Bir Dava ve Aksiyon Adamı: Şehid-i Millet Ali Şükrü Bey
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, taviz vermeyen cesur bir insandı.
Trabzon’un Boztepe’sinde Cumhuriyet tarihinin ilk siyasi cinayetine kurban giden bir büyük zatın mezarı vardır. Şehrin bu hâkim tepesinden Trabzon’u temaşa etmeye gelenlerin ekserisi semaverden demli çaylarını yudumlarlar da hemen yanı başlarında bulunan bu büyük insanın mezarını ziyaret etmeden geri dönerler. Oysa orada bir Hakk ve hakikat dostu, sonsuzluk uykusunu uyumaktadır. Bu kişi, Trabzon Mebusu yiğit insan Ali Şükrü Bey’dir.
Trabzon’un balkonu olarak tabir edebileceğimiz Boztepe’de, yakın zamanda inşa edilen türbesinde bir hürriyet kahramanı sonsuzluk uykusunu uyumaktadır. 39 yıl gibi kısa bir ömürde, tabiri caizse, bir asırlık iş yapmış müstesna bir insandır o. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisinin ulvi manasını, canı pahasına da olsa hayatına tatbik etmiş müstesna bir hakikat yolcusuydu kendisi. O, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Mustafa Kemal’e karşı yaptığı sert eleştirilerle de tanınmış güçlü bir simaydı. Yüreği vatan, millet ve Allah sevgisiyle doluydu. Doğru bildiğini, sesinin en güçlü perdesinden yılmadan haykıran gerçek bir demokrattı. Muhalif kanadın en sivri dilli üyesiydi bu yiğit adam.
Güçlü bir iradeye sahip olan Ali Şükrü Bey, İstanbul Meclis-i Mebusan’ından Birinci Büyük Millet Meclisi’ne katılan kişilerden biriydi. Bahriye Binbaşılığından emekli olan Ali Şükrü Bey, İstanbul Donanma Cemiyeti ikinci başkanıydı. İngiltere’de okumuştu.
Merhum Ali Şükrü Bey’le ilgili biyografik bilgilerimizi şöyle bir yokladığımızda O’na dair şu bilgilere ulaşabiliriz: “1884 yılında Trabzon’da doğan Ali Şükrü Bey, 1904’te Bahriye Mektebi’ni bitirmişti. 1909’da kurulan Osman-ı Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin ikinci başkanı olmuştu. Donanma Dergisi’ni çıkarmıştı. İttihat ve Terakki’ye karşı tavır takınmıştı. 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına Trabzon üyesi olarak seçilmişti.”
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, taviz vermeyen cesur bir insandı. Önünde onca tehlike sıralansa da hak bildiği yoldan asla dönmezdi. Makam ve mevki hırsı yoktu. İslam’ın değerlerine sıkı sıkıya sarılan bir kişiydi. Haksızlığa asla dayanamazdı. Meclisin en gür sesli hatiplerinden biriydi. İnandıklarını içine atmaz, boynunu asla bükmezdi. Bütün özellikleriyle Karadeniz insanının hırçınlığı, keskin zekâsı ve hakperestliği kimliğinin bir parçasıydı.
Bir dava ve aksiyon adamı Ali Şükrü Bey
Bir dava ve aksiyon adamı olan Ali Şükrü Bey, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (1920-1923) bir muhalefet grubu olarak ortaya çıkan, II. Müdafa-i Hukuk Grubu görüşlerini açıklamak ve yaymak amacıyla 19 Ocak 1923’te, Ankara’da, “Tan” adıyla bir gazete yayınlamaya başlamıştır. Gazetenin sahibi, grubun Meclis’teki sözcülerinden olan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Mesul Müdürü İbrahim Hıfzı Bey, Genel Yayın Yönetmeni ise Balıkesir Mebusu Hasan Basri Çantay’dı. Ankara’daki Taşcıoğlu binasındaki Ali Şükrü Bey Matbaası’nda basılıyordu. Cumartesi günleri hariç her gün çıkan gazete dört sayfa olup, fiyatı beş kuruştu. Bu gazetenin ilk sayısında Ali Şükrü Bey, yayın ilkelerini şöyle açıklamıştı:
“Gazetenin büyük bir kısmını memleketin hayatî, fikrî ihtiyaçlarına müteallik neşriyata, millî, ilmî mevzulara ve bu yoldaki cereyanlara hasreylemek emelindeyiz. Çünkü bir gazete her şeyden evvel mensup olduğu muhitin ayinesi olmak mecburiyetindedir. Her Türkiyeli, hürdür, hürriyeti taarruzdan masundur. Her türlü hakkına sahiptir. Vatanın muhterem bir uzvudur… Her hususta en büyük muktedamız vatan ve milletin menafi-i âliyesinden (üstün menfaati) ibarettir. Yolumuz hak yolu, millet yoludur Tevfik Allah’tandır.”
