Pandemi ve Savaş Düzleminde AB’de Yaşanan Toplumsal Kırılmalar
Tüm dünyada negatif etkileri gözlemlense de, pandemi döneminden bu yana AB’nin toplumsal anlamda çok daha derin bir endişe ve korku iklimine doğru sürüklendiği görülebiliyor. Pandemi sürecinde zaten önemli ölçüde yaşlı olarak tabir edilebilecek nüfus potansiyelinin karşı karşıya kaldığı risk, özgürlükleri kısıtlayan sert yaptırımlar, bu yaptırımlara karşı artan huzursuzluk ve sokak gösterileri ile ekonomik daralma zaten ciddi anlamda toplumsal kaygıların oluşmasına sebep olmuştu. Bunlara ek olarak tüm bu zor süreçlerde üye ülkeler (her zaman olduğu gibi) öncelikle kendi ulusal çıkarlarını gözetirken, ortak karar alma mekanizmalarını zora sokan yaklaşımları ise etkin bütünsel önlemlerin alınabilmesinin de önünü tıkamıştı.
Enerji alanında talep kırılması ile yaşanan rehavet ise, AB ülkelerinin radikal yeşil dönüşüm söylemleri ile birçok ortak sosyal fonun dahi bu alana yöneltilmesi ile neticelenmişti. Akabinde yaşanan enerji krizi ise bir anda AB ülkelerini kurguladıkları aceleci pembe dönüşüm tablolarındaki kara lekeler ile baş başa bırakmıştı.
Pandemi sonrasında başlayan enerji krizi ve akabinde yaşanan ve hâlen devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ise artık durumu toplumsal anlamda çok daha kırılgan bir noktaya getirdi.
Neredeyse spot piyasalarda olması gerekenin 10 kat fazlası düzeyleri gören doğal gaz ve elektrik fiyatları, AB vatandaşı olan özellikle düşük gelirli kesimin ciddi anlamda negatif etkilenmesine sebep oldu. Yüksek enerji fiyatları birçok sektörde yavaşlamaya, hatta durağanlığa yol açtı. Enerji yoğunluğu yüksek olan birçok sektörde girişimciler tesislerini enerji maliyetlerinin daha düşük olduğu ABD gibi ülkelere taşıma kararı aldı. Bu gibi sebeplerle işsizlik arttı. Büyüme yavaşladı. Enflasyon yükseldi ve resesyon endişeleri neredeyse bütün AB üyesi ülkeleri tehdit eder duruma geldi.
Popülist (ve pek de samimi olmayan) Ukrayna taraftarlığı yavaş yavaş yerini endişeye bırakmaya başladı. Ukrayna’dan gelen milyonlarca göçmenin yönetimi ise bir hayli zorlaştı.
Değer zincirlerindeki kırılma, sigorta ve lojistik süreçlerinde daralma, yeni yaptırımlarla daha da gerilen ortamda küreselleşme tabanına oturan liberal AB sistematiğini temellerinden sarsmaya başladı.
Politikacıların birçok yatırımcıyı zarara sokacak tutarsız ve sert söylemleri, yerine göre fiyatların yükselmesine, yerine göre de büyük yatırımların heba edilmesine sebep oldu.
Finansal olarak güçlü devletler halka yönelik ekonomik yardım paketleri ile süreci yönetmeye çalışsalar da, güçsüzler bu bağlamda yetersiz kaldı ve sorun giderek daha da büyüdü.
İlgili ekonomik darboğaz ve toplumsal ayrışma birçok AB ülkesinde mevcut iktidarların devrilmesine ve hatta AB içindeki huzursuzluğun daha da artmasına sebep olabilecek bir ölçüde devam ediyor.
Yaklaşık 70 yıldır rahata alışan AB vatandaşları, kapılarındaki gerçek savaş karşısında derin bir endişe havasında, panikatak yaklaşımlarda kalmaya devam ediyor.
Peki, böylesi derin bir kriz AB’yi yıpratıyorken, AB liderleri durumu nasıl yönetiyor?
Enerji krizine nasıl bir çözüm getiriyor?
Piyasalar tam durulmaya başlarken yeni sert söylemlerle ortam geriliyor ve Rusya’nın karşı hamleleri enerji yönetimini daha da zora sokuyor.
Destek ve para yardımları yeterli olmuyor.
Tamamen serbest piyasa modeliyle çalışan, sosyal devlet ilkesinin yerine göre zayıf kaldığı birçok üye devlette huzursuzluk artıyor.
Fransa gibi nükleer kaynaklara sahip ülkelerde dahi İngiltere gibi birlikten ayrılma şeklinde fikirler dikkat çekmeye başlıyor.
Enerji krizini yönetmeyen ve Rusya’ya karşı makul düzeyde yönetilebilir bir eylem paketi ortaya koyamayan, ortak karar almada zafiyet yaşayan AB liderleri ise çözümü, daha fazla pahalı LNG tedariki ve tüketimini yüzde 15 azaltmakta buluyor.
Tüm bu kötü tabloya rağmen, özellikle ABD’nin telkinleri ile Rusya’ya yönelik daha da şiddetlenen yaptırım süreçleri hem risk yönetimini daha da zora sokuyor hem de uygulamada yetersiz kalıyor.
Daha fazla LNG tedariki ile sorun çözülmeyeceğine göre tüketimi azaltmak için de AB liderleri vatandaşlarına:
- Her gün banyo yapmayın. Banyoyu iki kişi yapın.
- Kravat takmayın.
- Evinizi ısıtmayın.
- Aydınlatmaları azaltın.
- Kamu binalarını 19 °C ye kadar ısıtın ve aydınlatmayın.
- Alışveriş merkezleri ve eğlence mekânlarının çalışma saatlerini düzenleyin.
- Kömür kullanımına göz yumun.
- Yakacak niyeti ile ağaç kesme gibi durumlara göz yumun.
Gibi söylemlerde bulunuyor.
Peki, sizce bu durum AB vatandaşlarını toplumsal olarak nasıl etkiliyor?
İşte politikacıların kendilerinin dahi uymadığı bu tablo hem ulusal hem de ortak AB vizyonu anlamında üye ülkeleri sosyolojik ve ciddi anlamda zora sokuyor. Çözüm olarak sunulan öneriler tatmin edici olmadığı için toplumsal güven aşınıyor. Politikacıların sert/popülist ve tutarsız söylemleri ile daha da çıkmaza giren piyasaların altında özellikle düşük ve orta gelir seviyesine sahip olan çoğunluk eziliyor.
Zaten yıllardır insanlık dışı politikalar ile gözlerini kapatmaya çalıştıkları Orta Doğu kökenli mülteci riskinden sonra, bir anda Ukrayna’dan akın akın gelen insanları nasıl yöneteceğini bilemeyen AB’nin böylesi daha da şiddetlenen bir enerji krizi döneminde nasıl adımlar atacağı ise merak konusu.
Mülteci yönetimi süreçleri de zaten ekonomik daralma sebebiyle işsizliğin arttığı, hayat pahalılığının etkilerini derinden hissettirdiği bu zor dönemde, AB toplumlarını daha da huzursuz ediyor.
Avrupa Birliği, içinden geçilen bu pandemi ve savaş düzleminde ilk defa bu denli rahatsız edici toplumsal kırılmalar yaşıyor!