Cumhuriyet’in 100. Yılında II. Meşrutiyet’e Bakmak
Tarık Zafer Tunaya’nın, II. Meşrutiyet’i “Türkiye Cumhuriyeti’nin siyaset laboratuvarı” olarak nitelemesi, ciddiyetle ele alınması gerekir. Bu, yerinde nitelemedir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ruhunu oluşturacak olan dönüşümler bu dönemin en önemli arka planını oluşturmaktadır. Bu dönüşümler, düşünce ikliminden kurumlara, ekonomiden hukuka çok geniş alanları içine alır ve Cumhuriyet döneminin toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki gelişmelerini etkilediği için aynı zamanda, tarihsel devamlılık açısından Osmanlı-Cumhuriyet dönemi arasında önemli ve inşa edici bir geçiş dönemi olarak değerlendirilebilir. Bahsedilen dönüşümlerin, yeni bir toplumun inşasında oldukça hayati bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Yeni toplumun inşası, çok yönlü zihni dönüşümün sonucunda söz konusu olmuştur. Bu da yeni devletin, yeni zihniyetin, yeni siyasal rejimin hazırlayıcı bir hazırlayıcısı olmuştur. Bu yüzden II. Meşrutiyet dönemi Türk modernleşmesinin en önemli safhalarından biri olarak değerlendirilebilir. Bu değerlendirme, kabaca 18. yüzyıldan itibaren gündemi meşgul etmeye başlamış olan modernleşme süreci olduğunu ve Cumhuriyet’in de bu modernleşme sürecinin bir parçası olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Bu yüzden II. Meşrutiyet dönemini ele alırken, önemli bir geçiş döneminin üzerinde düşünmek gerektiğini gözlerden uzak tutmamak gerekiyor.
Her tarihî süreçte olduğu gibi bu dönemin de kendi aktörlerini, düşünce prensiplerini, zihniyetini ve kurumlarını yarattığı unutulmamalıdır. Bu yüzden, en azından, meşruti gelişmeleri Tanzimat döneminden başlatmak, II. Meşrutiyet’in habitusunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Tanzimat Fermanı’nın içeriği ve ortaya koyduğu ilkeler, geleneksel düzenden yeni bir düzene geçişi haber veren yeni bir anlayışı öncelediği görülür. Tanzimat Fermanı’ndan sonra ortaya çıkan belgeler ise Tanzimat döneminin açılımlarını yeni bir seviye ve safhaya taşımıştır. Bu yeni safhalar; Islahat Fermanı, millet nizamnameleri ve Kanun-i Esasi belgeleriyle
açılmıştır. Modernleşme atılımları da bu belgelerle devletin resmî politikaları hâline gelmiştir. Bu, esasen modernleşmeyi de Osmanlı idarecilerinin iradi olarak benimsediği anlamına gelmektedir. Bu da, modernleşme hareketlerini kontrollü bir şekilde yürütülen faaliyetler olduğunu göstermektedir.
II. Meşrutiyet de modernleşme hareketlerinin devamı ve modernleşmenin dönüştürücü
mekanizmalarını hazırlamıştır. Tunaya’nın II. Meşrutiyet dönemini bir laboratuvar olarak değerlendirmesi, bu dönüştürücü mekanizmaları hazırlamasına işaret etmektedir. Bu yüzden de önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni düşünce iklimi, serbest düşünce ortamının sınırlarını genişlettiğinden dönüşümün boyutları geniş, etkinliği de güçlü olmuştur. İşte Cumhuriyet, bu dönüşümün en açık görünümü olarak ortaya çıkmış ve Türk tarihinin yeni bir safhasının açılmasını sağlamıştır. II. Meşrutiyet’in düşünsel ve kurumsal dönüşümleri, Cumhuriyet döneminin de düşünsel ve kurumsal oluşum ve gelişiminde laboratuvar görevi görmüştür.
