Balkanlar Hakkında Röportaj
Balkanlar coğrafyası gerek coğrafi yakınlığı gerekse tarihî, sosyal ve kültürel bağları sebebiyle Türkiye’nin özel ilgi gösterdiği bölgelerden biridir. Avrupa ile Asya kıtalarını birbirine bağlayan, değişik etnik köken ve kültürleri kendi içinde kaynaştıran bir bölge olan bu coğrafya, bölge için hem fırsatlar hem de tehditler sunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye tüm Balkan ülkeleriyle ikili ilişkilerini daha da ileriye götürebilmek için çaba sarf etmekte, bölgesel ve uluslararası platformlarda iş birliğini geliştirmektedir. “Balkanlar” konusunu ele aldığımız bu sayımızda, konuyla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Saraybosna Büyükelçisi Sayın Sadık Babür GİRGİN ile bir röportaj gerçekleştirdik. Girgin, Türkiye ve Bosna-Hersek arasındaki ortak tarihî geçmiş ve dostluk bağları, Balkan ülkeleri ile ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler ve tek kutuplu dünyadan çok kutuplu bir sisteme geçişin tartışıldığı süreçte, Türkiye’nin Balkanlar politikası hakkında dergimize önemli açıklamalarda bulundu.
Sayın Büyükelçim, Türkiye ve Bosna-Hersek arasındaki ilişkileri, ortak tarihî geçmiş ve dostluk bağları temelinde değerlendirecek olursak, sizden iki ülke arasındaki ilişkilerin mevcut durumu hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bosna-Hersek, dostluk bağlarımızın kuvvetli, ilişkilerimizin çok yoğun olduğu bir ülke. Karşılıklı üst düzey ziyaretlerin de en fazla olduğu ülkelerden biri. Bosna-Hersek’in mevcut Devlet Başkanlığı Konseyi’nin dört yıllık çalışma döneminde iki defa Türkiye’ye resmî ziyarette bulunması ve Sayın Cumhurbaşkanımızın da iki defa Bosna-Hersek’e resmî ziyaret için gelmesi, Bosna-Hersek’in başka hiçbir ülkeyle mevcut olmayan en üst düzey bir diyaloğun göstergesidir. Bunu kendileri vurguluyor. Konsey üyelerinin, Antalya Diplomatik Forumu gibi vesilelerle ziyaretlerindeki temaslarını da ilave etmek lazım. Bu ziyaret ve diyalog yoğunluğunun neticesinde Bosna-Hersek’in en fazla anlaşması bulunan ülke Türkiye’dir. Bu, devletler arası ilişkilerde uzun vadeli etkileri olan önemli bir gösterge. İlişkilerin yakınlığı sadece en üst düzeyle sınırlı değil. Mesela, her iki ülke de birbirleriyle en fazla kardeş şehir ilişkisi olan ülke konumundalar. Bu da yerel yönetimler düzeyindeki ilişkiler için bir emare. Bütün bunlar ekonomik faktörlerle de birleşince, fiilî nüfusu üç milyon civarında kabul edilen bu ülkeyle ticaret hacmimiz bir milyar dolara yaklaşıyor. Bosna-Hersek’ten Türkiye’ye gelen turist sayısı, nüfusu çok daha fazla olan Avrupa ülkeleriyle kıyaslanır hâle geliyor. Tabii ki ilişkilerimizde hâlâ katedilecek mesafeler var. Ama iyi bir noktadayız.
nBalkanlar, özellikle tarihsel olarak ele aldığımızda, Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Balkanlar, hâlâ parçası olduğumuz bir bölge. Bölgedeki ülkelerin bazılarıyla beş asra varan bir müşterek tarihimiz var. Bazılarıyla sınır komşusuyuz. Bazılarının önemli ticaret ortağı ve yatırımcısıyız. Dolayısıyla Balkanlar, güvenliğimiz ve ekonomik ilişkilerimiz bakımından samimiyetle istikrar ve refahını istediğimiz bir bölge. Ama en önemli bağımızın, Türkiye’de sayıları milyonları bulan Balkan kökenli vatandaşlarımız ve bölgede yaşayan soydaş ve akraba topluluklarımız olduğunu hatırda tutmak lazım. Biz, bölgenin huzur ve refahını en fazla bu nedenle istiyoruz.
