Çıkayım Gideyim Urumeli’ne
A. Biraz Tarih
Balkanların tarihi konusunda genellikle eksik bilgilere sahibiz. Oysa Balkanlar, yaşadığımız coğrafyada bizim o kadar olmazsa olmazımız ki, her şeyini en ince ayrıntısına kadar dikkatle bilmemiz gerekir. İsmine ister Rumeli, ister Urumeli isterse Balkanlar diyelim, buram buram bir Türkçe kokusu gelir. Ünlü bir Romen hikâye yazarı olan Panait İstrati, Balkan Hikâyeleri isimli kitabındaki bütün hikâyelerinde bizim kültürümüzün unsurlarına yer verir ve Türkçede en çok sevdiği kelimelerden birinin, ikili ilişkilerde birçok anlamı vurgu ve tonlamalarında saklayan “Bre!” olduğunu söyler. Balkan toplumlarından bize çok uzak veya çok yakın olsun bütün sanatçılarda ve edebiyatçılarda mutlaka içten içe gelişen Anadolu etkisi vardır.
Balkanlar veya Urumeli bizim için ne bir siyasi haritadır ne sınırları belli toprak parçaları bütünüdür ne de jeopolitik çalışmaların kesiştiği bir noktadır. Balkanlar, bizim ruhumuzun ve sesimizin yankılanarak dolaştığı ön bahçemizdir. Bunu anlamak için sadece tarihe kısa bir göz atmak yeter.
Oraya sadece Anadolu’dan geçmiş değiliz. Avrasya bozkırlarından uzanarak ve tarihin çok eski dönemlerinde âdeta akarak gelmişiz. Bu yüzden ismi de orman anlamına gelen en eski Türkçe bir kelime olarak Balkandır. Balkan, sadece orman değil deli ormandır. Bölge yer yer o kadar sık bir ağaçlıktır ki içine gündüz, güneş ışığı giremez. Ağaçlar âdeta topraktan fışkırmış gibidir. Bu yüzden deli orman anlamına gelen Balkanlar ismini vermişiz. Dönem dönem Uzlar, Peçenekler, Kumanlar, Avarlar, Hunlar ve daha birçok Türk toplulukları, Karadeniz’in uçsuz bucaksız kuzey bozkırlarından Adriyatik denizine kadar inmişlerdir.
Hele Hun boylarının yedi kahraman lideri, Avrasya bozkırlarında bir geyik avı sırasında peşinden koştukları geyiğin onları Macar Ovası’na getirmesi ile o bölgeyi vatan edinmişlerdir.
Anadolu’dan, Selçuklu döneminde, Bulgaristan-Romanya arasındaki verimli topraklara 13. yüzyılda geçmişiz. Daha sonra Makedonya ve Kosova’ya, Selçuklular döneminde yerleşmişiz. 17. yüzyıldan sonra yaşadığımız tarihin acımasız rüzgârlarında, etnik temizlikleri arasından kalabilenlerimiz kimliklerini hâlen sürdürüyorlar. Selçuklular döneminde yapılan camilerimizden bir ikisinin kitabeleri günümüze kadar gelebilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin; adalet fikrini, Nizâm-ı Âlem fikrini daha Bizans’ı ortadan kaldırmadan önce Balkanlara taşıdığını biliyoruz. Önde Yesevî dervişlerinin ikinci kuşağı olan Abdalan-ı Rum, arkasında çifte su katılmış çelikten yapılmış kılıçları, taşı delen temrenleri ve içi adalet dolu gönülleriyle ordularımız yamaç yamaç, menzil menzil yayılarak yerleşmişler ve 16. yüzyılda bölgenin büyük bir kısmında nüfus yoğunluğu bizim lehimize gelişmiştir. Kanunî Sultan Süleyman, Arnavutluk Beylerbeyi Malkoçoğlu Bali Bey’e:
“Eğer güçleri yetmiyorsa onlardan zorla vergi alma, ihtiyacın varsa bana yaz göndereyim. Unutma ki bir anlık adalet, 70 yıllık nafile namaza denktir.” öğüdünü veriyor.
B. Acılarımız ve Gözyaşlarımız
Balkanlar, Urumeli veya Rumeli, genç kuşakların unuttuğu kanayan yaramızdır aynı zamanda. Hiçbir toplum, Balkanlarda oynanan sinsi bir planla birlikte bizim kadar etnik temizlik acısını yaşamamıştır. Gittiği topraklara adaleti, düzeni götüren; bu yüzden etkisi bütün Balkan milletlerinde asla silinmeden kalacak olan atalarımızın yüksek medeniyet izleri âdeta Balkan coğrafyasından kazınmak istenmiştir. 300 yıl içinde hiç durmadan sürmüş, vatan edindiğimiz, nazlı bir geline benzettiğimiz Budin’den başlayarak Çatalca’ya kadar sürmüş bir etnik temizliğin acılarını yaşamışız.
