Bir Acının Yürekteki Yansıması Yahut Kırım Tatar Sürgünü
Tarihî süreçte Kırım’ın dünü ve bugünü…
Geçmişte Osmanlının önemli bir parçasıydı Tatar kardeşlerimizin vatan bellediği aziz Kırım. Bu yüzden Kırım, bizim için gözyaşıyla sulanmış önemli bir coğrafyadır. İstanbul’dan sadece 300 km uzaklıkta olan ve Karadeniz’in karşı kıyısında yer alan Kırım, acıların ve çilelerin harmanlandığı güzel bir yerdir. Bu güzel yurt, dün de bugün de bizim için hep önemli olmuştur. Kırım, gelecekte de bu önemini düne nazaran artırarak devam ettirecektir.
Osmanlı Türkçesinin en özel ve en güzel hâliyle konuşulduğu Kırım’ın mimari ve kültürel açılardan Edirne, Kayseri, Sivas, Trabzon, Tokat ve Amasya gibi Anadolu illerinden herhangi bir farkı yoktur. Osmanlının ilk başkenti Bursa neyse, Kırım Hanlığı’nın başşehri Bahçesaray da odur. Hepsi de aynı kökün dallarından birer parçadır. Zira Bahçesaray’daki Han Camii ile Bursa Ulu Camii aynı yürek teline dokunur. Hepsinin hamuru aynı gönül teknesinde yoğrulmuştur. Bütündeki aynılıklar ayrıntıdaki farklılıklardan çok daha fazladır.
Osmanlı dönemini saymazsak tarih boyunca hep acıyla özdeşleşmiş, hüzünle anılmış kederli bir coğrafyadır Kırım. Güneş bir türlü ısıtamamış Kırım’ın kuytularını. Balkanların Bosna’sı neyse Kırım da odur. Zira acılar hep oğul verir Kırım’da. Hiç dinmez yürek sızısı.
Fatih’ten bugüne Kırım tarihinde kısa bir gezinti yahut Kırım’ın dünü…
Kırım sadece Kırım’dan ibaret değildir. 27 bin km2’lik bu güzel yarımada hem İslam hem de Türk dünyası için büyük bir anlam ve önem arz etmektedir. Kırım, Kırımlılar ve Tatarlar, Türk milleti ve devleti için fevkalâde önemlidir. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur. Zira Osmanlı Devleti’nde Kırım hanlarının apayrı bir konumu ve ehemmiyeti mevcuttu. Öte yandan Kırım, Rusya’nın sıcak denizlere inmesi için hayati önem taşır. Bugün Rusya’nın işgali altında olan Kırım, 1475’te Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına dâhil edilmiştir. Bu, tarihî süreçte Kırım için yeni bir başlangıçtır. Osmanlılar idareye el koyunca Mengli Giray da, “Han” ilan edilmiştir. Kırım kuvvetleri, bir Osmanlı savaşına ilk defa, Sultan II. Bayezid’in, 1484’teki Akkirman Seferi’nde katılmışlardır. Kırım, 300 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır.
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde; Besarabya ve Kırım Yarımadası, Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Bu saldırılara Kırım Giray karşı koymaya çalışmıştır. Savaşı sona erdiren 21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı himayesinden çıkartılıp bağımsız hâle getirilmiştir.
Osmanlı Devleti, Kırım’a giren Rus ordusuna karşı yeni bir savaşa girişmiş olsa da ne yazık ki bunda başarılı olamamış ve 1792’de Yaş Antlaşması ile Kırım’ın, Rusya’ya ilhakını kabul etmiştir. Tarih boyunca defalarca yinelenen Osmanlı-Rus Savaşlarının ardından Osmanlı topraklarına yönelik olarak ciddi Tatar göçleri yaşanmıştır. Rus yetkililer, Kırım Savaşı sırasında Kırımlıları sürgünle tehdit etmiş, bununla da kalmayıp 1859-1861 tarihleri arasında tehditlerini hayata geçirerek yüz binlerce Kırımlı Tatar’ın Osmanlı topraklarına göç etmesine sebep olmuşlardır. Bu trajik göçler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanına, yani 1923’e kadar aralıksız devam ederek, göç edenlerin sayısı milyonlarla ifade edilir olmuştur. Bu göçler esnasında on binlerce Tatar, Karadeniz’in azgın sularına karışarak hayatını kaybetmiştir. Buna açlıktan, fakirlikten ve salgın hastalıklardan ölenleri de eklediğimizde zorunlu göçten kaynaklanan hüznün ve acının boyutları havsalamızın alamayacağı düzeye erişir.
