Z Kuşağı Aslında Diriliş Nesli Mi?
Son bir yıldır siyaset arenasında sürekli söylenen demografik bir terim var: “Z Kuşağı”. 2000 yılından sonra doğanlar, bu kuşağın bir parçası olarak kabul edilmekte ve 2023 seçimlerinde oy kullanacak seçmenlerin %25’i, bu kuşağın mensupları. Bir başka deyişle bu kuşaktaki gençler sadece bir partiye oy verse, bu parti doğrudan ana muhalefet partisi konumuna gelir. Tüm bu sebeplerden ötürü iktidar-muhalefet ayırt etmeksizin hepsinin diline ve hedeflerine konu oluyor bu kuşak. Kimi partiler, “İktidar olursak gençlerimize yönelik projelerimiz şunlardır…” gibi ifadelerle veya gençlerin kullandığı sözcükleri kullanarak bu seçmen grubuna inmeye çalışırken, kimisi de ne yapılırsa yapılsın “Z Kuşağı”nın zaten kendilerini tercih edeceklerini ileri sürmekte.
Onlar bu kısır polemikleri kendi aralarında tartışa dursun, biz gelin siyasi partilerin bakamadığı ancak gençlerimizi özel kılan ve bu özel kılan yönden ötürü onları kaybetmemize de neden olan noktalara odaklanalım. Evet, yanlış duymadınız. “Z Kuşağı”, kendinden önceki X ve Y kuşağından daha özel ama bu özel yönleri, onları âdeta “öldürmekte”. “X Kuşağı” (1965-1980 arası doğan bireyler), genel olarak temel ihtiyaçlara odaklı bir hayatı amaç edinmişlerdir; kışın yakacak kömürünün olması, yazın yiyecek tahılının olması onlar için yeterlidir. “Y Kuşağı” (1981-1999 arası doğan bireyler) ise, yine benzer bir hayat amacı belirlemiştir. Onlara göre bir ev, bir araba ve çocuklarına iyi bir eğitim sağlayacak kadar birikmiş para, yaşam için gerekendir. İki kuşak da, göreceğiniz üzere daha maddi konular üzerine düşünmeyi ve fikir üretmeyi tercih etmiştir. “Z Kuşağı” ise, yönünü; maneviyat, metafizik, ahlak ve erdem konularını, hayatlarının odak noktası yaparak zihinlerini bu alanda meşgul etmiştir. Bir başka deyişle günümüz gençleri maddi hedefler yerine yaşamın amacını anlayarak “kendini gerçekleştirmeyi” hedef edinmiştir.
Böyle güzel bir hedef, onları özel kılmakta ve gerçekten insan olmanın anlamına ulaşmamızı kolaylaştırmakta. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu özellik, onları resmen “öldürmekte”. Sürekli zihinlerinde, “Ben kimim, neden yaşıyorum, hayatın anlamı ne, insanlar neden bu şekilde davranıyor?” gibi soruların olması, onları bazen bohem hayatına, bazen buhranlı düşüncelere, bazen inançsızlığa bazen de bağımlılık oluşturucu maddelere yöneltiyor. Çünkü bu cevaplandıramadıkları sorular, zihinlerini âdeta kemiriyor ve zihinlerini boşaltmak için bu yöntemlere gitmek zorunda kalıyorlar. Gençlerimizin, bu düşünme eylemini gerçekleştirirken psikolojik olarak yıpranmalarını engellemenin bir yolu yok mu? Nasıl kurtarabiliriz gençlerimizi kendi zihinlerindeki zincirlerinden? Bana kalırsa onları anlayacak ve onlara liderlik yapacak yalnız iki şey var: Sezai Karakoç ve Diriliş fikriyatı.
Sezai Karakoç’u, edebiyat dersi almış herkes az çok bilir. Yine de bilmeyenler ve unutanlar için biraz anlatalım. Kendisi, İkinci Yeni Akım şairlerimizdendir. Bu akımın sanatçıları; kapalı anlatım, gerçek üstücülük, yalnızlık, bunalım, varoluşçuluk, metafizik gibi terimler üzerinde bir edebiyat kurmuştur. Sizlerin de fark edebileceğiniz gibi bu yönleri ile “Z Kuşağı”na oldukça benzerler. Peki, o kadar İkinci Yeni sanatçısı içerisinden neden Sezai Karakoç bu görev için en uygun fikir adamımız? Çünkü kendisi, tüm bu felsefi düşünme sürecini yaşarken çıkar yolu, muhafazakâr/dindar bir çizgide görmüş ve buna göre de bir hayat görüşü kurmuş: Diriliş. “Z Kuşağı”nın şu anki konumu, Sezai Karakoç’un Diriliş Neslinin Amentüsü’nde geçen şu alıntıyla örtüşmekte: “Bu savaşlarda bedenlerden, maddi vücutlardan önce ruhlar, manevi vücutlar, yani varoluşlar düşer, tutsak olur, yenilgiye uğrar. Ya da tam tersine dönüşür, tutsak eder, yenilgiye uğratır.” “Z Kuşağı”nın zihniyle verdiği bu savaşı kazanıp kazanamayacağını tarih gösterecek bizlere.
