlerini aşırı artırmazdı. O, ibadet de dâhil olmak üzere hiçbir şeyde aşırılığa kaçmamıştır. Her konuda ölçü üzere yaşamıştır. O, ibadetlerini on iki aya yaydığı için Ramazan’da diğer aylardaki ibadetlerine bir kısım takviyeler yapardı. Teravih namazlarını yalnız veya cemaatle kılardı. Kur’an’ı elinden hiç düşürmezdi. Ramazan’ın en feyizlisini, en dolusunu O yaşardı.
Ramazan, huzura ve kurtuluşa açılan rahmet kapısıdır. Resulullah Efendimiz bir hadiste şöyle diyor: “Ramazan’ın ilk gecesi olduğu zaman Cehennem kapıları kapanır, onun hiçbir kapısı açılmaz. Cennet kapıları açılır, o kapılardan hiçbiri kapanmaz. Münadi şöyle seslenir: Ey hayır isteyen gel, koş! Ey şer isteyen, (kötülüklere karşı) kendini tut! O ayda Allah’ın cehennemden azatlıları vardır. Bu, Ramazan bitinceye dek her gece vaki olur.”
Resulullah oruç tutmaktan büyük haz alırdı. O’na sadece dokuz yıl Ramazan orucu tutmak nasip olmuştur. Bahsimizi, Ramazan’ın feyiz ve bereketiyle ilgili bir hadisle kapatalım: “Âdemoğlunun bütün amellerine karşılık verilecek sevap on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah-u Teâlâ buyurdu ki: Oruç müstesna! Oruç benim içindir, onun karşılığını ancak ben vereceğim. Oruçlu kişi, nefsanî arzularını ve yemesini benim için terk eder. Oruçlu kişi için iki türlü ferahlık vardır: Biri iftar anındaki ferahlık, diğeri Rabbine kavuştuğu zamanki ferahlıktır. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.”
Kur’an-ı Kerim’in Ramazan’da inmesi bu ayı kıymetli kılmıştır.
Sıcakların dereceleri zorladığı bu yaz günlerinde İslam dünyası ve bütün Müslümanlar, Ramazan’ın rahmet ve bereket ikliminde serinliyor. Bu mübarek ayı layıkıyla idrak edenler nice sevaplar kazanarak onun manevi bereketinden hakkıyla istifade edeceklerdir. Fakat öyle kişiler de vardır ki, onlar oruç tutarlar ama tuttukları orucun kendilerine bir faydası olmaz. Çünkü o kişiler gıybet ve koğuculuk yaparlar, böylece insanları birbirine düşürürler. Resulullah (sav) buyurdular: “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (teravih ve teheccüd) kılanlar vardır ki, namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21) Allah, bizleri böyle insanların zümresine dâhil olmaktan uzak tutsun. Zira bu durum, manevi iflastan başka bir şey değildir. İyi düşünülürse anlaşılır ki manevi iflaslar, maddi iflaslardan daha iç acıtıcıdır. Zira maddi kayıplarınızı, gecenizi gündüzünüze katıp daha çok çalışarak tekrar elde edebilirsiniz. Fakat manevi kayıpların kulu götüreceği son nokta ne yazık ki cehennemdir.
Ramazan’ı kıymetli kılan sebeplerden biri de kutsal kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanmış olmasıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı; insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin.
Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)
“Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.”
Resulallah Efendimiz, Ramazan ayını ve bu ayda tutulan orucu çok önemsemiştir. Onun Ramazan ve oruç hakkında nice güzel sözleri ve müstakil hutbeleri vardır. Ashaptan Selman-ı Farisi Radiyallâhu Anh anlatıyor: Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Şaban ayının son gününde bize okuduğu bir hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.” “Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.” “Allah, o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.” “Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan, başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.” “Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.” “Bu ay, Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.” “Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay müminlerin rızkını artıracak aydır.” “Bu ayda her kim oruçlu bir mümine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.”
Her biri manevi bir yıldız olan ashaptan bazıları bu sözleri duyunca, yoksulluklarını düşünerek, “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz.” dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Allah, bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mümine iftar ettirene de verir.” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler: “Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.” “Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah, onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.” “Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız: Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, kelime-i şahadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir. Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri Cehennemden Allah’a sığınmaktır.” “Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:94-95)
Ne kadar mühim bir ayda olduğumuzun idraki içerisinde oruçlarımızı tutmalı, teravih ve vakit namazlarımızı kılmalı, şükrümüzü layıkıyla eda etmeli, soframızı fakirlere açmalıyız.
Ashabın Ramazan sofraları herkese açıktı.
Bizler, Peygamber Efendimizi dünya gözüyle göremedik. Bu yüzden, çektikleri bütün sıkıntılara rağmen, sahabeleri çok şanslı insanlar addediyoruz. Onlar hâl ve hareketleriyle bize örnekti. Peki, Allah dostları Ramazanları acaba nasıl idrak ederdi? Bunu hiç düşündünüz mü?