Gaspıralı İsmail Bey’den Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’na…
Son bir asır dikkate alındığında Kırım denince akla üç önemli isim gelmektedir. Bunlar fikir adamı Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914), romancı Cengiz Dağcı (1919-2011) ve siyaset adamı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu (1943)’dur. “Dilde, işte, fikirde birlik” sözü dillere pelesenk olan İsmail Gaspıralı, Kırımlı Türklerinin hissiyatına “Tercüman” olmuştur. Türklerin ebedî birliği ve beraberliği için son nefesine kadar gayret sarf etmiştir. Yine tanınmış bir Kırımlı olan Cengiz Dağcı, romanlarında XX. yüzyılda Kırım Türklerinin Sovyet zulmü altında çektikleri acıları anlatır. Savaşın ve acıların tam ortasında kaldığı için romanlarının çoğu otobiyografik nitelikler taşır. Kırım davasını gönüllere nakşeden Dağcı, yaygın tabirle Kırım’ın “Ebedî Sesi”ydi. Abdülcemil Kırımoğlu ise tabiri caizse 78 yıllık ömrünü Kırım davasına adayan, on sözünden dokuzu Kırım olan bir Türklük sevdalısıdır.
Kırım’ın başbuğu ve yaşayan efsanevi lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu, vaktiyle kaleme aldığım bir şiirimde şöyle anlatmıştım: “Bozköy’de başlamıştır çileli hayatına / Tam üç çeyrek asırdır Kırım düşer yâdına / Omzunda taşıyorken mukaddes davasını… / Yüreğinde hissetti hürriyet havasını / Parçalamak istedi esaretin ağını / Başına taç eyledi Kırım’ın bayrağını / Kırım Tatarlarına umut ve ışık oldu / Tutsaklık ateşinde Kırım’a âşık oldu / Mecnunca sevdalıydı, Kırım onun Leylâ’sı / Akmescit göklerinin oydu nurdan aylası / Bir ömür âb-ı hayat verdi gonca güllere / Sürgüne mahkûm oldu, düştü yaban ellere / Çağlar boyu sönmeyen meşaleyi yaktı o / Düşlerinde Salgır’dan ta Azak’a aktı o // Zifiri gecelerin apaydınlık tan’ıydı / Kırım Tatarlarının millî kahramanıydı / Yanardağa atıldı, alevi avuçladı / Kırım’ın davasında Moskof onu suçladı / Gözünden hiç gitmedi Ayserez hatırası / Kırım esir kaldıkça derinleşti yarası / Vahdetin sofrasında ağıyı bal eyledi / Çıkmaza düştüğünde duayı yol eyledi / Yetim balaya baba, öksüze ana oldu / Aç kurtların ininde kuzudan yana oldu / Karanlığa nur oldu, doğruldu bir dev gibi / Vatan için yaşadı, mukaddes ödev gibi / Sürgün ve hapislerde Kırım’ın sesiydi o / Çekiç örs arasında kutlu nefesiydi o // Esir soydaşlarının derdine hemdert oldu / Düşmanlarına bile ömür boyu mert oldu / Ona gıpta eylerken sabır sarmaşıkları… / Onu yol başçı bildi Kırım’ın âşıkları / Baskılar karşısında eğilip bükülmedi / Özgürlük savaşında cepheden çekilmedi / Dağıtmaya çalıştı esaretin pusunu / Yüreğinde yaşadı Kırım’ın kâbusunu / Rusya’sı, / Ukrayna’sı Kırım’a dadanmıştı / Mustafa Abdülcemil, Türklüğe adanmıştı / İçinden atamadı tasayı ve kederi / Kırımoğlu, Kırım’ın efsanevî lideri / Nice soylu kavgada hep önden gidendir o / Kırım’ın uzağında yanmadan tütendir o.”
İkinci Dünya Savaşı’nın Kırım’daki Acı Meyvesi: Sürgün ve Gözyaşı
Yaşlı ve yaslı küremiz bugüne kadar “I. ve II.” diye isimlendirilen, en çok da mazlum ve mağdurları hayattan koparan iki ağır dünya savaşı gördü. Biz Türk milleti olarak İkinci Dünya Savaşı’na girmesek de savaşın sancılarını iliklerimize kadar hissettik. Çünkü soydaşlarımız bu savaşlarda yurtlarından oldular. Birçoğu da canlarını kaybetti.
