Birliktelik Bilinci
Aynı coğrafyayı paylaşan insanların duygu ve düşünce serüveni, bununla birlikte hayat döngüsü içinde yer alma biçimi toplum olma bilincini doğurur. Bu bilinç, temel kavram ve kurallarla desteklenerek varlığını sürdürür. Süregelen döngü içerisinde özelden tümele doğru bir çıkarım yapılabileceği gibi tümelden özele doğru bebeklik çağından başlayarak aile içi bir öğrenim ve aktarım söz konusudur. Tüm değer yargılarımız, öğrenim ve edinimlerimizle bağıntılı olarak oluşur. Toplumsal olguları ele alırken kullandığımız dil nesnelleştirmeye açık; ama subjektiflikten arınamamış bir dildir çoğu zaman. Bu, yerelde de evrenselde de böyledir.
Coğrafya pek çok açıdan insan yanımızı etkilediği gibi kendi başına varlığımız onunla şekil almaz. İçsel dinamiklerimiz, hırslarımız, varoluştan getirdiğimiz eğilimlerimiz vardır ve bunlar kitlesel hareketlere uyumsamadan yaşayabilmeyi baskılar. Post modern dünya bize bunu öğütler. Bu yüzden geleneksellikten uzaklaşmış sosyal görüşe sahip kimseler aynı çatı altında ve aynı kararları almakta zorlanırlar. Toplum bilinci ve değer yargıları birbirinden farklı olarak oluşur. Temsil konusunda da bu yüzden sıkıntı yaşarlar.
Modern dünya, geleneklerle gelen birliktelik kavramlarının pek çoğunu tabu olarak yorumlar ve yıkmaya çalışır. Bir yandan geleneksele özgü birlikteliği yıkarken, bir yandan da buna direnen kitlelere egzotik damgası vurarak o kitlesel toplumu göz önüne çıkarır. Modernite, eskiyi yıkmak eyleminden hareketle yeninin biçim çıkmazlığına düşmek arasında bocalarken, toplumların da yaşayış tarzlarına ve ortak akıl yürütmelerine fırsat vermez. Çünkü hıza dayanan çıkar hesapları ve bu hesapları yöneten milyarderler çarkın yavaşlamasından hoşlanmazlar. Bunun sonucu olarak sekülerleşmiş toplumlar çıkar birlikteliği kurma eğimindedirler. Avrupa Birliği, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortak ilişki geliştirerek krallıklar süresince içine dönük yaşamış, Avrupa ülkelerine ayrı bir vizyon çizmiş, yeni Avrupa sınırlarını resmî olarak olmasa da bu birliğin sınırları olarak belirlemiştir. Buna göre her türlü sosyal, politik çıkar bu çerçevede değerlendirilir.
Kadim bir devlet anlayışıyla yüzyıllarca aynı sancak altında kalmış devletler, Osmanlıdan kopmalarıyla yeni bir devlet olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Lakin bu ayrılık, Balkan toplumları ya da Arap toplumlarında manevi birlik duygusunu bitirmemiştir. Bugün Kosova’ya gittiğinizde “Biz, biriz.” dedikleri gibi Filistin’e, Libya’ ya gittiğinizde de bu birlikteliğin devamını dilediklerini görürüz. Diğer yandan soy birliği olan ülkelerde ise kardeşlik duygusu çok daha derin köklere dayanır. Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde olduğu gibi tek millet, iki devlet ilkesi, devletleri manevi yönden güçlü kılmakla kalmaz; ortak politik çıkarımlar yapmalarına olanak sağlar. Güzel Karabağ’ın geri alınışı buna örnektir. Tabii ki sadece Azerbaycan değil; soy birliğimizin bulunduğu tüm ülkelerde aynı kardeşlik duyguları geçerlidir.