Teknoloji Canavarını Teknoloji Silahı ile Yenmenin Reçetesi
İnsanoğlu, diğer canlılardan farklı olarak şuur, idrak ve akıl ile tenvir edilmiştir. İnsan, var olduğundan bu yana yaratılışında bulunan akıl sayesinde yeni şeyler ortaya koymak ve Yaratıcı’nın, yeryüzünde onun için koyduğu kıymetleri keşfetmek eğiliminde olmuştur. Bu icat, keşif ve buluşların birçoğu da ihtiyaçtan doğan sevk ve taharri ile olmuştur. İnsanoğlunun diğer canlılar gibi sadece yeme-içme gibi iki temel ihtiyacı bulunmuyor. Bazen yüzlerce ihtiyacı da karşılansa, insan, yenilerini arayan sonsuz bir arzuyla donatılmıştır. Hatta sadece rızkını temin etmesi, hayatta kalması beşer için yeterli olamayabiliyor. Sosyal bir canlı olması nedeniyle, ruhuna iyi gelecek şeyler yapmak için kendisine vakit ayırması da insan için önemli bir ihtiyaç olabiliyor. Ailesiyle, arkadaşlarıyla zaman geçirmeye de ihtiyaç duyuyor. İşte rızkını temin dışında, bunlara da yer açabilmek maksadıyla hayatını kolaylaştıracak, işlerini hızlandıracak şeyleri hep aramıştır. O yüzden ilk zamanlardan beri el ve ayağı dışında çeşitli aletler kullanarak, hızlı ve kolay sonuç almaya meyleden bir mahlûk olmuştur.
Taş, ağaç ve metaller, ilk aletlerin üretimindeki temel malzemeler idi. Kili pişirme tekniğinin bulunması, tekerlek, ok ve yay, taştan yapılan el değirmenleri, madenlerin işlenerek faydalı şekiller verilmesi hep birer ihtiyacı gidermiş, birer zorluğu kolaylaştırmıştır. Rüzgârın gücünden faydalanabileceği idrak edilmiş, böylelikle yelken sayesinde daha az kürek çekilmiş, güç ve vakit tasarrufu sağlanarak denizlerde daha hızlı yol alınmıştır. Cam üretilmesi, parçaları birbirine monte ederek faydalı bir şekil vermede önemli unsur olan vidanın tasarlanması, makara ve kaldıracın yapılması yine hayatı kolaylaştırmada teknolojik birer adım olmuştur. XIV. asırda icat edilen saat; insanların zamanlarını daha kolay kontrol etmesi, planlamasını sağlaması ve vakit artırmaları yolunda önemli bir ekten olmuştur. Keza XV. asırda bulunan matbaa sayesinde artık el yazısı ile harcanan zaman, artık insanoğlunun kârı olmuş, yani arta kalan zaman olarak kendi hanesine yazılmıştır. 1712’de buhar makinesinin icadı da ayrı bir milat olmuştur. Buhar enerjisi, sanayide en etkin mekanik kaynak olmuştur. Gemi ve lokomotifte buhar gücünden yararlanılması, ulaşımda, dolayısıyla ticarette büyük bir ivmeye neden olmuştur. Elektrik ile manyetizma ilişkisinin tespiti ile dinamonun, dolayısıyla da elektrik motorunun icadının önü açılmıştır. Ve tabi benzin ve dizel motorlarının ilerlemesi, 1800’lü yılların sonunda otomobil yapımını da beraberinde getirmiştir. 1837 yılında telgraf ile 1876 yılında telefonun icat edilmesi sayesinde haberleşmek artık günlerce, haftalarca sürmüyordu. Böylelikle haberleşme de hızlanmış, insanoğluna daha da fazla vakit kalmıştır.
Ancak 1900’lü yılların başında radyo ve 1920’li yıllarda televizyonun icadı, insanlığın, teknoloji serüveninde yeni bir döneme doğru gideceğinin habercisi gibiydi. O sürece kadar yaşanan teknolojik gelişmeler; hep fayda sağlayan, hayatı kolaylaştıran, ilme, irfana, şahsi ve sosyal terakkiye sebep olan, bireysel kemalata vakit açmaya yarayan, müspet buluş ve icatlar iken; yeni nesil teknolojik buluşlar, bu tekâmül prensibi ile birebir örtüşmekten uzaklaşmaya başlamıştır.
Teknolojinin gelişmesi, maddi-manevi üretimin güncel ve çağdaş yöntem ve araçlarla yapılması sonucunda sanayide de ilerleme elbette olmuştur. Bu da, üretimin tekrar şekillenmesine, tüketimde de yeni mal ve hizmetlerin oluşmasına neden oluyordu. Bu durum ise, ihtiyaç olgusunun evrilip genişlemesi sonucunu doğurdu. Eskiden, ihtiyaçların karşılanması zorunluluğu, nelerin arz edilmesi gerektiğini belirlerdi. Yani arzı, talep; talebi de ihtiyaçlar belirlerdi. Arzı da daha kolay, kesretli ve hızlı sağlamak düşüncesi ise yeni buluş ve icatları doğururdu.