Bu acıların insanlık tarihi içinde asla bir benzeri yoktur. Bizi o topraklardan âdeta kazırcasına Anadolu’ya süren ve acımasızca katledenler yönetime geldikten sonra bölgedeki geniş halk kitleleri üzerinde zulüm ve baskı uygulamış; halk, özlemle bizim adalet dolu yönetimimizi aramıştır. Bunun, ciltler dolusu kitaplar hâlinde kütüphanelerde yer aldığını görürüz. Bu yüzden bir Türk aydını için Balkanlar çok şey ifade eder. Osmanlı arşiv belgelerine, tapu tahrirlerine, Kadı sicillerine, vergi kayıtlarına baktığımız zaman Anadolu’dan Balkanlara geçen aşiret, bölük, Taife-i Yörükân’ın bölgenin kan damarları gibi olan yollarını, tuttuklarını, huzuru ve istikrarı götürdüklerini görürüz.
C. Asya ve Avrupa’nın Düğümü
Balkanlar, Asya ve Avrupa’nın düğümü gibidir. Balkanları gezmeden ve orada az veya çok yaşamadan bunu anlamak çok zordur. Çünkü her gün Tiran’dan, Sofya’dan, Bükreş’ten ve diğer Balkan ülkelerinden İstanbul’a gelen otobüs yolcularının duygu ve düşüncelerini bilmek gerekir. Avrupa’nın çok cazip olduğu bir çağda bile insanlar batıya doğru değil, Balkan coğrafyasında doğuya, İstanbul’a doğru gelmek isterlerdi. Bu bakımdan Balkanlar, Avrupa ve Asya arasında bir düğüm gibidir. Orta ve Batı Avrupa’nın arka bahçesidir. Balkanlarda huzur yoksa Avrupa’da huzur olmaz, olamaz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının en kritik olayları bu bölgede başlar, gelişir ve sonlanır. Bugün Ukrayna-Rusya Savaşı’nda Balkanlar en önemli stratejik alan hâlinde hassasiyetini korumaktadır.
Balkanların eşsiz güzellikte bir bahçe olarak varlığını sürdürmesi ancak Türkiye ile mümkün olur. Bu yüzden Türkiyesiz bir Avrupa Birliği’nin veya Türkiye’nin dışlandığı bir Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisinin Avrupa’ya huzur getirmesi mümkün değildir.
Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nun Balkanlarla ilgili yaptığı hiçbir toplantıda Türkiye’den söz edilmediği, buna karşın Türkiyesiz bir Balkanların hiçbir Balkan ülkesi tarafından düşünülmediğini toplantı tutanaklarından anlamak mümkündür. Bunu bu toplantılara katılmış, toplantı tutanaklarını okuyarak TRT’de yorumlamış bir kişi olarak söylüyorum. Bu yüzden Avrupa, Balkanların huzuru ve güvenliği olmadan huzurlu olamaz; Balkanlar da Türkiye olmaksızın güvenli ve huzurlu olamaz. Bu bir coğrafi yazgı gibidir.
D. Bitmeyen Oyunlar
Balkanlarda bugün dikkatli bir gözle gezen her aydın; diplomatların, gizli servis elemanlarının ve onlar tarafından yönlendirilen sözde bilim adamlarının cirit attığını görür. Çünkü Balkanların kontrolü dün ne kadar önemli ise bugün de o kadar büyük önem taşımaktadır. Avrupa Birliği’nin Balkanlar için kendince bir planı vardır. Bu plan kısaca, olabildiği kadar küçük parçalar hâlinde bölge ülkelerini kendi içine almak, Antik Yunan ve Makedonyalı İskender çevresinde Makedon kültürü ile kendisiyle özdeşleştirmektir. Kuzey Makedonya’da Osmanlı kültür miraslarının yerine bir antik Makedon medeniyeti oluşturma sevdası ve yapılan yardımların tamamının bu yolda ustalıkla kullanılması bunun çok önemli örnekleri arasındadır.
AB bir yandan bunu yaparken, Fransa’nın Balkanlarda kendi siyasi çıkarları doğrultusunda ciddi hesapları ve oyunları devam etmektedir. Özellikle Yunanistan’la son zamanlardaki ilişkilerinin geliştirilmesi, Hırvatistan ve Karadağ üzerindeki içten içe hesapları bu bitmeyen oyunun bir parçasıdır. Almanya’nın, İtalya’nın, Avusturya’nın ve geçmiş 300 yıl içinde canımızı en çok yakan Rusya’nın planları ve oyunları Balkanları, patlamaya hazır bir bomba hâline getirmektedir. Doğal olarak İngiltere ve ABD’nin de bu oyunda ayrı bir rolü vardır.
Türkiye’nin bitmeyen bu oyundan az veya çok, kısa bir zaman diliminde veya uzun bir sürede mutlaka etkileneceğinin unutulmaması gerekmektedir. Orada hem ülkemizin uzun süreli güvenliğinin sağlanması açısından çok ciddi bir stratejik plan çerçevesinde çalışılması gerekir hem de kültürel mirasımıza sahip çıkmamız açısından çaba harcamalıyız.