Her biri birer Allah dostu olan sahabeler, Ramazan’a Recep ayından itibaren hazırlanırlardı. Gerçi onlar, on iki ay boyunca hak ve hakikatin izinden gitmeye riayet ederlerdi. Ashab, Ramazan ayının girmesiyle birlikte sevinçten bayram ederdi. Onların çocukları bile Ramazan iklimine girer, ona göre davranırlardı. Çocuklarının çoğu, gönüllü Ramazan orucu tutardı. Oruç, sahabenin sadece Ramazan’da değil; Ramazan dışında da yaptığı ibadetlerin başında gelirdi. Ashabın çoğu, “Pazartesi” ve “Perşembe” günleri oruç tutmaya dikkat ederdi.
Sahabeler maddi sıkıntılar içerisinde kıvranmalarına rağmen iftar sofralarına mutlaka birilerini davet ederlerdi. Onların sofraları herkese açıktı. Kendileri, sofradan gerekirse yarı aç kalkar, fakat yine de bu güzel hasletlerinden taviz vermezlerdi. Nefislerini semirtmezlerdi.
“Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihya ederse, geçmiş günahları affolunur.” hadis-i şerifi, sahabeleri Ramazan aylarında ibadet seferberliğine yöneltmiştir. Sahabelerin çoğu iftardan başlayarak sahura kadar ibadet ederdi. “Gecede bir saat vardır ki, Müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünya veya ahirete müteallik bir hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah, dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede vardır.” hadisi de sahabeleri geceleri ibadete sevk etmiştir. Onlar gece boyunca Kur’an-ı Kerim okur, teheccüd namazları kılarlardı. Dillerinden Hakk’ın mübarek adları düşmezdi. Zikir, onların hayatlarında olmazsa olmaz ibadetlerden biriydi. Malayani konuşmaktan özellikle sakınırlardı.
Ashab-ı güzin, Ramazan’ın hakkını verirdi.
Bu mübarek ayda ashab, diğer zamanlardan daha sık umre yapardı. Zira Peygamberimizin “Ramazan ayında yapılan umre tam bir hac sayılır yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar.” sözü onları heyecanlandırarak yollara dökerdi.
Sahabelerin maddi güçleri sınırlı olsa da ellerinde ne varsa sadaka olarak verirlerdi. Çünkü onların tartışmasız tek rehberi olan Hz. Muhammed (sav), Ramazan’da verilen sadakanın en makbul sadaka olduğunu söylemişti. Onlar, zekâtlarını da bu mübarek ayda verirlerdi. Fakat verirken gizliliğe riayet ederlerdi. Günümüzde ne yazık ki buna pek dikkat edilmiyor. Bugünkü zenginlerin bir kısmı yardım edecekleri gün basın mensuplarını çağırıp hayırlarını reklam malzemesi yapıyorlar. Böylece elde edecekleri sevap büyük ölçüde zayi oluyor.
Sahabe-i Güzin, fakirleri zenginin sırtında bir yük olarak değil; kendisine sevap kazandıracak bir velinimet olarak görürlerdi. Fıtır sadakası özellikle bayramdan evvel verilmeye gayret edilirdi. Böylece garibanlar bayrama neşe içerisinde girerlerdi. Onların da yüzü gülerdi. Fakirler, eziklik yaşamazdı. Bayram bu hâliyle herkes için bayram olurdu.
Bilindiği gibi Ramazan’ın içinde “bin aydan daha hayırlı bir gece” olan mübarek ve muazzez Kadir Gecesi vardır. Bu gece, Ramazan’ın içinde gizli tutulmuştur. Fakat son on günün gecesinde olma ihtimali daha yüksektir. Bunu bilen sahabeler, Ramazan’ın son on gününde itikâfa girerdi. O gecelerin hepsini Kadir Gecesi bilirlerdi. Resulullah’tan böyle görmüşlerdi.
Bu anlattıklarımızdan şu anlaşılmasın, “Sahabeler, Ramazan’da dünya işlerini bırakırlardı?” Böyle bir şey söz konusu bile değildir. Onlar dünya ve ahiret hayatında hep dengeyi gözetmişlerdir. Ölçü üzere yaşamışlardır; ifrat ve tefritten özellikle sakınmışlardır.
Sahabeler, ibadetlerini aslında on iki aya yayarlardı. Ramazan’da, ibadetleri çok daha yoğunlaşırdı. Fakat günümüzde bazı insanlar sadece Ramazan’da ibadete yöneliyor, Ramazan’dan çıkınca bırakıyor. Biz buna tabiri caizse “Ramazan Müslümanlığı” diyelim. Yanlıştır bu!
Bizler, Asr-ı Saadette yaşa(ya)madık. Bunu belki bir şanssızlık olarak görüyoruz. Gerçi o devirde “Hz. Ebubekir” olma ihtimalinin yanında “Ebu Cehil” olma ihtimali de vardı. Bizler el ele gönül gönüle verirsek, bir ve beraber olup birbirimizi Allah için seversek bu çağı da Asr-ı Saadete çevirebiliriz. Yeter ki inanalım ve inancımızı azim ve gayretimizle besleyelim.