Çağın Kırılma Anında Muzdarip Bir Osmanlı Aydını: Halil Hâlid Bey
“Hukuk Mektebi’ne girdiğim zaman gençlerimizin çoğu gibi bende de
Avrupa’ya ait her şeyi abartılı beğenme alışkanlığı vardı.
İngiltere’de yaşadığım on dört yılın sonunda anladım ki
Avrupa medeniyetinin üstünlüğüne dair kanaatlerimde yanılmışım.
Ümit ederim ki bu kitabım, Doğu’ya ait her hususta aşağılama ve ümitsizlik
aşılarken, Batı medeniyetini körü körüne yücelten kimselere ibret olur.”
Halil Halid Bey
Osmanlının son dönem ilim ve fikir adamlarından Halil Hâlid Bey’den söz etmek, altmış yılda neticelenen hayat serüveninde çetin bir arayışın, kendini buluşun ve bunun akabinde müthiş bir fikrî mücadelenin izini sürmek gibidir. Onun hayatı bize, Osmanlının son dönemi hakkında önemli bilgiler verdiği gibi yeni yüzyılı kendi sömürgeci yaklaşımları çerçevesinde
şekillendirmek isteyen Batı’nın Müslüman coğrafyalara yönelik sinsi tuzakları ve uzak emelleri hakkında da çarpıcı malumatlar içerir.
Halil Hâlid, yaşadığı dönemin bütün çalkantılarının hayatına yansımasının yanında; sürekli kendini geliştirmesi, eğitim düzeyini yükseltmesi, milletine aşk derecesinde bağlılığı, devletine sadakati ve bu uğurdaki mücadeleleriyle tarihe adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştır. Batı’nın İslam dünyasını bölüp parçalayarak sömürge alanı hâline getirmeye hazırlandığı bir dönemde onun, Müslüman dünyanın yeni yüzyıla birlik içinde kenetlenerek girmesi gerektiğine dair isabetli fikirleri ve buna dair çözüm önerileri Halil Hâlid Bey’i, Osmanlının son dönem seçkin aydınları arasında görmemiz gerektiğinin en açık kanıtlarından bazılarıdır.
Halil Hâlid, Orta Asya’dan Çankırı Çerkeş’e göç eden tanınmış bir ailenin çocuğudur. Büyük dedesi Çerkeşî Mustafa Efendi, Halvetiye tarikatının Şâbâniye’ye bağlı Çerkeşîye kolunun kurucu şeyhidir. Dedesi Osman Vehbi Efendi ise II. Mahmud devrinin önde gelen medrese âlimlerindendir. Dönemin padişahı tarafından bir merasimde iltifata mazhar olunca, ders verdiği medresenin arazileri kendisine bağışlanmıştır. Halil Hâlid, Ahmed Refî Efendi ile Refika Sıdıka Hanım’ın evladı olarak 1869 yılında Ankara’da dünyaya gözlerini açar. Ne var ki henüz dokuz yaşındayken babası vefat eder. Bunun üzerine eğitimini amcası Mehmed Tevfik Efendi üstlenir. Bu sayede Ankara’da ortaöğrenimini tamamlamaya muvaffak olur.
Halil Hâlid, kabına sığmayan bir gençtir artık. Kader ona dair ağlarını örmeye başlamışken o, eğitimini ilerletmek için İstanbul’a gider. Amcasının yönlendirmesiyle Beyazıt Medresisi’nde eğitim alır. Ardından Hukuk Mektebi’ne kaydolur ve 1893 yılında mezun olur. Bu sırada yolu Ebüzziya Mehmed Tevfik ile kesişir. Bu tevafuk, onun hayatında yepyeni bir safhanın başlamasına vesile olur.
Ebüzziya Mehmed Tevfik, bir milletin gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmakla birlikte faydalı yenilikleri benimseyerek gelişebileceğine inanan muhafazakâr bir Osmanlı aydını olmanın yanında dönemin edebiyat, fikir ve kültür hayatını çok iyi bilen, basın-yayın, gazete ve matbaa tekniği gibi birçok alanda ülkeye çeşitli yenilikler getiren bir yayımcıydı. Halil Hâlid, Ebüzziya Mehmed Tevfik’in yardım ve teşvikleriyle hem yazı hayatına atılır hem de onun matbaasında çalışmaya başlar. Burada bulunmak Halil Hâlid’in zihninde yepyeni pencereler açılmasına vesile olur. Zira burası yerli ve yabancı entelektüellerin uğrak noktasıdır. Nitekim Halil Hâlid, bu ortamda hayatının gelecek dönemlerine tesir edecek bazı isimlerin yanında, yolu İstanbul’la kesişen birçok yabancı misyon temsilcisi ile tanışma fırsatı bulur.
