Berlin’de Bir Millî Şair: Mehmet Âkif Ersoy
“Berlin Hatıraları” Safahat’ın “Hatıralar” bölümünün önemli bir şiiri olarak çok okundu. Yaklaşık dört aylık Berlin günlerinin onu nasıl etkilediği ve bu uzun şiirde Âkif’in ne anlatmak istediği dile getirildi. Mehmet Âkif’in görevli ve davetli olarak katıldığı bu seyahatte neler yaptığı nerelere gittiğine dair kısa bilgilerden başka bir malumat bulunmuyordu. Berlin’de görevli bulunduğum yıllarda bu hatıranın izini sürme imkânı doğdu.
Nazım Elmas
Mehmet Âkif, Osmanlı Devleti’nin en zor dönemlerinde bir sanatçı olarak üzerine düşen görevi yerine getirmişti. Yurt içinde ve yurt dışında ona ihtiyaç duyulan her yerde Mehmet Âkif’i görmek mümkündür. Yaşadığı dönemde yaptığı işler bakımından milletin değerleriyle tam bir uyum içinde olan Âkif, bu özelliğini savaş yollarında bazı hizmetlerin ifası için kullanmıştır. Âkif’in bu hizmetleri onun güvenilen bir yazar olarak İslam coğrafyasında tanınmasıyla alakalıdır. İkinci Meşrutiyet’ten hemen sonra, adı önce Sırat-ı Müstakim daha sonra Sebilürreşat olan önemli gazetesi, İslam coğrafyasında ilgiyle ve güvenle okunan bir gazeteydi.
Millî Mücadele yıllarında Kastamonu’da yayınlanmaya başlayan, geniş bir coğrafyada okuyucu kitlesine sahip bu gazete bir Kastamonu gazetesi olan Açıksöz’de şöyle tanıtılır:
“Sebilürreşad cerîde-i İslamiyesi Kastamonu’muzun şerefine ilk nüshasını şehrimizde neşred.ecektir. Bütün İslam âleminde pek büyük bir te’sîr-i dînîsi olan muhterem risale baş muharriri Mehmet Âkif ve müdürü Eşref Edip Beylerin şehrimizde kaldıkları müddetçe mücahadelerini memnuniyetle haber aldık. Büyük ve her Müslümanca muhterem olan risalenin temadî-i neşrini temenni ederiz.”
Âkif bu gazete vasıtasıyla İslam ülkelerinde tanınıyor, şiirleri ve makaleleri okunuyor, herhangi bir konuda söyleyecekleri kabul görüyordu. Âkif’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında yurt içi ve yurt dışında görev alması heyetlerde bulunması bu özelliği sebebiyledir. Almanya’da da bu sebeple bulunmuş, hemen ardından Necid çöllerine bu özelliği sebebiyle gitmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa yetkilileri bu görevlere Âkif kimliğinde ve kişiliğinde birini göndermenin faydalı olacağını düşünmüştür. “Berlin Hatıraları” Safahat’ın “Hatıralar” bölümünün önemli bir şiiri olarak çok okundu. Yaklaşık dört aylık Berlin günlerinin onu nasıl etkilediği ve bu uzun şiirde Âkif’in ne anlatmak istediği dile getirildi. Mehmet Âkif’in görevli ve davetli olarak katıldığı bu seyahatte neler yaptığı nerelere gittiğine dair kısa bilgilerden başka bir malumat bulunmuyordu. Berlin’de görevli bulunduğum yıllarda bu hatıranın izini sürme imkânı doğdu. Kaynaklarda yer alan Adlon Oteli’ni, Berlin yakınlarındaki Wünsdorf’u gezip görme fırsatım oldu. Mehmet Âkif’in Berlin’de olmasının asıl sebebi olan Wünsdorf’taki Hilal Esir Kampı’nı ve o döneme ait belgelerin yer aldığı müzeyi gezdikten o yıllara ait fotoğrafları gördükten sonra “Berlin Hatıraları” başka bir anlam kazandı. Şiirde geçen bazı kavramlar ve sahneler bu ziyaretlerden sonra yerine oturdu. Bu çalışma Âkif’in Berlin günlerini anlatmak ve “Berlin Hatıraları”na bu bağlamda yeni bir katkı yapmak amacıyla kaleme alındı.