Her tarihsel dönemin olduğu gibi Meşrutiyet döneminin de kendine has bir ruhu vardır ve bu ruh, dönemin aktörlerinin zihnî oluşumunda önemli rol oynamıştır. Cumhuriyet dönemi aktörlerinin fikrî yapılarının oluşumunda temel roller oynamıştır. Kısacası zamanın ruhu, yeni kavramlar, yeni düşünce ufukları, yeni hukuki ve siyasi gelişmeler ve nihayetinde yeni bir anlam, anlama ve anlamlandırma dönemini ortaya çıkarmıştır. Zamanın ruhu, II. Meşrutiyet ile birlikte görünür hâle gelmiş ve yeni dönemin gelişmelerine kaynaklık etmiştir.
Serbest düşünce ortamının göreli olarak belirgin bir şekilde hissedilmesi ise fikirlerin olgunlaşmasını sağlarken, yeni fikirlerin daha görünür olmasına ortam hazırlamıştır. Bu fikirler, dergiler ve gazeteler aracılığıyla da halka mal olmaya başlayacaktır. Aynı zamanda edebî bir zenginliğin ortaya çıkması, bu fikirlerin yerleşmesinde oldukça hayati rol oynamıştır. Bu da, II. Meşrutiyet’in kendine özgü bir kimliğe bürünmesini sağlamıştır. Bu yeni kimliğin doğru anlaşılması ise esasında Cumhuriyet döneminin iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Zira bu dönemin belli aktörleri, Cumhuriyet rejiminin kurulmasında da rol oynayarak, II. Meşrutiyet’in ilkelerinin uygulamaya koyulmasında etkili olacaktır. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Rıza Nur, Hüseyin Cavit Yalçın, Ahmet Rıza, Baha Tevfik, Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Said Halim Paşa, Mehmed Âkif, Mustafa Sabri ve Ferit Kam gibi aktörlerin fikirleriyle kendi fikir mecralarını oluşturmuştur. Bu fikirlerin hemen tamamı göz önüne alındığında, II. Meşrutiyet’in oldukça renkli düşün hayatına sahip olduğu ifade edilebilir. Basın ise, bu fikirlerin yayılma mecraları ve halka mal edildiği platformlar olmuştur. Sansürün gevşemesi ise serbest düşünce ortamının genişlemesine imkân tanımıştır. Bu durumun bir diğer sonucu da birçok konunun siyasallaşmasına ve anlam erozyonuna uğramasına yol açmasıdır.
Fikirlerin topluma ulaşmasının bir diğer sonucu, siyasi fikirlerin kurumsallaşması sonucunu doğurmuş ve çeşitli siyasi partileri, bir ideolojiye angaje olan gazeteler, dergiler ve derneklerin kurulmasını sağlamıştır. Hâliyle de bu, düşünce hayatının gelişmesine ve olgunlaşmasına yol açmasına imkân vermiştir. Bunlar, aslında birçok gelişmenin birbirleriyle nasıl sıkı bir ilişkide olduğunu göstermektedir. Zira bahsedilen gelişmeler, hukuk ve anayasa konularının da güçlü bir şekilde gündeme gelmesine yol açarak düşünce serbestisinin hukuk ilkelerinin şekillenmesinde etkin rol oynamıştır. Çünkü düşünme eylemi, hukuki bir güvence gerektirmekteydi. Bu yüzden, özellikle anayasal hak talepleri sık sık gündeme gelmiş, hukuki gelişimin önünün açılmasına, geleneksel düşünce yapılarının dönüşümünün hızlanması imkânını doğurmuştur. Bahsedilen taleplerin sahipleri de Tanzimat okullarında okumuş, yeni nesil hukuk düzen ve ilkelerinden haberdar aydınlardı. Bir anlamda Tanzimat okulları meyvelerini vermeye başlamış ve toplumu dönüştürme kabiliyeti kazanan aktörlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu da, son dönem Osmanlı anlayışının insan yetiştirme eğilimlerinin yönünü tayin edecek eğitim hamlelerini ortaya çıkarmıştır. Gelişen kitle iletişim araçları ise zaman ve mekânın ayrışmasını sağlayarak Osmanlı-Türk aydınının hem Batılı fikirlere daha açık hâle gelmelerine hem de Batılı fikirlerin toplumun bir kısmında daha çok tanınmasına zemin hazırlamıştır. Doğal olarak bunlar, Türk düşünce hayatında ve siyasal yaşamında dönüşümü hızlandırmıştır. Siyasal hayatta ortaya çıkan bu gelişmeler, kurumsal karşılıklarını da yaratmış, çeşitli fraksiyonlarda siyasi partilerin kurulmasını hızlandırmış ve demokratik unsurların Türk siyasal düşüncesinin siyasal hayatta da karşılık bulmasına zemin hazırlamıştır. Bu da, Türk siyasal hayatında, dinamik bir yapı ve görünüm sergilemeye başlatmıştır.