Peki, bu kadar İslam alanında uzman ilahiyatçılarımız, yazarımız, fikir adamımız varken nedir Sezai Karakoç’un farkı? Diğer İslam fikir adamları durağan, yerinde sayan bir İslam medeniyeti çizmiştir bizlere; İslam’ın 5 şartı, 32 farzı, 40 hadisi ve 12 imamını bilmenin ve öğrenmenin İslam’ı yüceltmek için yeteceğini anlatırken Sezai Karakoç, bize daha dinamik, üretken ve ateşli bir İslam medeniyeti çizmiştir. Ona göre Batılı anlamdaki sağcılık ve solculuk bizim için ters olmalıydı. Sağcılık içinde değerlendirdiğimiz İslamcılığın tıpkı solculuk gibi özgürlükçü, yeni fikirler üreten ve sorgulayan, devrimci bir yapıda olması gerekmekteydi. Kendi ifadesi ile “Kültür ve medeniyeti yaşatmak, sadece geçmişte ortaya konanları muhafaza etmek gibi müze işlemi değil, aynı zamanda aynı kültür ve medeniyetin çağ içinde de doğurganlığını korumasına çalışmaktır. Eğer bir durgunluk varsa, yeni diriliş çığırını açmak suretiyle uygarlığı ilerleme yönünde kamçılamaktır.” demektir. Yine bu anlayıştan gelen devinimden kaynaklı olarak eskiyi sadece yâd etmekle yetinmemiş, sorgulamış, hak din İslam’ın neden günümüzdeki bu zor zamanlara düştüğünü tarafsız ve bilimsel yollarla anlayama çalışmıştır: “Doğuyu ve Batıyı bilmeliyim. Eski uygarlıkları derinlemesine incelemeliyim. Yükseliş ve düşüşlerin sebeplerini derinden derine araştırmalıyım. Allah’ın insanoğluna en büyük nimeti olan İslam inanç ve medeniyetine mensup olan toplum, nasıl olur da bugünkü acıklı duruma düşer? Bunun mutlaka bir veya birçok sebebi vardır. Bunu bilmeliyim. İşte bütün bu konuları incelemekte ilim benim rehberim olacaktır.”
O, bir hakikat savaşçısıydı. Hakikat yolunda ne varsa, gerçek namına bulmak için mücadele eden bir önderdi. Hakikati yalnız İslam ile olacağını düşünmesine rağmen hakikatin detaylarını başka yerlerde keşfedip hakikat sistemine ekleyecek kadar da yürekliydi: “Bana gelip çarpan düşünce ve iddialar, İslam’ın hakikat menşurunda imtihana tabi tutulurlar ruhumda. Doğu din kurucuları ve filozoflarından Yunan filozoflarına ve yeni çağ bazı filozof ve düşünürlerine kadar bütün düşünür ve filozofların söylediklerinde görülen hakikat parçacıkları, Hakikat Sistemi’nden almış oldukları veya Allah’ın, halk ettiği bu âlemi gözleme ve inceleme sonunda, akıl ve tecrübe vasıtasıyla buldukları birtakım hakikat parçacıkları varsa, bunlar, şüphesiz otomatik olarak sahip ve mensup olduğun Hakikat Sistemi olan İslam inanç, düşünce, davranış ve duyuş sistemine gelir katılırlar. Ya da ben böylesi hakikat parçacıklarını, Ulu Peygamberin, ‘Hakikat, mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır.’ buyruğuna uyarak alır, sistemin detaylarından yapmak üzere onları büyük yapıya katarım.” Bu düşünce, İslam’ın yabancı olduğu bir şey değildir. Günümüzde hâlâ Sokrates, Platon, Aristo gibi düşünürlerin varlığını biliyorsak, bunun sebebi İslam medeniyetidir. Hristiyanlar, Orta Çağ’da bu filozofları kâfir ilan edip kitaplarını yasaklayıp yok ederken, İslam düşünürleri Yunan filozoflarının kitaplarını tercüme ettirmiş ve bilgi haznelerine katmışlardır. Hatta Fârâbî, Aristo’dan sonra “İkinci Öğretmen” olarak bilinir Avrupa’da. Ancak ne olduysa olmuş; Müslümanlar öğrenmeyi, üretmeyi ve devrimci yanlarını bırakmış ve çöküş başlamıştır. Bu öyle bir çöküş olmuş ki, cahil/âlim ayırt etmeksizin herkesi yanlış yola itmiştir. Yüzyıllar sonra bu çöküşü bir dirilişe çevirecek fikir adımlarını atmak da Sezai Karakoç’a nasip olmuştur.
Sonuca bağlayacak olursak Sezai Karakoç, bir şair ve yazardan öte bir gençliği yetiştirecek, bir medeniyeti diriltecek, yozlaşmış zihinleri tazyikli sular ile canlandıracak büyük bir fikir adamıdır. Böyle büyük bir fikir adamına sımsıkı sarılmalı ve eserlerini başucu kitabı yapmalıyız. Kendi ifadesiyle “Öz Ülke”yi kurtarmamızın anahtarı, “Diriliş Amentüsü”dür. Yazımı, bu amentüden alıntılar yaparak bitirmek istiyorum: “Benim amentüm, neslimin amentüsü, sürekli bir otokritiktir. Kendi benliğini ve varlığını, erdem ve takva açısından tartışır. En duyarlı terazilerle tartma demektir bu amentüyü kabulleniş. Hakikate erme ve bu erişi koruma bakımından sürekli bir özeleştiridir diriliş neslinin amentüsü. Gözü bağlamak değil, bütün yönlere gözü dört açmaktır bu amentüyü, bu amentünün getirdiklerini yükleniş. Maddeden, tabiattan getirilip ruha ekilmek istenen umutsuzluk karamuklarının tohumlarını ayırmaktır bu amentü. İnkâr ve red, yıkıntı ve çöküş, düşüş ve devriliş tohumlarını; oluş, ilerleyiş, yüceliş gibi olumlu tohum ve başakların içinden ayıklanıştır.” Daha dinç bir Öz Ülke’de uyanmak dileğiyle…