Yüzyılın Depremi, Dayanışma, Öncü ve Artçı Düşünceler
Mevsim bahara göz kırpınca tabiatta yeniden diriliş muştuları yankılanmaya başlar. Zira bahar, tabiatın aşk tohumudur ve o, bu müjdeye kavuşur kavuşmaz kış ayazının sertleştirdiği kabuğu çatlatmanın telaşına düşer. Bahar, gönlünde biriktirdiği rengârenk tohumların güzelliklerini arz-ı endam etmeye hasret çeken bir çiçek panayırından başka nedir ki?
Zaman ve mekân şahittir ki her diriliş; bir irkilişin, şiddetli bir sarsılışın ve yeri göğü inleten güçlü bir haykırışın ardından gelir.
Olanca acıyı göze alıp kabuğunu çatlatmayan bir tohumun yeşermesi mümkün müdür? Bozkırın orta yerinde diriliş sancılarını kuşanmadan kalıcı zaferler koşulabilir mi? Hangimiz yıllar yılı yüreğimizde biriktirip gönlümüze ağırlık yapmaya başlayan yükleri aslanlar gibi kükreyerek ve avazımız çıkana kadar haykırarak boşaltmadan uzak ideallere revan olabiliriz?
Oluş ve bozuluşun kol kola yürüdüğü bir evrende yaşıyoruz. Yerin altından veya üstünden olsun her bozuluş, büyük bir gürültüyle aşikâr eder kendisini. Her oluş ise büyük sancılara gebedir.
İnsan, özü itibarıyla huzur ve sükûnun çocuğu olsa da dünyaya sürgün edildiğinden beri bozuluş curcunası ile oluş sancıları arasında yeniden anlamlandırmaya çalışır kendisini. Hayat, bozuluş ve oluş gergefinde sonsuza doğru uzayıp giden bir yolculuktan başka bir şey değildir zira. Kâinatın göz bebeği ve tabiatın özeti olması da bu yüzdendir insanın. Bu sebeple yaşadığı süre boyunca insanoğlu hem türlü sevinçlerin huzur hüzmelerine hem de akla hayale gelmez acıların, yıkımların ve sarsıntıların hüzün yumaklarına vatan olur.
Ne çok acıyla yüzleşir insan bu hayatta ve çoğu zaman yürek yangınlarının kor ateşiyle dağlamak zorunda kalır kabuk tutmaz yaralarını. Büyük bir sancıya eşlik eden ağlama nöbetleriyle dünyaya merhaba diyen insan için bundan başkası düşünülemez de zaten.