Siyasal kurumsallaşma, hukuki kurumsallaşmanın gelişimini hızlandırmış; yeni hukuk metinlerinin yayınlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu da hukuk sisteminin Batılılaşmasına yol açmıştır. Hukuk alanında Batılılaşma, 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren başlamışsa da, esas itibarıyla rejimde dönüşümü sağlayarak hukuki gelişmeler, II. Meşrutiyet’te oldukça çeşitlenmiştir. Siyasal alandaki dönüşüm, toplumsal alanda da kendini göstermiş ve yeni tip toplumun inşasına dönük gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Bu da esasında, Halil İnalcık’ın dediği gibi “Cumhuriyet’i, 1908’deki Meşrutiyet devrimi hazırlamıştır. Bugünkü Türkiye’yi anlamak için Meşrutiyet dönemini anlamak şarttır.”. Kısacası Cumhuriyet’in ruhu, II. Meşrutiyet’te üflenmiştir denilebilir. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, bu ruhun taşıyıcıları olarak yeni devletin temel ilkelerini belirlerken, II. Meşrutiyet’in düşünce ikliminin bütün özelliklerini yeni döneme taşımışlardır. Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin temel ilkeleri, II. Meşrutiyet’in bu laboratuvarında olgunlaşmış ve siyasi bir irade hâline gelmiştir. Tanzimat okulları, Meşrutiyet ve Cumhuriyet düsturlarını toplumun münevverlerine aşılayarak, Türk düşünce tarihinin önemli kurumlarının başında gelmiş, yeni toplumun inşasını mümkün kılmıştır. İdadilerden başlamak üzere orta ve yükseköğretim, modern Türk düşüncesinin temel ilkelerinin öğrenildiği, hatta ideoloji olarak benimsendiği kurumlar olmuştur. Yukarıda isimleri geçen Türk aydınları bu okullarda yetişmiş ve modern Türk düşüncesinin aktörleri olmuştur. Halil İnalcık, Meşrutiyet devrini, Cumhuriyet’i hazırlayan bir aydınlanma devri ve Mustafa Kemal Atatürk’ü, bu düşünce ortamında yetişen kurucu aktör olarak görür.