Ali Şükrü Bey’in kararlı, inatçı tutumu başının belaya gireceğinin bir göstergesiydi. Nitekim öyle de oldu. Meclis görüşmelerinin birinde bardağı iyice taşırdı. O zaman Meclis’i, Hasan Fehmi Bey yönetiyordu. Gerisini o dönemleri bizzat yaşayan Mahir İz’den dinleyelim: “Başkan ‘Efendim on beş kişi söz aldı, isimlerini okuyorum.’ dedi. Daha liste tamamlanmadan, gözlüklü ve Osmanlı bıyıklı genç bir zât salon kapısının sağ tarafındaki orta köşesinden haykırdı: ‘Reis Bey! Söz istiyorum. Ben üçüncü olarak söz almıştım, sekizinci sırada okudunuz, lütfen sırayı tashih (düzeltiniz) buyurunuz.’ dedi. Reis, ‘Efendim! Biz burada divan kâtipleri beylerle üç kişiyiz, sizden daha iyi görürüz, listede yanlışlık yoktur.’ deyince; ‘Reis Bey! Ben söylediğim sözü bilirim. Dikkat etmiştim, üçüncü olarak söz almıştım, hakkımı istiyorum.’ dedi. Reis bunun üzerine: ‘Ali Şükrü Bey! Müzakereyi ihlâl ediyorsunuz, hakkınızda nizamname-i dâhiliyeyi (iç tüzük) tatbik edeceğim.’ dedi. Ali Şükrü, hak istemeye devam edince: ‘Rica ederim Ali Şükrü Bey! Tıkanıklığa sebep oluyorsunuz.’ derken Ali Şükrü Bey salonu terk etmişti.” (Yılların İzi – Mahir İz – İz Yayınları)
O akşamdan sonra Ali Şükrü Bey kaybolmuştu, daha doğrusu kaçırılmıştı. 27 Mart 1923 günü Ali Şükrü Bey Meclis’te bir daha görülmemişti. İkinci grup mensupları, hastalığında bile gelmemezlik yapmayan liderlerini çok merak etmişti. 27-28-29 Mart… Derken telaşlanan grup hemen Trabzonlu Ali Şükrü Bey’i her yerde aramaya başlamıştı.
Başkent Ankara’nın dört bir yanı titizlikle aranıyordu. Birkaç gün sonra Şükrü Bey’in cesedi bulunmuştu. İple boğularak öldürülmüş, Çankaya sırtlarında toprağa gömülmüştü. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in şehit edilişi üzerine Ankara tam anlamıyla alarma geçmişti. Onu öldürenlerin kim olduğu kulaktan kulağa dolaşıyordu. Herkes kendince tahminler yapıyor, fikirler ileri sürüyordu. Cumhuriyet tarihinin bu ilk siyasi cinayeti, ülkesini seven ve millî değerlerine düşkün olan büyük küçük herkesi derinden üzmüştü.
Belli ki bazı radikal kesimlerin aykırı seslere hiç mi hiç tahammülü yoktu. Recep Peker’in bile “Çok temiz, mert ve vatanperver bir arkadaş!.. Yalnız sinirli!… Coştu mu kabına sığmıyor.” dediği mert bir muhalif böylece ebediyen susturulmuştu. Suç, Giresunlu hemşehrisi Topal Osman Ağa’nın üzerine yıkıldı. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu! Nihayet Topal Osman da katledildi. Bununla da yetinilmeyerek başı kesildi. Meclis’in kapısına ayaklarından asıldı. Bu olayların ardından Birinci Meclis dağıtılıp titizlikle tek tek belirlenen isimlerden oluşan İkinci Meclis kuruldu ve Lozan, bu Meclis tarafından onaylandı.
Trabzonlu Ali Şükrü Bey İttihat ve Terakki’ye karşıydı.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in şehit edilişi üzerine Ankara alarma geçmişti. O’nu öldürenlerin kim olduğu kulaktan kulağa dolaşıyordu. Ali Şükrü Bey, Topal Osman ve adamları tarafından boğdurularak öldürülmüştü. Topal Osman aslında Ali Şükrü Bey’in en yakın arkadaşlarından biriydi. Zira Topal Osman, Trabzon havalisinde Pontosculara karşı yaptığı mücadeleyle tanınıyordu. Çoğu zaman birlikte oturur, çay içer, nargile çekerlerdi.