Almanya’ya Davet
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’ndan oluşan ittifak güçleri yanında yer alan Osmanlı Devleti, itilaf devletleri denilen başta İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri ile savaşa girdi. Almanların İngiliz, Fransız ve Ruslardan aldıkları esirler arasında çok sayıda Müslüman esir de bulunmaktaydı. Bu Müslüman esirlere iyi muamele yapıldığını görmenin Osmanlı Devleti’ni ve İslam dünyasını memnun edeceğini düşünen Almanlar, esirlerin durumunu yakından görüp tüm dünyaya anlatacak bir heyetin Berlin’e gelmesini istediler. İslam dünyasında etkili olan, o günlerin kamuoyunda sevilen şahsiyetlerin tespit edilmesi işinde İstanbul’daki Alman konsolosunun katkısı istendi ve konsolos, içinde Mehmet Âkif’in de bulunduğu bir isim listesi belirlemişti. Ardından bu isimler Alman imparatoru tarafından esir kampının durumunu incelemek üzere Almanya’ya davet edilir. Osmanlı coğrafyasında ve İslam dünyasında tanınan, eserleri ve icraatları ile haklı bir itibar sahibi olan şahıslar arasında Mehmet Âkif Ersoy, Abdülaziz Çaviş, Abdürreşit İbrahim, Şeyh Salih Et-Tunusî, Halim Sabit, Alimcan İdris gibi önemli şahsiyetler vardır.
Bu önemli şahsiyetler, Almanya’nın şark siyaseti gereği Berlin’e davet edilmişlerdi ve aralarından bazıları Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevlendirilmişti. İlk görevliler Sebilürreşat gazetesi başmuharriri, sevilen İslam şairi Mehmet Âkif Ersoy ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinin tanınmış ismi Şeyh Salih Et-Tunusî’ydi.
Berlin Günleri
Berlin’e davet edilen bu kişilerden önemli beklentiler vardı. Almanya, müttefiki olan Osmanlı Devleti üzerinden tüm İslam dünyasının gönlünü almayı ve İslam dünyasında etkin olmayı amaçlıyordu. Sömürge durumundaki Müslümanların bulundukları yerlerde özgürlük mücadelesine girmesi her bakımdan Almanların işini kolaylaştıracaktı. Bu yerlerdeki isyanlar Fransızları, İngilizleri ve Rusları yeni bir alana yönlendirecek böylece düşmanın kuvveti bölünmüş olacaktı. Bu sebeple Müslümanların bilinçlendirilmesini amaçlayan propaganda çalışmalarına ağırlık verilmiş, İslam dünyasının sevilen simaları Berlin’e davet edilmişti. Berlin’e davet edilen bu isimler vasıtasıyla esir kampındaki Müslümanlara hitabeler veriliyor ve esir Müslümanlar kendi dillerinde çıkartılan gazetelerle bilgilendiriliyorlardı.
İslam dünyasına yönelik olarak da Berlin’de dışişleri bakanlığı bünyesinde oluşturulan Şark İstihbarat Birimi (Nachrichtenstelle für den Orient/ NfO) ağırlıklı olarak sömürge ülkeleri olmak üzere dünya Müslümanlarını Alman-Osmanlı ittifakı lehine kazanmayı hedefliyordu. Bu birimde Almanların İslam dünyasını çok iyi tanıyan şarkiyatçıları yanında İslam dünyasının güvenilir şahsiyetleri de yazıları ve konuşmaları ile faaliyetlere katılıyorlardı. Ancak “Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir” diyen Âkif mizacı gereği önde olmayı ünlü olmayı, isminden söz edilmesini sevmemişti. Berlin dönüşü arkadaşlarına anlattıklarından hareketle Berlin’deki faaliyetleri hakkında malumat sahibi olunmaktadır.
Âkif, Berlin’de Alman şarkiyatçılarla görüşür. Propaganda işlerini organize eden yetkililerle tanışır. Onu asıl düşündüren Almanya’nın hayalleri değil, o sırada tüm şiddetiyle devam eden Çanakkale’deki muharebelerdir. Âkif, “Berlin Hatıraları”nın son kısımlarını da bu dönemde, Çanakkale Muharebelerinin endişesi sebebiyle kaleme alır. Almanya’ya Alman Dışişleri Bakanlığı temsilcisinin delaletiyle giden Mehmet Âkif ve Şeyh Salih Et-Tunusî Berlin’de meşhur Brandenburg kapısının yanındaki tarihî bir otelde Almanya’nın şeref konuğu olarak misafir edilmişlerdi. Âkif, Almanya’yı ilk defa bu kadar yakından tanımaktadır. Kaldığı otel başta olmak üzere Berlin’in insanı hayran bırakan gelişmişliğini şiirlerine de yansıtır. Özellikle Adlon Otel’le ilgili düşünceleri hayranlık derecesinde olumludur. Bu otelle bizdekileri karşılaştırırken Berlin’deki otelin özelliklerini de yakalarız. Mevsimlerden kıştır. Âkif, Kasım sonlarından Mart sonlarına kadar Berlin’dedir. Her şeyde olduğu gibi oteller de bir seviyenin işaretidir. “Berlin Hatıraları”nda yer alan otelle ilgili şiir şöyle başlar:
Wünsdorf Ziyaretleri
Safahat’ın Beşinci kitabındaki “Berlin Hatıraları” adlı şiirin yazılışına ilham kaynağı olan önemli yerlerden biri de Berlin yakınlarında bulunan Wünsdorf’taki esir kampıdır. İslam dünyasından insan manzaraları ise esir kampı gözlemlerinden hareketle yazılmıştır. Tamamı Müslüman ülkelerden toplanıp Rus, İngiliz ve Fransız’ların Almanlara karşı savaşmak üzere cephenin önüne yerleştirdikleri bu insanlar, kendilerine yapılan bir propaganda ile büyük bir fedakârlık örneği göstererek hayatları ve özgürlükleri pahasına savaşıyorlardı. Cahil ve yoksul bıraktıkları bu insanları “Almanlar İstanbul’u işgal etti. Halifenizi esir aldı. Biz halifenizi kurtarmak için savaşıyoruz. Bu savaş halifenizi kurtarma savaşıdır.” diyerek kandırmış ve ölüme göndermişlerdi. Osmanlı’nın gönderdiği heyet ise Wünsdorf’taki Müslüman esirlere, savaşın kim ile kimler arasında olduğunu anlatacak, gerçeğin bilinmesini sağlayacaktı. Âkif bu görevle zaman zaman Wünsdorf’a gidiyor, orada Alman-Osmanlı ittifakının dostluk nişanesi olarak yaptırılan camide Müslüman esirlere güvenilir bir ağızdan gerçeği anlatıyordu.
Esir kampı izlenimleri Âkif’i çok etkilemiştir. Berlin’deki bir kahvede savaşta ölen çocuğuna ağlayan bir anneye hak verirken Âkif, esir kampında gördüğü manzaranın tesirindedir. Afrika’dan ve Asya’dan toplanıp efendileri tarafından cephenin önüne sürülen, sonra da esir düşüp Almanların Hilal5* adını verdikleri kampta toplanan Müslümanlar için bakınız ne diyordu Âkif:
Hesaba katmıyorum şimdilik bizim yakada
Sönen ocakları; lakin zavallı Afrika’da
Yüz elli bin kadının tütmüyor bugün bacası.
Ne körpe oğlu denilmiş, ne ihtiyar kocası,
Tutup tutup getirilmiş Fransız askerine.
Siperlik etmek için saff-ı harbin önlerine.
“Berlin Hatıraları”nda bu minvalde cehaletin ve hürriyetsizliğin yol açtığı esaret anlatılır. Esir kampındaki bu Müslümanlar cahil bırakılmamış olsalardı bu kadar kolay kandırılıp cepheye sürülemezdi. Efendileri önce bu insanların özgürlüklerini almışlardı sonra da onları cahil bırakıp kendi emellerine uygun hâle getirmişler ve zamanı gelince de cephenin önüne sürmüşlerdi. Âkif Safahat’ta “cehalet denilen yüz karasından” kurtulmayı bu sebeple sık sık dile getirir.
Sömürge yarışları sebebiyle işgaller ve insana zulüm 19. asrın en acı olayıdır. Asya bu paylaşımda İngiliz’e ve Rus’a düşmüştür. Orta Asya’da Ruslar, güneyde İngilizler bir başkasının kanını emmektedirler. Akif’in deyimiyle “bizim yaka” o sıralar böylesine hazin bir paylaşımı yaşamaktadır. Âkif’i üzen her tarafta Müslümanların ezilmesidir. Fransız eline düşmüş Afrikalı Müslümanlardan başka, Koca Asya kıtasının güneyinden İngiliz esaretindeki genel adıyla Hindistan Müslümanları, Orta Asya ve kuzeyinden Rus esaretindeki Müslümanları efendisinin düşmanı ile çarpışmak için ölüme gönderilmişlerdir. “Berlin Hatıraları”nda bu acı şöyle anlatılır:
Biraz da geçmeyi ister misin bizim yakaya?
Al işte bir günü mâtemsiz olmayan Asya!
Zamân-ı rüşdünü andıkça ağlasın dursun,
İkiz vesâyeti altında İngiliz´le Rus´un.
Sülük benizli vasîler ne emdiler kanını,
Mecâli kalmadı artık çıkardılar canını!
Zavallı yerliyi kıtlık zaman zaman kemirir
Bu, kan tükürmeye baksın… O, muttasıl semirir!
…
Damarlarındaki son damlanın gelir sırası…
Ki saklı durmayacak, ister istemez akacak
Gidip efendisinin düşmanıyla çarpışarak.