Dünyadaki dengeleri altüst eden İkinci Dünya Savaşı, Kırım Tatarlarının hayatını da kökten ve olumsuz bir biçimde değiştirmiştir. Kırım, bu savaş sırasında Almanlar tarafından işgal edilmiş, tabiri caizse Rusya ve Almanya gibi iki zorba devlet arasında kalmış, mazlum Kırım halkına kendi inançlarını ve değerlerini özgürce yaşama imkânı tanınmamıştır. Kırım Tatarlarının insanca yaşaması söz konusu olduğunda Nazi Almanya’sı da komünist Rusya’dan farklı bir tavır içinde olmamıştır. Onlar da Tatarlara karşı tıpkı Ruslar gibi baskıcı bir politika gütmeyi tercih etmişlerdir. Bu durum, insanların özgürlüklerine paslı prangalar vurmuştur.
Nazi yanlısı Almanlara karşı SSCB (dolayısıyla Rusya) ordusunda savaşan Kırım Tatarları, Almanlara esir düştüğünde insanlık dışı muamelelere maruz kalmışlardır. Öte yandan Rusya, Almanlara esir düşen Tatarları Nazilerle iş birliği yapmakla suçlamış, bunun devamı olarak da onları başta sürgün olmak üzere insanlık dışı muamelelerle cezalandırmıştır.
Rusya ordusu, 9 Mayıs’ta büyük bir kibirle ve nefretle Kırım topraklarına girmiş, bir hafta sonra da Josef Stalin’in çıkardığı bir gizli kararname ile Kırımlı Tatarları mecburi göçe (sürgüne) tabi tutmuşlardır. SSCB, Kırım Tatarlarını Nazilerle iş birliği yaptıkları gerekçesiyle (paranoyasıyla) 18-20 Mayıs 1944’te, daha önce hayvanların taşınmasında kullanılan kara trenlere bindirerek başta Özbekistan olmak üzere, Orta Asya’nın çeşitli yerlerine sürmüşlerdir. Orta Asya ve Sibirya’ya sürgün edilen Kırım Tatarlarının yüzde 46’sı yolda veya gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalık gibi çeşitli sebeplerden dolayı hayatlarını kaybetmiştir.
Büyük bir kinle ve öfkeyle çileli bir sürgüne tabi tutulan mazlum Kırım Tatarları, Özbekistan çöllerinde evsiz, aç ve susuz bir hâlde ve alabildiğine çetin şartlar altında yaşama mücadelesi vermişlerdir. Yine aynı sürgünün muhataplarından bir grup Tatar da, Sibirya’daki Tayga Ormanlarında tomruk fabrikaları için zorlu ağaç kesme işleriyle uğraşmışlar, öte yandan da vahşi hayvanlarla mücadele ederek hayata tutunma çabası içinde olmuşlardır. Bununla da kalmayıp her hafta, kaçmadıklarına dair şüpheci Ruslara imza vermişlerdir.
Günahsız insanları çil yavrusu gibi birbirinden ayıran sürgün, Kırım Tatarlarının millî şuurunu yok edememiş, aksine daha da artırmıştır. Zorluklar ve imkânsızlıklar onları pes ettirmemiştir. Millî kimliklerini daima muhafaza etmişlerdir. Vatanlarına olan hasret ateşleri hiçbir zaman küllenmemiştir. Bir gün öz vatanları olan Kırım’a döneceklerine dair güçlü inançlarını hiç yitirmemişlerdir. Bu ülküyü güçlü, iri ve diri tutmuşlardır. Bu durumu Kırım’ın dünyaca tanınmış büyük yazarı Cengiz Dağcı, “Yansılar 3” adlı kitabında bakın nasıl anlatmıştır: “Yeniden yeşereceği, gövdesinden filizler fışkıracağı, sona erdi sanılan bir ağaç değil mi Kırımlılar? Ulusça bağımsızlıklarını yitirdikleri günden başlayarak, ağacın dalı budağı kesilmedik bir devre geçmedi. Gene de taze filizler fışkırdı gövdesinden. Filizler kalınlaşıp dal budak olmasına zaman kalmadan, tekrar kesildiler. Gövde yeniden filizlendi. Sonunda kökünden kesilip uzak, ıssız ve kısır bir toprağa atıldı. Orda da yeni filizler fışkırdı gövdeden; filizler dal oldu; dallar uzadı uzadı, ağacın bin yıl önce dikildiği toprağa ulaştılar.”
