Deprem Üzerine Röportaj
Ülke tarihindeki en büyük depremlerden biri olan Kahramanmaraş depremiyle birlikte yaşanan afetin etkisi Türkiye’nin birçok yerinden hissedilirken, milyonlarca vatandaşımız da bu durumdan olumsuz etkilendi. Asrın felaketi olarak nitelendirilen Kahramanmaraş’ta yaşanan 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki şiddetli deprem sonrası yıkımın yaşandığı başta Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep, Osmaniye, Diyarbakır, Adana ve Kilis’in yanı sıra yakın sınır komşularımız da bu depremde büyük hasar gördü. “Deprem ve Dayanışma” konusuna yer verdiğimiz bu özel sayımızda, biz de Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Kağan KADIOĞLU ile bir röportaj gerçekleştirdik. Kadıoğlu, deprem ve depremin etkileri, afet planlaması, uzmanlar tarafından büyük İstanbul depremi olarak adlandırılan depreme yönelik hazırlıklar, deprem sonrası yardımlar, kentsel dönüşüm ve daha birçok konuda dergimize önemli açıklamalarda bulundu.
Türkiye, bir deprem coğrafyasında bulunuyor. Bu nedenle konuya biraz da temelden başlamak amacıyla “Deprem nedir, nasıl ve neden oluşur? Deprem türleri nelerdir?” kısaca bu sorulara sizden yanıt alabilir miyiz?
Evet, Türkiye bir deprem ülkesidir, bu yüzden bu afeti çok iyi tanımlamalı ve bilmeliyiz.
Deprem; yer içindeki kaya veya kayaların ani kırılması sonucu ortaya çıkan enerjinin yeryüzüne kadar taşınması ile oluşan yer sarsıntısıdır. Bu yer sarsıntısı (deprem), daha çok jeolojik fayların yırtılmasından kaynaklanır; ancak aynı zamanda volkanik aktivite, toprak kaymaları, mayın patlamaları ve nükleer testler gibi diğer olaylar sonucunda da yer sarsıntısı (deprem) oluşabilir. Bir depremin ilk kırılma noktasına, deprem merkezi veya odak noktası; odak noktasından yer yüzeyine olan dikey mesafesine ise deprem derinliği denilir. Deprem büyüklüğünü tanımlamak için kullanılan aletsel ölçekler, 1930’larda Richter büyüklük ölçeğiyle başlamıştır. Deprem ile gelişen sismik dalgalar, Dünya’nın iç kısımlarında hareket eder ve sismometreler tarafından çok uzak mesafelerden kayıt edilebilmektedir. 1930 yılından önceki depremlerin büyüklüğü ise, o tarihte oluşturmuş olduğu tahribat ve can kaybına bağlı olarak göreceli olarak eşleştirme ile hesaplanabilmektedir.
Dünyamız üzerinde yer alan kıtalar arasındaki sürekli bağıl hareketler; artan gerilime ve dolayısıyla fay yüzeyi etrafındaki yüzeyinde depolanan gerilme ve stresin enerjiye dönüşmesine yol açar. İşte bu biriken enerji, fayın kırılması sonucu sismik dalgaların kıta içinde yayılması ve yer yüzeyine ulaşması ile kendini yer sarsıntısı şeklinde gösterir. Depremlerin büyüklükleri; hissedilemeyecek kadar zayıf olanlardan, yapıları ve insanları havaya uçuracak, kritik altyapıya zarar verecek ve tüm şehirleri yıkacak kadar büyük olabilir. Bir bölgenin sismik aktivitesi; belirli bir zamanda yaşanan depremlerin sıklığı, tipi ve büyüklüğü ile tanımlanır. Depremler veya yer sarsıntıları oluşum kaynaklarına göre kaya bloklarının kırılması (tektonik), yanardağların patlaması (volkanik) ve ani olarak yer içinde çöküntülerin oluşması (obruk) şeklinde üç gruba ayrılabilir. Ancak pek çok bilim insanı, depremi, daha çok tektonik hareket ile gelişen yer sarsıntısını deprem olarak kabul etmektedir. Her yer sarsıntısı da yer yüzeyinde büyük tahribata ve can kaybına neden olabilmektedir. Ülkemizde volkanik patlama dışında hem tektonik hem ani yer çöküntüsü şeklinde yer sarsıntısı oluşabilmektedir. Türkiye’de son üç bin yıl içerisinde batıda Manisa Kula, İç Anadolu’da Hasandağı ve doğuda ise Nemrut, Süphan, Tendürek ve Ağrı Dağlarında volkanik yanardağ patlamaları oluşmuştur. Ancak günümüzde bu volkanik patlamalar aktivitesini yitirmiştir.