TBMM’de 1. Meclis’ten 2. Meclis’e
Millî Mücadele verilmiş, ülkemiz 23 Nisan 1920’de Ankara’da millî iradenin tecelligâhı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (1921’de tayin edilen bugünkü adıyla) açmıştır.
TBMM’ye, meclis başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa riyaset etmektedir. Aynı zamanda birçok Millî Mücadele kahramanı bu Meclis’te yer almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucu Meclis’i, Millî Mücadele’nin devamı, mücadele sürecinde yaşananlara dair düzenlemeler ve yeni devletin müteşekkili konularında çalışmalar yapmış, birçok husus görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. Bunlarla birlikte Meclis uhdesinde ikinci grup adıyla bir muhalefet bloğu oluşmuş, bu grubun başında Ali Şükrü Bey bulunmuştur.
Ancak 1923 yılında Ali Şükrü Bey gaiplere karışmış, günler sonra Topal Osman tarafından katledildiği tespit edilmiştir. Katilin, Meclis’in önünde asılması yasalaşmışken, yaralı olarak yakalanan Topal Osman alelacele öldürülerek gömülmüştür. Bu da bugün dahi bu suikastın arkasındaki ilişki ağına dair soru işaretlerini canlı tutmuştur.
Velhasıl, kuruluş döneminde ilk Meclis ve ikinci grupla oluşan yerli ve millî bir muhalefet imkânı Ali Şükrü Bey’le birlikte toprağa gömülmüştür.
Kanımca Türkiye’nin en büyük dönüm noktası “Birinci Meclis ile İkinci Meclis” ve sonrası arasındaki ruh, mana ve temsiliyet farkıdır. Dönüm noktaları her daim güzel hadiseler olacak değildir. Tarihimizdeki nice kötü hadise güzel sonuçlansa da sonuçlanmasa da milletimizin kutlu yolculuğunda önemli dönüm noktalarıdır.
Bugün toplumumuzun büyük bir kısmı, ilk ve kurucu anayasamızın hangisi olduğu sorulduğunda 1924 Anayasası diyebilir; hâlbuki ülkemizin kurucu anayasası 1921 Anayasası’dır. Ve dikkatinizi çekerim, kurucu anayasamızda bugünün basmakalıp yargılarıyla çok ilginç gelecek maddeler yer almaktadır.
Temel maddelerle birlikte bunlardan birkaçı şöyledir:
“Madde 1. Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” (1923’te Cumhuriyet ibaresi yer alacaktır.)
“İcra kudreti ve teşri salâhiyeti milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder.” (İleride, özellikle 1961 Anayasası ile milletin elinde olan irade bürokratik birtakım kurumların ihdasıyla dağıtılmış, bürokratik vesayet kurumları doğmuştur.)
“Madde 2. Türkiye Devleti’nin dini, Dini İslâm’dır. Resmî lisanı Türkçedir.” (1924 Anayasası’nda da yer alıp, 1928 ve 1937 yıllarında değiştirilmiştir.)
“Madde 7. Ahkâmı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde muamelâtı nâsa erfak ve ihtiyacatı zamana evfak ahkâmı Fıkhiye ve hukukiye ile âdap ve muamelât esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilenin vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tâyin edilir.”
Bu ifadeler ve ihtivaları, 24 Anayasası’nda özgün metninde bir kısmı korunmakla beraber ilerleyen yıllarda büyük değişikliklere uğramıştır.
Bu radikal değişimde, Birinci Meclis’teki isimlerin birçoğunun İkinci Meclis’te yer almaması ve devletin yönetim kadrosundaki eksen değişikliği etkili olmuştur. Bu sürecin ve kadro değişiminin, alanın uzmanlarınca incelenmesi anlamlı olacaktır.
Elbette iki Anayasa arasında farklar olması doğaldır. Yeni kurulmuş, küllerinden yeniden doğmuş bir devlet elbette yapısal gelişimi itibarıyla yeni düzenlemeler, tashihler yapacaktır. Ancak, hiçbir Anayasa düzenlemesi bizatihi Millî Mücadele’yi vererek Anadolu’nun sadrından yeni bir devlet yeşerten kadronun ortaya koyduğu Anayasa ile kıyas kabul edemez. Zira ilk ve kurucu anayasamız, Millî Mücadele’nin bir tezahürüdür.
Neyi ne için feda ettiğimizin ilanıdır. Öyleyse şunu söylemek gerekir ki; kurucu anayasamız ile 1924 Anayasası ve esasen akabinde üzerindeki bazı düzenlemeler arasındaki çok temel, ilkesel farklar kabul edilemezdir.
Bu itibarla söylediklerimiz, elbette subjektif yaklaşımlar olarak yorumlanıp ötelenebilir. Ancak Türk siyasi tarihindeki neredeyse tüm toplum & vesayet çatışmasının temelinde bu genetik problemin olduğunu görenler hak verecektir.
O hâlde şunu söylüyoruz; Türkiye, acilen genetik kodlarına geri dönmelidir!
Kurucu değerler, Anadolu mayası ile devlet akıl ve pratiğini buluşturmanın önemi, geçmişimizde yaşanan toplumsal ve siyasi olayların ışığında daha da belirgin hâldedir.