Berlin’den Ayrılış
Mehmet Âkif Berlin’de kaldığı günlerde, Çanakkale Savaşları bütün dehşetiyle devam ediyordu. Savaşın durumu her an merakını cezbediyor, Âkif sık sık son durumu öğrenmeye calışıyordu. Çanakkale’nin kaybedilmesi Osmanlı’nın bitmesi demekti. Bunu bildiği için savaşın seyrini Berlin’deki askerî ataşemiz Ömer Lütfi Bey’e soruyor “Çanakkale ne olacak?” diyordu. Uzakta olmasına rağmen aklı Çanakkale’deydi. Her türlü teknik imkânla Çanakkale’ye saldıran güçler, galip gelerek “Hilal”in hâkimiyetine son vermişler miydi? Âkif, bu endişelerini “Berlin Hatıraları”nda söyle anlatır:
Silindi gitti Hilâl’in şu anda belki izi,
Zavallı Marmara’nın şerha şerha bağrından!
Bir İngiliz bezidir, belki, şimdi dalgalanan
Bizim Çanakkale âfâk-ı târumârında,
O dâr-ı Saltanat’ın bâb-ı şerm-sârında!
…
Uzakta olmama rağmen civâr-ı zârından,
Civârım inliyor âvaz-ı intizârından!
Tarih yaşanmış zamanların hikâyesidir. Tarih yazmak büyük insanların ve milletlerin işidir. Geçmişte yaşananlar, gelecek için bir rehberdir. Geçmişini bilemeyen, insanını ve insanının hasletlerini tanımayan, geleceğe emin adımlarla gidemez. Gelecek nesillere atalarını tanıtmak şimdikilerin görevidir. Bu görevin yerin getirilmememesi, ağaçların köklerinin kurutulması demektir. Köksüz ağaç nedir ki? Kökü olmayan nesiller… Millet için en büyük öksüzlük, köksüzlüktür. Kendini tanımadan var olmak mümkün değildir. Bizlere bir vatan bırakan aziz şehitlerimizin manevi hatırasına saygı, onlara layık nesiller yetiştirmekle mümkün olacaktır. Milletin değerlerini bilmeden onun adına söz söylemek zordur. Tanımadığın bir nesneyi nasıl anlatacaksın? Milletini tanıyan değerlerini bilen sanatçılar ve nesiller gelecek günlerin teminatıdır. Sayısız Müslüman vatanı için şehit oldu, bir kısmı da kara talihinin sonucu düştüğü sömürgeciler elinde memleketinden çok uzaklarda efendilerinin aldatmasıyla sürüldükleri cephelerde vatanlarını göremeden göçüp gittiler.Âkif’in Wünsdorf’tan Çanakkale’ye Bakışı
Berlin’de tarihe yolculuk yapmak için önemli bir yer var: Wünsdorf. Bu yerden Çanakkale Savaşlarını ve Birinci Dünya Savaşı’nın hatıralarını yâd etmek mümkün. Çanakkale Muharebeleri olurken Berlin’de görevli olarak bulunan Mehmet Âkif, Berlin’e yaklaşık elli kilometre uzaklıktaki Wünsdorf’ta Müslüman esirlerin toplandığı “Hilal” kampında konuşmalar yapıyor, Berlin Askerî Ataşesi Ömer Lütfi Bey’den her gün Çanakkale Savaşlarının son durumunu öğrenmeye çalışıyordu. Berlin’de bulunan ecdat torunlarının bir Çanakkale’si de Wünsdorf’tur. Atalarımız görevlerini yapıp gittiler. Onların fedakârlıklarını anmak, yapılanlar ile öğünmek, yeni nesiller olarak elbette hakkımız. Ancak bir de sorumluluğumuz var: Geçmişi hatırlayıp millî ruhu diri tutarak bulunduğumuz yerde ve yaptığımız işte en iyi olmaya çalışmak atalara layık olmanın gereğidir. Bu sebeple; yeni nesillerin tarih bilinci kazanmaları için Mehmet Âkif ve Wünsdorf üzerinden bir çalışma yapılması gerekmektedir. Bugün dünyada etkin olamaya çalışan devletlerin sömürgeci geçmişlerinin bilinmesi, dünya Müslümanlarından binlerce mazlum insanın onlar elinden çektiklerinin hatırlanması bu çalışma ile olacaktır.
Osmanlı-Alman ittifakı ile başlayan Türkiye-Almanya ilişkilerinin tarihi temellerini anarak ve yaşatarak, Almanya’daki Türklerin ve diğer dünya Müslümanlarının bu tarihî mirastan yararlanmaları mümkündür. Bu çalışmalarla Wünsdorf’ta yetkililerle görüşerek vaktiyle esir Müslümanlar için yapılan camiin yerine o günlerin hatırası için aynı yerde veya orada yaşayan Müslümanların isteğine göre yeniden aynı özellikte bir camiin yapılması sağlanabilir. Hâlen orada yaşayan ve ibadet edecek bir yerleri olmayan Müslümanlar da bu vesile ile bir camiye kavuşurlar.
Kaynak: YTB