Osmanlıdan günümüze kadar Balkanlar ile nasıl bir ekonomik, kültürel ve siyaset ilişkisi içerisindeydik, günümüzde bu durum nedir?
İki asra yaklaşan bir süreci burada özetlemek kolay değil ama her alanda en yoğun ilişkileri mevcut dönemde yaşadığımızı söylemek mümkün. İki dünya savaşı arasındaki dönemde Balkan Antantı ve sonrasında Balkan Paktı gibi savunmaya yönelik önemli siyasi girişimler olmuş, fakat Soğuk Savaş dönemi Balkanları etkilemiş ve Balkan ülkeleriyle ilişkilerimizin gelişme imkânlarını kısıtlamıştır. Malumunuz, 1980’lere kadar ülkemizin ekonomik modeli ihracata değil, ithal ikamesine yönelik olduğundan diğer ülkelerle bugünkü gibi yoğun bir ekonomik ilişki kurma imkânımız da kısıtlıydı. Yurt dışındaki kültür faaliyetlerimiz ise Yunus Emre Enstitüsü kurulana kadar yine nispeten kısıtlıydı. 1990’lara kadar bölgede fiilen savaşlar olmasa da bölgedeki komünist rejimlerin baskıları karşısında soydaş ve akraba topluluklarımızdan Türkiye’ye göç dalgaları olmaya devam ettiğini unutmamak lazım. Bugünkü rakamlara baktığınızda Balkanlarla ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerimiz geçmişe kıyasla çok daha ileri seviyededir. Bugün bölgede 17,5 milyar dolar yatırımımız, lehimize fazla içeren 30 milyar dolara yakın bir ticaret hacmimiz vardır.
Balkan kültürüyle Türk kültürü arasında köklü ortak yanlar ve kimi açılardan ise farklılıklar mevcut; bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bosna-Hersek özelinde, önümüzdeki zamanlarda ilişkileri geliştirmek açısından, bilhassa kültürel iş birliği konusunda neler yapılabilir?
Osmanlı eserlerinin ötesinde, Türk kültürünün bazı unsurları Balkanlarda, özellikle Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova’da hâlâ mevcut. Türkiye’de unutulan âdetlere Balkanlarda rastlamak mümkün. Kültür alanındaki ortak yönler, ülkeler arasında köprüler kurma imkânı verirler. Yunus Emre Türk Kültür Merkezlerimizin kültürümüzü ve ortak yönlerimizi tanıtan faaliyetleri, üniversite öncesinde okullarda uygulanan Tercihim Türkçe Dil Programı ve üniversitelerdeki Türk dili bölüm ve kursları hep kültür ilişkilerimizi geliştiren unsurlar. Tabii ki TİKA ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’müzün ecdat yadigârı eserleri restorasyonu da, ortak kültürümüzün yaşatılması bakımından ehemmiyetli. Türkiye bursları ile Mevlânâ ve diğer değişim programları, üniversite gençliğinin ortak kültürü, ilgili ülkelerde bizzat yaşamalarına imkân veren programlardır. Bazı tarihî dizilerimizin dahi bu alanda katkılarını görmekteyiz. Kültür ve tarih alanında ortak akademik araştırmalar, karşılıklı kitap tercümeleri, ortak diziler ve sinema potansiyelinden henüz tam istifade edilememiş alanlar olarak akla geliyor.
Aliya İzetbegoviç’in hayatı, bakış açısı, Bosna-Hersek’le Türkiye açısından önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Rahmetli Aliya İzetbegoviç, sadece Bosna-Hersek için siyasi bir lider değildi malum. Yaşadığı dönemin önemli bir mütefekkiri idi. Hayatı, baskılar altında geçti ama duruşundan taviz vermedi. Tahayyül ettiklerinin bir kısmının hayat bulduğuna şahit olmak nasip oldu kendisine. Gerçekçi bir bakış açısı vardı, esnek davranabiliyordu ve Bosna-Hersek’in haritadan silinmesini önledi. Bosna-Hersek’i, orada yaşayan herkesin vatan olarak hissetmesi ve bu yönde çalışılması gerektiğini biliyordu. Türkiye bakımından önemi daha çok mütefekkirliğinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de belli bir nesli fikriyatıyla etkilemiştir. Bizde çok kullanılan Bilge Kral lakabının kral kısmı, hanedanlık çağrıştırdığı için Bosna-Hersek’te tepki görüyor ve kullanılmıyor. Bizim de aslında Bilge Lider dememiz daha doğru olur.