Ancak yeni dünya düzeninde önce arz planlanıp üretiliyor, daha sonra insanların buna ihtiyacı olduğu kanıksatılıyor, nihayetinde de talep meydana gelmiş oluyor. Başta ifade ettiğim gibi insanoğlunun ihtiyaç olgusu, diğer canlıların aksine, göreceli, şartlara ve ortama göre değişken bir kavramdır. Arzu ve emellerine bir sınır konulmamış, esasen sonsuz bir cennet ile tatmin olabilecek hisler teçhiz edilmiş ve sosyal bir canlı olan insan için dünya yüzeyindeki ihtiyaç olgusunun ucu açık bir girdaba dönüşme riski her daim söz konusu olmuştur. Örneğin, tüm canlılar için en temel ihtiyaç olan yeme-içme, insan söz konusu olduğunda medeni ve kültürel bir boyuta evriliyor. Yaratıcı’nın, tüm canlılar için yeryüzüne serdiği meyve, sebze, et vs. gıdalar, insanoğlunca mutfak ve gastronomi kültürüne tabi tutulduktan sonra tüm araç-gereçleri ile beraber bir sofra kültürü meydana gelmiş oluyor ve bu sofra kültürüne mahsus yeni ihtiyaçlar türemiş oluyor. Hakeza barınma da temel bir ihtiyaç olmasına karşın insanoğlu, diğer canlılar gibi olumsuz hava şartlarından ve diğer muhtemel doğal tehditlerden korunmak amacının yanı sıra buna ek olarak; konfor, mimari, dekoratif ve estetik açıdan görsel tatmin, kişisel ve sosyal ihtiras gibi unsurlarla birlikte birçok yeni karmaşık ve yapay ihtiyaç silsilesi eklemiştir.
Malumdur ki neredeyse medeni ve kültürel her kavramın teknolojiye dokunan bir boyutu vardır. Çünkü insan, yaratılışında akıl ile taltif edilmiştir. Akıl ise bilginin kaynağıdır. Bilgi ise teknolojinin esasıdır. Tüm kâinat, içinde bulunan diğer mahlûkatla beraber insanın istifadesine sunulmuştur. Kâinattaki gizli ya da aşikâr olan, yaratılmış ve donatılmış her şeye hükmetme yetki ve yeteneği, o akıl sayesinde insana verilmiştir. Böylelikle insanoğlu gerek hayır gerek şer yolunda tarih boyunca çeşitli çabalar neticesinde hâlihazırdaki medeniyete ulaşmıştır.
Bazen rahmani maksatla yapılan teknolojik buluşlar bile, tüm faktör ve etkileri eksiksiz hesap edilmediğinden olumsuz pek çok duruma dönüşmüştür. Örneğin, sanayileşme ve teknolojiyle birlikte gelen çevre ve hava kirliliği sadece insanlığı değil, diğer bütün canlıları tehdit etmektedir. Yine Hiroşima ve Nagazaki’de olduğu gibi büyük ve toplu vahşetler, teknoloji sayesinde gerçekleşmektedir.
İşte tam bu noktada, sadece biz Müslümanların değil tüm insanlığın kendi huzuru ve kurtuluşu için yapmakla zorunlu olduğu bir husus vardır. O da şudur ki: Teknoloji denen nimeti, insana bunca imkân ve ikramı sunan ve onu akıl ile tenvir edip bütün mahlûkatın üzerinde halife kılan Yaratıcı’sının emir ve öğretilerinin süzgecinden geçirmek ve o doğrultuda kullanmaktır.
Zira teknoloji, her iki yanı da keskin bir bıçaktır. Yani elinde bulunduranın maksadına göre hayır ve şerre sebebiyet verebilecek bir potansiyele sahip olan hassas araçtır. Ayrıca hangi teknoloji seviyesi olursa olsun, hiçbir zaman insanın ulvi ve kutsi tekâmül gayesinden, bilhassa da biz Müslümanların esas gayesi olan kulluk ve İlây-ı Kelimetullah gayesinden alıkoymaması, aksine o gayelere hizmet yolunda istihdam edilmesi gerekmektedir. İnsanlık da, teknoloji ve onun getirdiği yeni dünya düzenindeki kapitalizmi başlı başına bir gaye olarak düşünmemelidir.
Bir Müslüman Türk olarak bizler hayatımızın merkezine iman, ibadet ve salih ameli konumlandırmak, teknolojik nimetleri de bu gayeyi yüceltmek için kullanmakla mükellefiz. Aksi takdirde teknoloji, insanı esas maksadından saptırır ya da onu gölgelerse, işte o zaman tembelliğe, atalete, şikaka hatta küfre sevk eden bir düşman vaziyeti alır. Ve maalesef ki bu durumda meydana gelecek tahribat çok ürkütücü olacaktır.