Ali Şükrü Bey’le Topal Osman sürekli diyalog içindeydi. Çünkü aynı yörenin, aynı iklimin insanıydılar. Birbirlerini ziyaret ederlerdi. Yine günlerden bir gün Ali Şükrü Bey, Topal Osman’ın daveti üzerine Samanpazarı’ndaki evine gitmişti. Odaya girildiği zaman orta yerde tabure gibi küçük bir şey ve karşılıklı arkalıksız hasır örme iki sandalye bulunuyormuş. Osman Ağa, kapıya bakan iskemleye geçmiş, Ali Şükrü Bey de karşısındaki iskemleye oturmuş. Nargileler gelmiş. Nargileyi fokurdatırken bir yandan da lakırdı ediyorlarmış. Bu arada kahveler gelmiş. Ali Şükrü Bey kahve fincanını eline alır almaz, Kara Donlu çete efradından dördü, yağlı ipi Ali Şükrü Bey’in o eğilmeyen başına geçirmişler. Ali Şükrü Bey o esnada: “Osman! Yaktın beni!” demiş ve bir eliyle oturduğu iskemlenin hasırlarına can havliyle o kadar kuvvetle sarılmış ki ölümünden sonra avucunda o hasır parçaları görülmüş.
Topal Osman, Giresunluydu. Çetecilikten gelmeydi. Emri altında silahlı güçleri vardı. Düzenli ordu kurulmadan evvel elindeki silahlı adamlarıyla düşmana karşı gerçekleştirdiği mücadelelerle tanınıyor, seviliyordu. Çankaya’da resmî muhafız kıtası kurulmadan önce, orada Mustafa Kemal’in koruma vazifesini görüyordu. Yani nereden bakılsa yararlı bir kişiydi. Ama gün geldi işler değişti, çok yakın arkadaşını ısmarlama bir cinayet mantığıyla öldürdü. Fakat “Su testisi su yolunda kırılır.” misali birkaç gün sonra da kendisi öldürüldü. Yani Topal Osman’ın yaptığı yanına kâr kalmadı. O’nun da güvendiği dağlara kar yağdı, bu sefer de oyun kendi üzerine oynandı. Öyle ki cesedi, Ankara’da Taşhan’ın önündeki meydana asıldı.
Trabzonlu Ali Şükrü Bey yüzbaşıyken istifa ederek siyasete atılmıştı. İttihat ve Terakki’ye karşıydı. Meclis’te sert muhalefetiyle dikkat çeken “İkinci Grup” diye tabir edilen kesimin doğal lideri olarak biliniyordu. Hilafet’in kaldırılması, Lozan Antlaşması ve içkinin yasaklanması gibi konularda muhalefetiyle dikkat çekiyordu. Zira Ali Şükrü Bey’in dinî hassasiyetleri, dikkat çekecek derecede barizdi. Meclis-i Mebusan’ın, Misak-ı Millî kararlarını almasında, onun mühim etkisi vardı. İngilizceyi çok iyi bildiği için dünya politikalarından da haberdardı. O, İsmet İnönü’nün, bizi Lozan’da hakkıyla temsil edemediği kanısındaydı.
Ali Şükrü Bey’in büyük bir siyasi başarısızlık olarak gördüğü Lozan Konferansı, hiçbir sonuca ulaşmadan dağılmış (4 Şubat 1923), konu TBMM’ye getirilmişti. (21 Şubat 1923) Muhalif olarak tanınan İkinci Grubun lideri Ali Şükrü Bey, iktidarı amansızca eleştiriyordu. Defalarca kürsüye çıkıp, “Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zaferi Lozan’da heba ettiniz.” diye bağırıyor, Lozan heyetinin, Lord Curzon’un oyunlarına kurban gittiğini iddia ediyordu. Öyle çok kürsüye çıkmıştı ki, esasen Lozan muhalifleri arasında bulunan Rauf Bey (Orbay) bile sıkılmış, “Şükrü, yeter!” diye bağırmış, “Artık söz alma!” demişti. Ali Şükrü Bey: “Râuf!.. Ben bu işin fedâisiyim, anladın mı?” diye cevap vererek kürsüye yürümüştü.
TBMM’de çok sert muhalefet eden Ali Şükrü Bey’in şehit edilişinden sonra onun yakın arkadaşları bile bu konu üzerinde konuşmaktan çekinmişlerdir. Çünkü ortam fazlasıyla gerilmişti. İnsanlar Ali Şükrü Bey’den yana görünmekten bile çekinebiliyorlardı.
