Adı Atsız’dı Şanı Yüce Oldu
Hüseyin Nihal Atsız… İlk gençlik yıllarımız, onun romanlarını okumakla geçti… Tanrı Dağları’ndan yükselen asil sesin bozkırı nasıl inlettiğini; adalet, cesaret, özgürlük ve vatan duygusunun ne yüce kavramlar olduğunu onun kalemiyle daha coşkun hissediyor, derin ve sahici sevdaların içinde buluyorduk kendimizi. Turan derken, Türklük derken, hürriyet derken millet olma bilinci ve şuurunu tekrar hatırlıyor; dava adamı olmanın hayattaki en büyük gaye ve ülkü olması gerektiğine hücrelerimize kadar inandırıyordu. Çünkü yazdıkları, yaşadıklarından ibaretti. Er kişiydi. İnandığı yolda cesurca yürüdü. Kınayanlara bakmadan, kimseden korkmadan, kimseye de dayanmadan sadece kalbinin sesini dinleyip aklının gösterdiği istikamette yürüdü.
Atsız, zor zamanların yiğit sesiydi. Yerliydi, millîydi. Sosyalist ve Nazişist bir dönemde geleneksel Türk milliyetçiliğini âdeta kellesini ortaya koyarak savunuyordu. Türlü iftiralara ve baskılara maruz kaldı. CHP iktidarının en amansız baskılarına bile tek başına direndi. İşkencehanelerde de Kürşad ruhundan zerre taviz vermedi. Baştan sona idealistti. Tavizsiz, korkusuz, kaygısızdı. Kesin inançlıydı. Milletinin dirilişine adamıştı kendini. Bir doğrunun imanı, bin yanlışı düzeltir düsturuyla yürüyordu.
O, her zaman, şöhret veya makam sevdasıyla değil millet aşkı ve tarih şuuruyla hayatını tanzim etti. Zamanının en büyük edebiyatçılarındandı lakin fikirleri pek az kişi tarafından kabul görüyordu. Bunu hiç dert etmedi, inandığı yolda tek başına bile kalsa başı dik, alnı açık yürümeyi tercih etti hep. O yalnız çıktığı zor yolun, bugün milyonlarca takipçisi var. Fikirlerine ve ruhuna değer katan büyük idealizmin zaferini kendisi de göremedi. Atsız; makamsız, şöhretsiz olmayı tercih etti çünkü.
İmparatorluk döneminde ihmal edilen millî şuura dair bazen serzenişte bulunsa da hiçbir zaman Osmanlıyı hedef alan kötü tek cümle kurmadı. Mesela herkes Abdülhamid’i yerden yere vururken o, sahip çıkıyordu. Coşkun millî duygularla, dinî ritüellere dair bazen meramını aşan dizeler yazmış olsa da, kutsal dinimize saygıda kusur etmedi. Fakat softalığa tahammülü yoktu. Millî şuurunun kuvvet bulmasını dinin de güvencesi olarak görüyor; esaretteki toplumların dinlerini de kaybettiklerini üzüntüyle ifade ediyordu. Millî şuur ile dinî bilincin iç içe geçmiş bir sosyolojik gerçek olduğuna vurgu yapıyordu.
Tarih, Atsız Ata’yı haklı çıkardı. Son yüzyılda yaşadıklarımız bir kez daha gösterdi ki vatanımızda hür ve müstakil şekilde yaşamanın yegâne formülü millî bilinçtir. Çepeçevre kuşatılmış bir milletiz. Zor coğrafyada yaşıyoruz. “Atsız Ruhu” olmadan bu coğrafyada ayakta durmamız pek mümkün gözükmüyor.
Atsız’ın Türk birliği fikri de bugün artık yadsınamaz bir gerçek hâline geldi. Tarihî bir hakikat, güncel bir gerekliliktir Türk birliği.
Aynı şekilde Atsız’ın Türk töresine sadakatle bağlı kalmak fikri de, günümüzün küresel kültür emperyalizmi karşısında tutunacağımız yegâne daldır diye düşünüyorum.
Ötelerden duyduğu diriliş sesine hayatı boyunca direnerek yeniden soluk veren Atsız Ata, yakın tarihimizin gerçek münevverlerinden birisidir. Tertemiz bir hayat yaşadı. Mücadelesi, milleti ve milletinin değerlerini korumaktı. Türk gençliği için örnek bir şahsiyettir. Türk tarihinin abide şahsiyetlerindendir.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun.