Deli Yüreğin Evlatları
Doksanların sonlarında lise öğrencisiyiz. Aklımız beş karış havada, hiçbir şey umurumuzda değil. Üzerlerimizde baskılı Metallica tişörtleri, ara ara kulağımıza uydurmaya çalıştığımız küpeler. Anadolu’nun bir şehrini ikiye bölen bir nehrin kenarında göğe yükselen arsız kahkahalarımız…
İşte tam da bu dönemde bir dizi başladı. Daha doğrusu başlayalı epey olmuş ama yankısı bize ancak bulmuş. “Deli Yürek” diyorlar, “Miroğlu” diyorlar, “Delikanlılık” diyorlar, “Kuşçu” diyorlar…
Gençlik işte, kalabalık nereye, biz oraya…
Pazartesi akşamlarının vazgeçilmezi oluyor sonra Deli Yürek. Kulağımızdaki küpeler yavaş yavaş düşüyor. Baskılı Metallica tişörtlerinin yerini mayıs sıcağında giyilen siyah boğazlı kazaklar alıyor. Etrafta, 1.65 boyuyla pardesü taşımaya çalışan arkadaşlar…
Ve hepimizde bir Zeynep sevdası… Esas kız… Esas kıza layık olmak için esas oğlan olmak lazım. Esas oğlan olmak için mert olmak lazım, yiğit olmak lazım, dürüst olmak lazım, hülasa adam olmak lazım. Adam olmak da hemen olmaz Kuşçu’nun deyimiyle… Yavaş yavaştır. Taklitle başlar, taklit tahkike varır.
İşte biz de o çağlarımızda tanımışız merhum Ömer Lütfi Mete Hoca’mızı; ama tanıdığımızdan haberimiz yokmuş. O, Horasan Erenlerinin, Hoca Ahmet Yesevî’nin, Şah-ı Nakşibendi Hazretleri’nin, Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin teknesinde çoktan yoğrulmuş da, oradan aldığı ruhu bize üflüyormuş haberimiz yokmuş…
Varsın olmasın…
Bu toprakların çocukları cevherdir. Belki üzerleri toprakla örtülmüştür, kayıp gibi görünür ama üzerindeki toprağı silkince yine parıl parıl parıldar. Hoca, çağın en etkili aracıyla işte bu çocukların üzerindeki tozu üflemiş, silmiş, temizlemiş…
Hoca, şair, gazeteci, romancı, senarist, kalem erbabı…
Silah olmuş kalemi, yolunu kaybetmişlere fener, ümidini kaybedenlere ümit olmuş…
Bizzat yaşadığı tasavvufi tecrübeyle, şahsiyetiyle herkese örnek olmuş. Öyle ki düşmanları ile saygı duyuyor… Düşmanları dediysek, Hoca’nın kimseye zararı yok. Allah’a düşman olanlar O’na da düşman oluyor. Allah’ı sevmeyen bizi de sevmesin sadakatinde zaten Hoca. O yüzden umurunda değil.
Meslek icabı senarist olarak meşgul olduğu işlere bakmalı belki bu yazıda.
Hocanın her işinde muhakkak yiğit, halis niyetli, iyi bir terbiye görmüş karakterle, o karakteri yönlendiren, onu pişiren, hamlığını gideren bir derviş karakteri mutlaka vardır.
O’nun iyi karakterleri ya âlimdir ya arif ya da bu ikisini sevenlerdir. Yerlidir Hoca’nın kalemi. Asla aşağılık kompleksi bulaşmamıştır mürekkebine. Millîdir. Vatanseverdir…
O, yalan, fitne ve gıybet kutusu olarak gördüğü televizyonun içine irfanı sokmayı başarmış bir kalemdir. Kalpten çıkan kalbe girer. Bütün bu işleri yazarken niyeti halismiş ki bizler yazdığı senaryolardan etkilendik. Günü geldi mesleğe başlarken en azından O’nu, O’nun kaleminden dökülenleri taklit etmeye çalıştık, çalışıyoruz.
O liseli çağlarımızdan sonra kader, yollarımızı kesiştirdi. Bir kalem namzedi olarak kendisinden istifade etmek nasip oldu. Lakin geç bulduk, erken kaybettik. Fakat âşıklar ölmez, sadıklar ölmez, ardında eser bırakanlar ölmez…
Hoca’nın yazdıkları bize birer örnek, işlerimize mihenk taşı olarak kaldı. Ne mutlu ki, bu dünyadan bir Ömer Lütfi Mete geçti… Ne mutlu ki bu milletin içinden çıktı, bu millete hizmet etti… Allah makamını âli eylesin… Âmin…