II. Meşrutiyet’i anmaya başladığımızda, Tanzimat döneminin Batı tipi yönetici olan bürokratlarını, Batılaşma hareketlerinin bir sonucu olduğuna dair bir gerçeği gündeme almak zorundayız. Batılılaşma bir noktadan sonra bürokratik yapının, yönetimde ağırlığının arttığı bir yönetime doğru geçişi de simgeler. Bu yüzden ulemadan ümeraya devlet bürokratları devletin bekası namına Batılılaşmaya ve yeniliklere açık ve meyyaldiler. Burada beka meselesini açmak gerekir. Çünkü son dönem Türk düşüncesinin en önemli gündemlerinden biri, “Devlet nasıl kurtulur?” sorusudur. Bu soru, Türk düşüncesinin çatallaşmasına yol açan gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Tanzimat ideolojisi olan Osmanlıcılık düşüncesi, “devlet nasıl kurtulur” sorusunu din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün Anâsır-ı Osmaniye arasında birlik oluşturmak ve devletin kurtuluşuna çare olarak görülmüştü. Ancak gayrimüslim unsurların isyan ederek devletten ayrılmak için faaliyet göstermeleri, Osmanlıcılık ideolojisinin iflas etmesine yol açmıştır. Bundan sonra, devlet nasıl kurtulur sorusu, daha dar toplumsal grup olan Müslümanların, birlik içinde, İslami hukuk ve toplum sisteminin, İslami esaslara uygun bir devlet düzeninin kurtuluşu sağlayacağı yönünde yaklaşımla cevaplanmaya çalışıldı. II. Abdülhamid döneminin en önemli ve etkili fikrî cereyanı olan İslamcılık ise, 20. yüzyılın başında, İslamcılık ideolojisinin de, kurtuluşu sağlayacak İslam birliği fikrini, devlet nasıl kurtulur sorusunu doğru bir şekilde cevaplayacak şekilde uygulamaya koyma geçerliliğine sahip olmadığı, ortaya çıkan gelişmeler gösterecektir. Zira Osmanlı İslam unsurları arasında birlik fikrinin, hayal edildiği kadar güçlü bir etkiye sahip olmadığı, belirli yönlerde anlaşılacaktır. Devlet nasıl kurtulur sorusunu cevaplama sırası, özellikle İttihat ve Terakki ile başlayan ve Türk milliyetçiliği şeklinde tanımlanan fikir hareketine gelmişti. Türkçülük ideologları, devletin kurtuluşunu, ancak devletin asli unsuru olan Türk milletinin siyasal bir gerçeklik olarak aktif bir rol alması ile mümkün kılmaktaydı. Türklük kültür dairesi hareketi içinde bir kültür hareketi olarak devletin kaderini ele almak, kurtuluşu sağlayacak en son ve gerçekçi bir çare olarak düşünüldü. Balkan Savaşları sonrasında gelişen yeni konjonktürel yapı, Türkçülerin ortaya koydukları düşüncelerin gerek Osmanlıcılık ve gerek İslamcılık anlayışından daha gerçekçi olduğunu gösterecektir. Üniter devletin kurulması ile bu gerçekçi yol, daha güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır. II. Meşrutiyet, yukarıda bahsedilenler dikkate alındığında, Osmanlıyı Cumhuriyet’e bağlayan en önemli rabıta olmuştur. İsmi geçen aktörler, yapılan hukuk düzenlemeleri, kurulan kurumlar, bu rabıtalar olarak tarihsel devamlılık açısından kilit noktada durmaktadır.
II. Meşrutiyet, modern Türk düşüncesinde oldukça önemli tarihî bir safhadır ve bu safha, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini belirleyen siyasal aklı içinde barındırır. Bu yüzden Cumhuriyet dönemi, bir anlamda Türk modernleşme tarihinin yeni bir safhasını oluşturur ve yeni devletin kurumsallaşması kabaca 300 yıl süren modernleşme sürecinin bir neticesi olarak kabul edilmelidir. Cumhuriyet dönemi kurumlarının tarihî geçmişinin çok daha önceki dönemlerde var olması, tarihsel devamlılık açısından oldukça gerçekçi şahitlerdir. Cumhuriyet rejimi, yeni bir anlayışı içerse de Türk devlet düşüncesinin asırlar süren tarihî tecrübeyi yüklendiğini ifade edebiliriz. Anayasa ile belirlenen ilkeler ise, bahsedilen tecrübeden süzülen anlayışla şekillenmiştir. İçinde bulunduğumuz 2023 yılı, Cumhuriyet’imizin 100. yılıdır ve Türk devlet geleneğini, toplumu daha uygar, devleti daha güçlü, sözü geçen, sosyal hukuk devleti anlayışını etkili bir şekilde yürütebilecek hâle getirmek için büyük tarihî tecrübelere sahip olduğumuzu belirtmek gerekir. Devletimizin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, bahsedilen tarihî ve bu tarihin Türk milletine bahşettiği tecrübeyi enerjiye çevirerek, yeni Türk Devleti’nin kurulmasını sağlamıştır. II. Meşrutiyet’in Türk tarihindeki misyonu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayacak siyasal aklın olgunlaşmasını sağlamasıdır.