1894 yılında Halil Halid’in hayatında bambaşka bir safha başlar.
II. Mahmud’un, dedesine tahsis ettiği toprakların idaresi Sultan Abdülhamid döneminde ailesinin elinden alınır. Bu sebeple aile, büyük bir sıkıntıya düşer. Halil Hâlid, mahkemelerde bu yerlerin gelirini geri alma mücadelesine girişir ama olumlu bir netice elde edemez. Diğer yandan hukuk mezunları askerlikten muaf olmasına rağmen bu hususta bazı zorluklarla karşılaşır. Bu gelişmeler onu ümitsizliğe sevk eder. II. Abdülhamid yönetimine karşı tavır alır ve bu yüzden takibe uğramaya başlar. İçinde sürekli tutuklanabileceği endişesi ile yaşamak ona ağır gelince tahsilini ilerletmeyi de düşünerek İngiltere’ye kaçmaya karar verir. Bir İngiliz muhabirinin yardımıyla İngiltere’ye gider.
Halil Hâlid, Ebüzziya Mehmed Tevfik’in gönderdiği tavsiye mektubu ile o sırada Londra’da bulunan Şair, Yazar ve Diplomat Abdülhak Hâmid’in çevresine katılır. İngiliz gazetelerinde makaleler yazmaya ve Selim Faris’in Londra’da çıkardığı Hürriyet gazetesinde muharrirlik yapmaya başlar.
Yazılarında sömürge ülkelerdeki Müslümanların perişan hâllerini eleştirip buna itirazlar yöneltmesi ve sömürgecilerin Müslüman halka reva gördüğü eziyetleri, zulüm ve haksızlıkları bütün açıklığıyla dile getirmesi, İngilizlerle iş birliği yapan bazı Müslüman çevrelerin tepkisini çekmeye başlar. Gazete sahibine buna yönelik şikâyetler ulaşır. Hürriyet gazetesinin sahibi Selim Faris bunları dikkate alarak, Halil Hâlid’den bu tür yazıları bırakmasını ve ondan Sultan Abdülhamid’e yönelik sert eleştiriler yazmasını talep eder. Bu tavrı içine sindiremeyen Halil Hâlid, gazeteyle birlikte önceden beri irtibatta olduğu Jön Türklerle de ilişkisini keser.
Zira Halil Hâlid, artık iyice emin olmuştur ki asıl mesele Sultan Abdülhamit değil; Batı’nın hain planlarıdır. Bu süreçte yaşadıkları ve edindiği tecrübe ona büyük resme bakmayı öğretmiştir. O da Batı’nın, İslam dünyasını topyekûn sömürge hâline getirme emelidir. İlk bakışta kulağa hoş gelen tanzimat, ıslahat, meşrutiyet, demokrasi ve özgürlük gibi fikirlerin arkasında yatan gerçek sebep tam da budur ve Halil Hâlid, Hindistan’da Müslümanların çıkardığı bir gazeteye bunları bütün çıplaklığıyla yazar. İlerleyen süreçte Halil Hâlid, 1897 yılında Londra’daki Osmanlı Büyükelçiliği’ne ikinci konsolos tayin edilir. Londra şehbender vekili sıfatıyla II. Abdülhamid’e Basra Körfezi hakkında bir rapor sunar. Bu rapor, onun siyasi meselelere ne denli vâkıf olduğunu göstermesinin yanında İngiltere’nin bölge hakkındaki emellerini çok iyi tespit etmesi açısından da önemlidir. Görevi esnasında Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi’nin İngiliz yetkililerle çok yönlü bağlantı hâlinde olmasını hazmedemeyerek, onun aleyhine Türkçe bir risâle neşreder. Bu, onun görevinden el çektirilmesine neden olur. Bunun üzerine Londra’da edindiği dostları aracılığıyla Cambridge Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliğine başlar. Bu üniversitede ders veren ilk Türk hoca olan Halil Hâlid, o esnada yüksek lisans ve siyasi hukuk tahsili de görür. Mısır ve Sudan seyahatinin ardından Şarkiyatçılar Kongresi’ne katılmak üzere Cezayir’e gider. Bu seyahatleri ona siyasi meselelere bakışta yeni ufuklar kazandırır. Londra’da bir cami yapılması için kampanyalar başlatan Halil Hâlid, 1911 yılında Türkiye’ye dönmek için Cambridge Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılır.
Türkiye’ye dönünce 1912 Nisan’ında İttihat ve Terakki Fırkası Ankara Mebusu olarak Meclis’e girer. Meclis’in 4 Ağustos’ta feshi üzerine siyasetten ayrılarak Bombay Başkonsolosu olarak 1913’te Hindistan’a gider. Burada verimli çalışmalar yapar. Bu görevinden istifa edip yurda dönünce İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne, ardından da İlahiyat Fakültesi’ne tayin edilir. Bir ara Mekteb-i Harbiye’de İngilizce dersleri verir. 29 Mart 1931’de vefat eder ve Merkezefendi Kabristanı’na defnedilir.
Halil Hâlid, Ankara’dan İstanbul’a; oradan İngiltere, Mısır, Sudan, Cezayir ve Hindistan’a dek uzanan altmış yıllık ömrü boyunca kendini sürekli geliştirmiş; Arapça, Fransızca ve İngilizceyi iyi derecede bilmenin yanında Almanca, Farsça ve Urducaya da vâkıf çok yönlü bir Osmanlı aydınıdır.
Onu seçkin kılan en önemli özelliklerinin başında millî ve manevi değerlerine bağlılığı gelir. Geniş kültür ve tarih bilgisine sahip oluşu, onun Osmanlı Devleti’nin eninde sonunda sömürgecilerle bir savaşa girmek zorunda kalacağını önceden fark etmesini sağlamış, bu yüzden çalışmalarını bu alana yoğunlaştırmıştır. Onun, Batı’nın emperyalist emellerini herkes tarafından anlaşılır kılmaya yoğunlaşması ve sömürülen Müslüman milletlerin haklarını korumaya çalışması işte bu yüzdendi. Halil Hâlid’in bu hususta en çok dert yandığı husus, İslam toplumlarının kendi medeniyetlerinden uzaklaşarak hızla Batı kültürünün etkisine giriyor olmalarıydı. Batı, Müslüman coğrafyaları sömürme planını, tanımını kendilerinin yaptığı ve toplumları daha rahat parçalamak için onlara âdeta dayattığı milliyetçilik akımı üzerinden yapmaktaydı. Halil Hâlid Bey, Batı’nın bu tuzağına karşılık ısrarla Müslüman toplumların birlik-beraberlik içinde hareket etmeleri gerektiğini savunuyordu.
Onu, ne pahasına olursa olsun Osmanlı Devleti’nin mutlaka yaşaması gerektiğine inanmaya iten sebep de buydu. Halil Hâlid’e göre Batı’nın sömürge anlayışıyla baş edebilmenin tek yolu; Türk, Arap, Çerkes, Boşnak, Arnavut ve Kürt Müslümanların Osmanlı şemsiyesi etrafında birleşmeleriydi. Aksi takdirde Müslüman toplumu diye bir kavramın kalmayacak; Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Kosova, Meşhed ve Musul yakın zamanda birer sömürge toprağı hâline gelecekti.
Bu öngörüleri, Halil Hâlid’i millî hassasiyeti yüksek projelere yöneltmiştir.
O projelerden birisi, Avrupa’ya giden Müslüman öğrencilerle yakından ilgilenilmesi ve onların kendi kültürlerine yabancılaşmasını önleyici tedbirler alınmasıydı. Bu önerisi dönemin hükûmetince gericiliği teşvik ettiği gerekçesiyle kabul görmemiştir. Oysa o, gelmekte olan büyük tehlikenin farkındaydı. Fransızlar, sömürdükleri Arap yerleşimlerine kendi kültürüne ait isimler veriyor; İslami terminolojinin zihinlerden çıkarılması için kadı ve mahkeme sicillerinde Fransızca terimler kullanılıyordu. Müslüman halkları birbirine düşman etmek için yalan yanlış her türlü yönteme başvuruluyordu. Yaptığı gezilerde Müslüman zihinlerin nasıl sömürülmeye çalışıldığını yakından gören Halil Hâlid Bey, her fırsatta Müslümanların bu oyuna gelmemeleri için ikazında bulunmaya devam ediyordu.
Onun kaleme aldığı eserler ve geleceğe yönelik uyarıları bizde yeterince ilgi görmese de bazı Müslüman toplumlarda yankı uyandırarak uyanışa sebep olmuştur. Osmanlı son döneminin mümtaz aydınlarından birisi olan Halil Hâlid Bey; fikirleri, mücadelesi, eğitimi, uzak görüşlülüğü ve millî duyarlılığı yanında kaleme aldığı eserleri pek çok dile çevrilerek, bu dünyaya hoş bir seda bırakmayı başarmıştır. Mekânı cennet olsun.