Hesap makinası gibi basit bir alet, bize birçok vakit tasarrufu sağlamış olmasına rağmen, onun artırdığı zamanı, ulvi gayemiz yolunda kullandığımız sürece hesap makinası bir nimettir diyebiliriz. Yoksa sadece zihinsel tembelliğe sebebiyet veren basit bir cihaz olmaktan öteye gidemeyecektir.
Hani bilgisayar çıktığında birçok yararsız ve boşa sarf ettiğimiz zaman bize kalacaktı? O arta kalan zamanı; ilme, ibadete, kemalata ne kadar harcadık, harcıyoruz? Yoksa bilgisayar bize aslında boşa harcadığımız zamanı kazandırmadı mı? Ya da hâlihazırda boşa vakit harcatan temel ögelerden birisine mi dönüştü? Sürat müptelası olan bu asrın evlatlarının her birisinin elinde olan ve hem telefon görüşmesi yapma hem yüksek kalitede fotoğraf çekme yeteneğine sahip o el bilgisayarları, acaba yüksek özellikleri sayesinde hayatı kolaylaştırıp kişisel ve toplumsal kemalat için ekstra vakit mi kazandırıyor? Yoksa yüce ve kadim bir milletin evlatlarının tüm ömür sermayesini, gece gündüz boş, hatta ahlaksızca şeylerde mi harcattırıyor? Ya da asırlar boyu insanlığın muvaffak olduğu, neredeyse tüm müspet keşif ve icatların kökeninde olan bir milletin ve bir inancın evlatları teknoloji ile zehirlenip uyuşturuluyor mu?
Evet, insanlık tarihi araştırılınca görülür ki batı (sözde) medeniyetinin iddia ettiğinin aksine, tüm müspet gelişmelerin temelinde mutlaka İslam medeniyetinin ve Türk milletinin imzası vardır. Mimar Sinanlar, Bîrûnîler, İbn-i Sinalar, Ali Kuşçular, Fatihler, Akşemseddinler, Kambur Abbaslar, Gökbilimci Mirim Çelebiler, Pîrî Reisler, Takiyüddinler, vs. saymaya sayfalar yetmeyecek bilim adamlarımız bunun en parlak ispatıdır.
Tarih boyunca ilim, irfan, kültür, ahlak gibi teknolojiyi de üreten bir millet, günümüzde sadece teknolojiyi üretmeyip tüketir hâle mi geliyor? Korkarım tüketme alışkanlığını aşıladıkları tek şey teknoloji değil. Maalesef onun beraberinde ve hatta içerisinde kendi öz kültürümüzü, benliğimizi, tarihimizi, değerlerimizi, ahlakımızı ve inancımızı da tüketiyoruz. Şunu unutmamak gerekir ki her insan dünyaya geldiği anda mevcut teknoloji ve şartlarda hayata adapte olur. Yani doğduğu anda tanıştığı her şey onun âleminde hep varmış gibidir. Dedelerimiz için televizyon yeni bir kavram olmasına karşın sonraki jenerasyonlara göre sıradan ve günlük hayatta sabit bir cihazdır. Keza internet denilen platform bizim için sonradan tanıdığımız bir teknoloji iken, günümüz çocukları için doğduklarından beri var olan bir âlemdir. Onlar, internet ve cep telefonlarının bulunmadığı bir dünyayı hiç görmediler. Gün geçtikçe insanlığı kuşatan sosyal medya ise, sonu kestirilemeyecek bir hâl almaya başladı. Metaverse adında sanal, yani aslında olmayan yeni bir dünya inşa ediliyor.
Biz, Türk milletiyiz. “Neme lazım bana” demek fıtratımızda yoktur. Tehlikede olan, imdat isteyen her millete elimizi uzatırız. Hele ki tehlikede olan kendi neslimiz, kendi geleceğimiz, kendi kültürümüz, kendi inancımız ise ona kayıtsız kalamayız. Hele ki uyuşturulmuş ve şuursuzlaştırılmış hâlleri ile bizden imdat isteyen kendi evlatlarımız ise, onları medeniyet ve teknoloji adı altında, inancından ve kültüründen koparmak isteyenlerin ateşlerinde bırakamayız. Her şuur sahibi Türk’ün yapması gereken odur ki; bu mümtaz ve necip milletin evlatları olduklarını onlara hatırlatmak, tarihlerini öğretmek, teknolojiyi kendi ulvi gayeleri için bir araç olduğunu ikrar ettirmektir.
Not: Ümitsizlik bize yakışmaz. Biz, Türk milletiyiz. Tarihin her safhasında olduğu gibi gelecekte de her alanda lider olacağımıza inancım tamdır. Günümüzde de savuma sanayi teknolojisinde, dünyanın ilerisinde olan ve değişmez sanılan kuralları değiştiren, bozulmaz denilen oyunları bozan İHA ve SİHA’lar yine Türk milletinin eseridir. Bu da istikbale dair ümidimizin yersiz olmadığına en kuvvetli bir ispattır.