Balkan Müslümanlarının, atalarımızın günümüze kadar gelebilen en değerli yadigârı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu yadigârın elimizden sinsi bir şekilde alınmaya çalışıldığını anlarız. Bu el altından yapılan çalışmaları iki noktada toplamız gerekmektedir:
Birincisi, Avrupa Müslümanlığı kavramının yaygınlaştırılması ve Osmanlı düşmanlığının ön plana çıkarılmasıdır. Balkanlardaki Müslümanların Yunanlı, Sırp ve Bulgar gibi aslında Hristiyan toplumların mensupları oldukları ve zorla Müslümanlaştırıldıkları iddiasıdır. Yani “Balkanlarda Türk-Müslüman yoktur.” iddiasının ilmî bir kisveye büründürülerek uygulanması çalışmasıdır. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan bunu ustalıkla yapmaktadırlar. Son zamanlarda Avrupa Birliği de bu plana destek vermeye başlamıştır. Türkiye’nin, bölgedeki yardımlarını yaparken, kültür stratejisini geliştirirken bu oyuna çok dikkat etmesi gerekmektedir. Çünkü biz biliyoruz ki, hiçbir mesnedi olmayan bu tezlere inanmış bölgedeki Müslüman kardeşlerimizden bazıları, Türkiye’den aldığı destek ve yardımları bilerek ya da bilmeyerek Türkiyenin aleyhinde kullanabilmektedir.
İkincisi, İran ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki faaliyetleri, Balkanlardaki Türk ve Müslüman kardeşlerimizi kendi inançları doğrultusunda etkilemeye yöneliktir. Bunun için maddi yardım, eğitim desteği ve yatırım yoluyla bölgede egemen olmaya çalışmaktadırlar. Bunu, devlet olarak yapmaları kısmen makul karşılansa bile Türkiye ve Türkçe aleyhinde propaganda yapmaları bizim özellikle üzerinde durmamız gereken noktalar arasındadır. Balkanlardaki türbe, zaviye ve camilerimizdeki kitabelerin üzerinin örtülmesi, kapatılması buna örnek verilebilir. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya’da bunun ibret verici örneklerini görmüş ve yaşamış bir bilim adamı olarak aydınlarımızı uyarmayı bir görev olarak görüyorum.
E. Bilim Adamları, Diplomatlar ve Siyasiler
Türkiye’nin bölgedeki Türk ve Müslüman varlığına sahip çıkması en hayati noktalardan biridir. Bunun için de bilim adamlarımızın, diplomatlarımızın ve siyasilerimizin bölgeyi en ince detaylarına kadar çok iyi tanıması gerekir. Bunun için de üniversitelerde kurulmuş olan Balkan Araştırmaları Merkezlerinin çalışmaları titiz bir şekilde takip edilmeli ve mutlaka yönlendirilmelidir. Balkanlarda görev yapacak olan diplomatlarımızın görevlerinin başına gitmeden önce bölgeyi âdeta ezberlemeleri gerekmektedir.
Elbette bütün işleri koordine eden ve yöneten, demokratik toplumlarda siyasettir. Bu yüzden iktidar ve muhalefeti ile bütün siyasilerin Balkanlar konusunda sistematik olarak bilgilendirilmesi gerekir. Türkiye’nin değişik kurumlarından bölgeye, çok ciddi mali yardım ve destekler gitmektedir. Ancak yapılan bu harcamaların adım adım denetlenmesi, performans analizlerinin yapılması, harcanan mali yardımların doğru yerde ve doğru şekilde yapılıp yapılmadığının denetlenmesi gerekmektedir. Bunun, özellikle siyasilerimiz tarafından ilgili denetleme kurulları harekete geçirilerek yapılması gerekir.
Eğer Balkanlar konusunda önümüzdeki on yıllar boyunca akılcı, ciddi bir politika izlenirse, Türkiye’nin Balkanlarda, Orta ve Doğu Avrupa’da büyük güç olabileceğini rahatlıkla söylememiz mümkündür.
Balkanlarda sadece Müslüman kimliğimizle bir sempati kuşağı oluşturmuyoruz; aynı zamanda Türk kimliği ile de çok önemli etki alanı oluşturuyoruz. Bugün kendisini Türk veya akraba olarak hisseden önemli sayıda Hristiyan topluluk bulunmaktadır. Bunlar Güney Balkanlardan Orta Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bunlar arasında Atilla’nın torunları olduklarına inanan ve Türk olan Sekellerle Gagauzları sayabiliriz. Gagauzlarla ilgili yapılan çalışmaların olumlu sonuçları nasıl alınmışsa, diğer topluluklar üzerinde yapacağımız çalışmaların Türkiye’ye çok şey kazandıracağı unutulmamalıdır.