Ali Şükrü Bey, bastırılmış duyguların tercümanı ve halkın gür sesiydi.
Hunharca öldürülen Trabzonlu Ali Şükrü Bey, aslında bastırılmış duyguların bir anlamda tercümanı, halkın gür sesiydi. Başkalarının söylemeye cesaret edemediklerini o, yılmadan ifade edebiliyordu. Kendisinde, “Kral Çıplak” diyebilecek cesaret fazlasıyla vardı.
Merhum Ali Şükrü Bey’in cenazesine kalabalık bir halk topluluğu iştirak etmişti. Aziz naaşı, rengini şehit kanlarından alan bayrağımıza sarılarak top arabasına konulmuştu. Cenaze daha sonra Trabzon’a gönderilerek bugünkü medfun olduğu Boztepe’ye gömülmüştür.
Şehit Ali Şükrü Bey, herkesin, düşüncelerini özgürce söylemesi gerektiğine inanmış, kelimenin tam anlamıyla bu uğurda hayatını ortaya koymuştur. Türkiye olarak onu daha yakından tanımalı, düşüncelerinden istifade etmeliyiz. Trabzon Belediyesi, onun adını bir caddeye veya bir yere vererek adının unutulmasının önüne geçmelidir. Zira o, Trabzon’un renkli simalarından biridir. Onu sevmekten, onu yaşatmaktan korkmamalıyız.
Ali Şükrü Bey, Türk siyasetinin sembol isimlerinden biridir. Onun, Türk siyasetinde çok mühim bir yeri vardır. Geleneksel ve dinî değerlerin iyice aşındığı bu çağda, fikirlerini onun kadar yaşayan ve yaşatan, bunun için canını ortaya koyan kaç siyasetçi vardır?
Bugüne kadar Ali Şükrü Bey cinayetiyle ilgili farklı kesimlerden farklı kanaatler ortaya konuldu. Ali Şükrü Bey hakkında birçok kitap kaleme alındı. Son olarak KTÜ/Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Necmettin Alkan ile aynı bölüm hocalarından Doç. Dr. Uğur Üçüncü, “Ali Şükrü Bey/Hürriyet Uğruna 39 Yıl” adını verdikleri kıymetli bir çalışmayı iki kapak arasına alarak tarih sevenlerin ilgi ve dikkatine sundular. Trabzonlu tarihçi Kadir Mısıroğlu’nun kaleme aldığı “Trabzon Mebusu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey” kitabı da bu konuda önemli bilgi ve belgeler içermektedir.
Trabzon’un Boztepe isimli hâkim noktasından şehri temaşa eden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in öldürülüşü, Cumhuriyet tarihinin ilk siyasi cinayeti olarak tarihteki yerini almıştır. O dönemde TBMM zabıt kâtibi olan Mahir İz, “Yılların İzi” adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. Ali Şükrü Bey’in şehadeti üzerine, kendisi de milletvekili olan dostu Mahir İz, hissiyatını, bir kısmını aşağıya aldığım, “Şehid-i Millet Ali Şükrü Bey’in Rûh-i Mübecceline” adlı şu şiirinde dile getirmiştir:
“Ey ruh-ı mübarek! Seni bir sâil-i menhus / Şehrah-ı hakîkatde şehid eyledi ehsûs… / Bir dest-i mehîn, dest-i şakî, dest-i hiyânet / İhnak ile mahveyledi, kahreyledi, lanet. / Kaalin, kalemi rehberi olmuştu sedâdın, / Her yerde tecellî-i hakîkatdı murâdın. / Kurbân-ı fazîletsin, evet hiç şüphe yoktur, / Mağdûr-ı hakikatsin, evet; âleme Makdûr / İfnâ-yı şehâmet / Tarih ile müsbet / Sen ölmedin asla, ölemez çünki hakîkat! / Hiç görmedi hilkat. / Bir böyle tecellîsini kanûn-ı Hudâ’nın, / Makhûr-ı zebûn olduğunu ehl-i Hûda’nın / Ölmezsin evet, yâd-ı hazîninle yaşarken. / Sen sîne-yi milletde kalırsın ebediyen. / Tahlîd edecek fazlını târih-i milel de, / Destân olacak âleme her darb-ı meselde, / Bir hâdise-i mefhareti şanlı gazânın, / Her yâd-ı gam-engizi birer levha-yı nefrîn / Bir âteş-i per kîn. / Ey her sesi bir vecd-i hamiyetle hurûşân, / Fikr uğruna, hak uğruna, nûr uğruna kurbân! / Mefkûre vü dînin / Her azm-i metînin / Etvâr-ı tecellîsini ta’yîn eder ancak / İcâz ü fesâhatla o bir tek hecedir: Hak!… / Ey arz-ı fecâyi’deki nâkûs-i mezâlim, / Her darbesi bir umde-i hürriyeti hâdim! / Her sayha-i şûmun / Mat’unu umûmun.” (4 Nisan 1339/Rûmî -1923)
Ali Şükrü Bey gibi kahramanlar asla ölmezler, milletin kalbinde daima yaşarlar.