Peki, Aliya İzetbegoviç’in vefatından sonra, Bosna Hersek gençliği onu nasıl tanıyor veya Bosna-Hersek nasıl bir değişim yaşadı bu süreçte?
Bosna-Hersek’te Boşnaklar arasında takdir edeni çok ama takdir etmeyenleri de var. Belli bir kesimin tarihî lideri olarak görülüyor. Nüfusun Boşnak olmayan yarısında ise sadece Boşnakların tarihî lideri algısı var. Hâlbuki savaş sırasında dahi farklı etnik kökenli insanları beraberinde yönetime alıp, ülkenin yaşayan herkesin vatanı olması için gayret göstermiş bir liderdi rahmetli. Bosna-Hersek de onun istediği noktada değil tabii.
1990’lı yıllardaki Bosna Savaşı, Dayton Antlaşması ile sona erdi ve bölgede parçalı bir devlet kuruldu. Bize savaşın ardından bölgede oluşan siyasi-idari yapıyı anlatabilir misiniz?
Savaşın bitmesi ve akan kanın durması adına çok tavizler içeren bir anlaşma Dayton Antlaşması. Devletin altında, Federasyon ve Sırp Cumhuriyeti adında iki entite var. Federasyon da on kantondan oluşuyor. Ayrıca özerk bir bölge olan Brçko var. Bu saydıklarımızın her birinin ayrı hükûmetleri ve meclisleri var. Ülkede 13 başbakan olduğunu söylersek, durumun karmaşıklığı daha iyi anlaşılır sanırım.
Ayrıca, son yıllarda geniş yetkilerini fazla kullanmasa da Dayton Anlaşması’nın uygulanmasını sağlamaktan sorumlu bir uluslararası Yüksek Temsilci var. Kurumların yönetiminde, üç kurucu etnik grubun yani Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların kotaları var. Mesela, Devlet Başkanlığı Konseyi bu etnik gruplardan birer kişiden oluşuyor ve Konsey Başkanı sekiz ayda bir aralarında değişiyor. Bu karmaşık yapı ve yetki dağınıklığı devletin ve kurumların işleyişlerinin tıkanmasına sebep oluyor.
“Srebrenitsa Soykırımı”, aradan 27 yıl geçmesine rağmen hafızalardan silinmezken geçtiğimiz günlerde Kosova ve Sırbistan arasında bir gerginlik yaşandı. Srebrenitsa Soykırımı özelinde, Balkan coğrafyasında yaşanan bu tür gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Srebrenitsa, uluslararası mahkeme tarafından soykırım olarak tanınmış tek mezalim. Hâlbuki Bosna-Hersek’te ve bölgede birçok yerde etnik temizlik maksadıyla bu mezalimler yapıldı. Neticede uluslararası toplum, bu mezalimler uluslararası kamuoyuna yansıdıktan sonra harekete geçmek mecburiyeti hissetti. Bunların tekrar yaşanmamaları için öncelikle unutulmamaları ve faillerinin cezalandırılmaları gerekiyor. Tamamı olmasa da elebaşları yargılanıp hüküm giydiler. Yaşananların unutulmaması için Srebrenitsa yakınında kurulan şehitlik ve anma merkezi var. Bu merkeze Türkiye’nin de büyük desteği var. Türkiye, bölgedeki gerginliklerin azaltılması ve bir işbirliği ortamı oluşması için büyük çaba sarf ediyor. Türkiye’nin başlattığı ve Bosna-Hersek’le Sırbistan ve Hırvatistan’ı ayrı ayrı bir araya getiren iki tane üçlü mekanizma var: Sırbistan’la olan Cumhurbaşkanları seviyesinde, Hırvatistan’la olan Dışişleri Bakanları seviyesinde. İlgili taraflar bu diyalog ve iş birliği mekanizmalarını faydalı buluyorlar ve gergin dönemlerde bizden bunları çalıştırmamızı istiyorlar.
