Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılında Tam Bağımsızlığın Ayak Sesleri
Tarih şahittir ki Türk milleti, içinde bulunduğu her çağa umutla uyanmanın yanında, ileriye başı dik yürümüş ve gelecek yılları asırlardan süzülen öz kültürüyle mayalamayı başarmıştır. Bütün dünyanın gözü önünde bin yıllara adaletten, barıştan, hoşgörüden, ilim, kültür, ahlak ile hak ve hukuktan yana ölümsüz kahramanlık aşıları yapan böyle bir milletin dişiyle, tırnağıyla kazıyarak zaferle girdiği son yüzyıla kayıtsız kalması mümkün müdür?
Destansı bir kuruluşun ardından bir miktar geç kalmışlıktan kaynaklanan boyun büküklüğü, henüz mayalanmakta olan bu çağda milletimizin ufkunda bir umutsuzluk prangası olarak asılı kalabilir mi?
Cumhuriyet’in yüzüncü yılı yaklaşırken bu sorular aklımızı yeni sualler yumağına sarmakla kalmıyor, aynı zamanda onu, ekin tarlasına düşen dolu sağanağı gibi tarumar ediyordu. Nitekim “Acaba mı?” demeye başlamış, “Bize neler oluyor?” diye hayıflanır olmuştuk. Yoksa yüzyıllar boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış ve kutlu bir davanın hamiliğini üstlenmiş bu aziz milletten yana tarihin tekerrür edişi sona mı erecekti?
Söz konusu Türk milletiyse her zaman bir umut vardır.
Osmanlı, tarih sahnesinden çekilirken bu millet, “Bağımsızlık, benim karakterimdir.” diyen Gazi Paşa’nın etrafında birbirine kenetlenerek ve binbir zorluğa göğüs gererek yeryüzü mazlumlarının son kalesi Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaya muvaffak oldu. Kuruluş safhalarının ardından tek parti döneminin demokratik sancıları, çok partili hayata geçisin zorlukları, demokrasi ve özgürlük adı altında işlenen siyasi cinayetlerin travmaları, darbe ve muhtıraların kâbusları arasında Türkiye, uzun yıllar ufkunu saran kara bulutlardan başını kaldırıp geleceğe bakmaya pek fırsat bulamadı. Milenyum öncesinde zaman zaman bu kâbustan uyanmayı ve güçlenerek geleceğe yürümeyi haykıran cesur yürekler oldu olmasına ama onlar da ya türlü baskı ve işkencelerle susturulmaya ya da envaiçeşit yaftalarla karalanmaya çalışıldı. Kuşkusuz bu vefakâr millet, kendi içine hapsedilerek kadim geleneğinden uzaklaştırılmaya çalışılan bu ülkenin, köklü geçmişiyle uzak ufukları arasına bütün gövdesiyle umut köprüleri kuran bu bir avuç kahramanı her daim hayırla yâd edecektir.
Ne olduysa, istikrarsızlık ve siyasi gel-gitler arasında zaman zaman parlayıp sönen güneşin güçlü yarınlara dair yollarımızı aydınlatmaya kâfi gelmeyeceği gerçeğinin milletimiz tarafından keşfedilmesiyle oldu.
Yapay bulutların ardında parıldayıp duran, berrak umudu fark eden bu millet; uzun yıllar hasretini çektiği büyük idealin sevdasıyla birbirine kenetlendi ve yeni yüzyıla büyük bir aşkla yürümeye başladı. Çaresizliğin çaresiydi onları harekete geçiren saik, geç kalmışlığın tatlı telaşıydı ve boyun büküklüğün öz güvene dönüşmesini aşk derecesinde hissetmeleriydi çoğu zaman. Belki sıkıntılı olacaktı bu yürüyüş, tehlikelerle dolu patikalarda ilerlenecek ve mayınlı arazilerden geçilecekti. Hepsini göze alarak kararını verdi millet ve bu yola öyle çıktı. Nitekim süreç içerisinde, sayılan bu tehlikelerin her biriyle de sınandı tek tek…