Acının ve hüznün en koyu hâli yahut sürgün hatıraları…
Vatanlarını canlarından aziz bilen Kırımlıların puslu bir sabaha karşı, doğdukları ve doydukları yurtlarından apar topar sürülmesi vicdanları ve yürekleri kanatmıştır. Geleceğe dair düşleri kıyıma uğratılmıştır. Bir milletin yaşama hakkı ve haysiyeti yok sayılmıştır.
Uzun seneler boyunca, zaman kendi mecrasında akmış olsa da, dünün yaraları hâlâ kabuk bağlayabilmiş değil. Yaraya banılan tuz, dün gibi yakıcı. Tebessümler âdeta kayıp. Bugünler, dünlerin acı sabahlarından bağımsız değil. Yürekteki ateşin közleri sönmüş değil.
Dününü unutanlar yarınları inşa edemezler. Dün, yarınların pusulası hükmündedir. Onun içindir ki müstevliler tarafından büyük bir kırıma tabi tutulan Kırım’ın acılı dününe (sürgün yıllarına) dair hüzünlü birkaç hatırayı paylaşmadan geçemeyeceğim.
“Bizleri Akmescit’e getirip hayvan vagonlarına doldurdular. 28 gün yol gittik. Bütün yol boyunca bir kere yemek verdiler, Sarıtav (Saratov)’da. Bazılarımız yanına yiyecek bir şeyler alabilmişti. Bazılarının unu vardı, pişirip bize de verirlerdi. Vagonumuz o kadar doluydu, o kadar sıkışıktı ki ayaklarımı uzatamıyordum. Vagonumuzda ölenleri yol kenarına bırakıp gittik, gömemedik. Semerkant’a getirdiler, stadyuma topladılar. Yanımıza alabildiğimiz eşyaları, bohçacıklarımızı bir kenara topladılar. Bizleri tüfeklerle ite kalka hamama götürdüler. Anlatılır gibi şeyler değildi. Bizleri dipçikliyor, küfürler ediyor ve üzerimize ilaçlı kaynar su atıyorlardı. Kaynar suya dayanamayıp ölenler oldu. Kaynar sular…” (Arire Nezetli İDRİSLİ-Emel Dergisi-Sayı: 210)
“18 Mayıs 1944’te sabah saat 4’te kapılar çalındı. İki er ve bir subay bizleri uykudan uyandırıp, üstümüze ne giyebildiysek öylece bizi tekme-tokat silah zoruyla evimizden dışarıya çıkardılar. Kamyonlara doldurup Kefe şehrine götürdüler. Bindiğimiz kamyonları geri geri sürerek, istasyonda duran hayvan vagonlarının kapısına yanaştırıp, aşağıya inmemize müsaade edilmeden kamyondan doğruca trene bindirildik. Onların gözünde bizler insan değil, hayvan gibiydik. Vagonun içi hayvan pisliğinden cıvık cıvıktı. Vagon, ağzına kadar silme dolduktan sonra kapılar kapatıldı ve on iki gün sonra Rusya’nın Gorkiy (Nijniy Novgorod) bölgesinde açıldı.” (Umuş REŞİTOVA-Emel Dergisi-Sayı: 211)
Sürgündeki yüz binlerin ezelî ve ebedî vatan Kırım’a geri dönüşü
Kırım Tatarları zorunlu olarak gittikleri (sürgün edildikleri) yerlerde kalıcı olmadıklarını, fırsat bulduklarında ezelî ve ebedî vatanları olan Kırım’a döneceklerini hep hayal ediyorlardı. Bu, hayalden çok güçlü bir inançtı. Zira buna dair umutlarını güçlü tutmaya çalışıyorlardı. Nitekim dünyanın (hayatın) bin bir hâli vardı. Neticede Kırımlılar bu düş(ünce)lerinde yanılmadılar. Gorbaçov’un yönetimindeki SSCB, Perestroika ve Glastnost reformları neticesinde dağılma sürecine girdi. Bununla bağlantılı olarak 1989’a gelindiğinde “Kırım Sürgünü”nün hukuksuz olduğu ve Kırım Tatarlarının devlet eliyle yurtlarına döndürülmesi gerektiği Sovyet Hükûmetince kabul edildi. Böylece dönüş mutluluğu yaşandı. Fakat hiçbir şey Kırımlıların yurtlarından ayrıldıkları sırada bıraktıkları gibi değildi.
Aslında SSCB’nin Kırım halkına yaptıkları sıradan bir sürgün hadisesi değil, kelimenin tam karşılığıyla bir çeşit soykırımdı. Nitekim 2015 yılında Ukrayna Parlamentosu, Kırım Tatar Sürgünü’nü soykırım olarak kabul etmiştir ve 18 Mayıs tarihini “Kırım Tatar Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” olarak ilan etmiştir. Öte yandan 2019 yılında Letonya ve Litvanya 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü’nü soykırım olarak tanımışlardır.