Avrupa Birliği’nin Batı Balkan politikası çerçevesinde Bosna-Hersek’in Avrupa Birliği’ne giriş sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, bölgedeki etnik gerginlikleri de ortadan kaldıracağı düşüncesiyle, bölge ülkelerinin Avrupa Birliği’ne üyeliklerine hep müspet yaklaştı. Ancak, Avrupa Birliği bu konuda yavaş ilerledi. Bosna-Hersek’in Avrupa Birliği’yle bir İstikrar ve Ortaklık Anlaşması bulunmakla birlikte, yıllardır adaylık statüsü dahi alabilmiş değil. Türkiye’nin üyelik sürecini bildiğimiz için bu yavaşlığa şaşırmıyoruz tabii ki. Bugün, Avrupa Birliği içinde artan sorunları ve genişlemeye karşı ülkeleri de dikkate alınca, sürecin daha da uzayacağı aşikâr. Ukrayna savaşıyla birlikte bu ülkeye ve Moldova’ya beklenmedik bir şekilde adaylık statüsü verilmesi, uzun süredir bekleyen Bosna-Hersek’te hem hayal kırıklığı hem de bir ümit yarattı. Diğer taraftan, Avrupalı liderlerin zaman zaman dillendirdikleri halkı Müslüman olan ülkelerle ilgili tavırları da ortada.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Bosna-Hersek’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretin Bosna Hersek ve Balkan ülkeleri açısından önemini nasıl okumamız gerekiyor?
Sayın Cumhurbaşkanımız 6-8 Eylül tarihleri arasındaki Balkan ülkeleri ziyaretleri çerçevesinde Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan’ı ziyaret etti. Heyette ilgili bakanlar ve kurum yöneticileri de yer aldılar. Toplam 11 anlaşma imzalandı bu ülkelerle. Beraber hareket eden iş adamları heyetleri DEİK’in düzenlediği üç iş forumuna katıldılar. Ziyaretler, bu ülkelerle ikili ilişkilerin, özellikle ekonomik alanda gözden geçirilip geliştirilmelerine yönelik adımlar atılmasına vesile oldu. Ancak, Bosna-Hersek bakımından buna ilave faydaları da oldu. Sayın Cumhurbaşkanımız, ülkede son dönemde aralarında gerginlikler bulunan üç etnik grubun liderleriyle bir araya gelerek, ortamı yumuşatmaya yardım etti. Bu liderlere ve kamuoyuna, Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünü ve egemenliğini sonuna kadar destekleyeceğimiz ve ayrılıkçı maceralara karşı olduğumuz mesajını verdi.
Biliyorsunuz geçtiğimiz haftalarda Alman olan Yüksek Temsilci, seçim yasasına bazı değişiklikleri getirmek üzere girişimde bulunmuştu. Sayın Cumhurbaşkanımız, bunların seçim döneminde yapılmasının demokratik bir uygulama olmayacağına dikkat çekerek, Devlet Başkanlığı Konseyi üyelerine, bu tür meseleleri kendi aralarında çözmelerinin önemine işaret etti. Ziyaret sırasında Sayın Dışişleri Bakanımız, Savunma Sanayii alanında iş birliğine yönelik bir anlaşmayı Bosna-Hersek Güvenlik Bakanı’yla imzaladı. Ayrıca, iki ülke arasında kimlikle seyahat konusunda fikir birliğine varıldı ve bunun teknik çalışmaları devam ediyor. Hâsılı, birçok bakımdan fayda sağlayan bir ziyaret oldu.
Son olarak tek kutuplu dünyadan çok kutuplu bir sisteme geçişin tartışıldığı süreçte, Türkiye’nin Balkanlar politikasını nasıl değerlendirebiliriz?
Türkiye bir yandan Balkanların parçası, diğer yandan nüfusu ve ekonomik yapısıyla bölge ülkelerinin toplamından daha büyük. Türkiye’nin Balkanlar politikası; bölgede barış, istikrar, iş birliği ve refahı hedefliyor. Gerçekçi bir şekilde, bunun için bölgedeki bütün halkların huzur ve refah içinde olması gerektiğinin farkında. Bu sebeple, ayrım yapmadan her ülkeyle ve bölge ülkelerinin de birbirleriyle diyalog ve iş birliğini artırmak için bütün imkânlarını kullanıyor. Mesela, bölgedeki en kapsamlı forum, 13 Balkan ülkesini bir araya getiren Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’dir. Türkiye, 2020-2021’de bu sürecin dönem başkanlığını üçüncü defa üstlendi ve pandemiye rağmen rekor sayıda faaliyetle birçok sektörde bölge ülkelerini diyalog ve iş birliği için bir araya getirdi. Buna benzer birleştirici çabalarımız var ve devam edecek.