Muhalefet, dün olduğu gibi bugün de nereden baksan risklidir. Muhalif olanlar her şeyi göze alabilmelidir. Muhalif görüşleriyle tanınan Ali Şükrü Bey de bunun farkındaydı; fakat bu yolda yürümeye, doğru bildiklerini gür bir sesle haykırmaya kararlıydı. Nitekim öyle de yaptı. Neticede derin hesaplaşmaların kurbanı oldu. Fakat milletin ve Hakk’ın huzurunda büyüdükçe büyüdü. Bu millet hakikatlere ses verenleri, canını ortaya koyanları unutmadı, unutmayacak…
Trabzonlular hemen yanı başlarında medfun, Cumhuriyet tarihinin en büyük muhalif seslerinden biri olan Ali Şükrü Bey’i yeterince tanıyorlar mı? Bu soruya olumlu cevap vermek pek mümkün değildir. Çünkü gençlerimiz, genel anlamda insanlarımız ne idiği belirsiz magazin haberleriyle ilgilenmekten böyle ciddi meselelere yeterince zaman ayıramıyorlar.
Ali Şükrü Bey, Trabzon’un yiğit evlatlarından biridir. O, hak bildiği yolda ısrarla yürüyen, kellesini koltuğuna alabilmeyi göze alan, Karadeniz kadar hırçın ve delikanlı bir kişidir. O, bu iklimin çocuğudur. O, şimdi Boztepe’de çok sevdiği Trabzon’u manevi pencereden temaşa etmektedir. Bu Hakk dostuna Allah’tan rahmet dilerken, manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum. Kahramanlar asla ölmezler, milletin kalbinde daima yaşarlar.
Gözümde ve gönlümde Ali Şükrü Bey yahut mersiye niyetine…
Yurdunu canından aziz bilen Ali Şükrü Bey gözüpek bir memleket sevdalısıdır. Vaktiyle “Şehid-i Millet” Ali Şükrü Bey’in gönül dünyamdaki yerini ve önemini dile getiren bir şiir kaleme almıştım. Mersiye veya ağıt diyebileceğimiz bu şiiri sizlerle paylaşarak yazımı neticelendirmek istiyorum: “Zaman sonsuza aktı, basiret bir an gitti / Çalındı paslı kılıç, tenimizden can gitti // Bulut gözyaşı döktü, toprak açtı bağrını / Hakikatin gür sesi, yan yüreğim yan gitti! // Kuş gönül kafesinden uçtu uzak menzile / Yandı gönül sarayı; sırça köşkler, han gitti // Hakk’a irtihal etti ömrünün baharında / Söndü gözümün feri, damarımdan kan gitti // Hicranın oku değdi acıların kalbine / Yürekler yangın yeri, mehabetli san gitti // Eşkıyalar şehirde nefret kustu, kan kustu / Pusu kurdu zalimler; edep gitti, şan gitti // Şahadet şerbetini içti Ali Şükrü Bey / Erken çöktü karanlık; güneş battı, tan gitti // İninde öldü katil, kanı kalmadı yerde / Ayan oldu hakikat, şüphe gitti, zan gitti // Dağladı yürekleri intizarın ateşi / İnsaf bitpazarında, basiret, izan gitti // Nefesi gül kokardı, gönüllerin çerağı / Âhlar gökleri tuttu, yürekten figan gitti // Başkentin ortasında öfke sel olup taştı / Adalet tepetaklak, terazi, mizan gitti // ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı(r)’ / Gerçekler sümen altı, hakikat nihan gitti // Can evinden vuruldu, bülbül gülün bağında / Eğri büğrü dünyada, dosdoğru lisan gitti // Kur’an’ın ikliminde soluklandı dembedem / Peygamberin izinde yiğit, pehlivan gitti // Urgan bile ağladı, sonsuzluk yolcusuna / Dalından düştü yaprak; kış çöktü, hazan gitti.”