Son söz yerine yahut dinmeyen “Kırım Hasreti”
Köklerden göklere uzayıp giden koca bir çınar olan Kırım, bizim kadim tarihimizde çok kıymetli bir yerde durur. Kırım, bizim gönül bağımızın açmadan soldurulmaya çalışılan nadide çiçeğidir. Kırım, birlik ve beraberliğin timsalidir. Gönül teknemizin has hamurudur. Vaktiyle Kırım’a ve Kırım’ın güzel insanlarına olan derin sevgimi ve muhabbetimi “Kırım Hasreti” adlı şiirimde şöyle dile getirmiştim: “Kalbimizi titreten yanık bir türküsün sen / Gönülde tazelenen nazenin ülküsün sen / Boynumuz bükük kalır boynun bükük kaldıkça / Mâziyi yâd eyleriz hayallere daldıkça / Seni ele yâr etti güçlülerin atası / Düşlerimi kanatır hüzün yarımadası / Kırım Tatarlarının taşırsın izlerini / Söyle kim kör eyledi vicdanın gözlerini? / Bizi teselli eyler şanlı mâzinin yâdı / Akmescit’ten duyulur öksüzlerin feryadı // Uzağına düşenler, adını anar durur / Bahtı kara Kırım’a yürekler yanar durur / Sitemim Moskof’adır, sana değil sitemim / Sen özgür kalmadıkça dinmeyecek matemim / Güller boynunu bükmüş, susmuş şeyda bülbüller / Rengini, kokusunu yitirmiş mor sümbüller / Balyozla kırılmıştır özgürlüğün kanadı / Vicdanları kanattı Moskof’un kör inadı / Dizlerden derman gitmiş, sarp dağları aşan yok / Ey şimalin aslanı, imdadına koşan yok! / Bugünkü ahvaline hayret eden yok şimdi / Düzlüğe çıkman için gayret eden yok şimdi // Özgürlük savaşçısı İsmail Gaspıralı / Bir millet doğranırken kimse değil oralı / Bütünün yarısısın, öbür yarın bizdedir / Bir ayağın çukurda, bir ayağın düzdedir / Ateşten bahçelerin kırıl(g)an gülüsün sen / Moskof’un kıskacında şimdi bir ölüsün sen / Zaferi düşte görür özgürlük savaşçısı / Mustafa Abdülcemil, Tatar’ın yol başçısı / Evlâdın Cengiz Dağcı kucağında uyuyor / Attığın çığlıkları sağır sultan duyuyor / Dünyaya haykırmalı Kırım’ın davasını / Ölmeden solumalı Akmescit havasını // İklimin soğuk ama yüreğin sıcak senin / Mütebessim nazarın mazluma kucak senin / Ey hüzün coğrafyası, alamadın bir nefes! / Yurdundan evlâ değil bülbüle altın kafes / O kelepçeli hâlin içimizi acıtır / Baş tacı ettiklerin başımızın tacıdır / Kan kırmızı şafakta gölgenden kan çekilir / Seni üzgün gördükçe bedenden can çekilir / Gün gelecek Kırımlı yurduna kavuşacak / Yeşerecek bahçeler, kederler savuşacak…”
Kederli ve acılı bir coğrafya olan Kırım’ın derdi bitecek gibi değil. Bugün güzel Kırım Yarımadası yasa dışı uyduruk bir halk oylamasıyla ne yazık ki yine Rusya tarafından ilhak edilmiştir. Görüldüğü gibi Rusya’nın Kırım planları dün olduğu gibi bugün de hiç bitmemiştir.
Türkiye için çok önemli bir jeopolitik konumu olan ve tarihî bağlarımız bulunan Kırım’ın yayılmacı Rusya tarafından işgal edilmesi bizim için de bir meseledir ve de önemli bir tehdit unsurudur. Zira Karadeniz’deki hâkimiyet Kırım’dan geçer. Bizim Kırım’la köklü (tarihî) kardeşlik bağlarımız vardır. Kırım’a doğrultulan namlu en çok da bize doğrultulmuştur. Öte yandan Kırım’ın haklarını ve halklarını koruma sorumluluğumuz da vardır. Bu anlayışla Kırım’daki ağırlığımızı korumalı, oradaki halkları ezdirmemeliyiz.