Doğal Kaynakların Tüketimi, Dünyanın Geleceği ve Türkiye
“Bana fırlatıp attığın şeyi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!”
Jean Baudrillard
Doğanın dengesinin bozulmasına neden olan olayların başlangıç noktası olarak, Sanayi Devrimi gösterilebilir. Bu tarih, daha öncesine de götürülebilir ancak özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte insanoğlunun dünya/çevre üzerinde hâkim konuma gelmesi, yine Sanayi Devrimi sonrası hızlı nüfus artışı, şehirlerin hızla kalabalıklaşması; çevrelerin kirlenmesine ve çevredeki çevre dengesinin bozulmasına neden olmaya başlamıştır. Hızlı nüfus artışı; gıda, enerji, yeşil alan gibi dünyamızın doğal ve üretilen kaynaklarına olan talebi artırdığı için bunların yenilenebilme, yeniden üretilme süresi ve imkânı öncesine göre zorlaşmıştır. Bu durum da kaynakların tüketimi karşılayamama ve yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu nedenle sürdürülebilir ve bilinçli kalkınma politikaları ve tüketimi dengede tutacak hukuki düzenlemeler, bilinçli bir nesil yetişmesi ve doğayı, çevresindeki kaynakları bilinçli tüketen, koruyan, doğaya ve kaynaklara saygılı bir toplum, devletlerin öncelikleri arasında yerini almıştır, almaya da devam etmektedir. Bunu öncelemeyen devletlerin ve toplumların kaynakları tükendiğinde dışa bağımlılığı artacak, sonuçta ya yok olma ya da savaşla yeni kaynaklara sahip olmaya çalışacakları bir gelecek onları bekliyor olacaktır.
Günümüzde tüketim, katlanarak ve hızla artmaktadır. Küresel salgın döneminde biraz kendine gelen dünyamız, sonrasında tekrar hızlı bir tükenmeye/tüketilmeye, insanoğlu tarafından sürekli dengesi bozularak yok edilmeye doğru sürüklenmektedir. Bunun için tek bir örnek dahi yeterli olacaktır. Salgın döneminden itibaren hızla artan eve sipariş ve kargo (sanal alışveriş) sürecinin artması ile ambalaj ve yakıt tüketimi çok hızlı bir şekilde katlanarak artmıştır.
Tüketim toplumu hâline gelen dünyamızda savurganlık hızla artmakta, mallarda hızlı tüketim ve değişim “çöp sepeti uygarlığına” doğru toplumları sürüklemektedir. Savurganlık ve israf, ülke ekonomilerini ve doğamızın, kaynaklarımızın geleceğini tehdit eden en önemli tehditlerden biridir. Savurganlık, doğanın kaynaklarını tükettiren, insanın geleceğini tehlikeye attıran bir tür delilik, çılgınlık olarak tanımlanmıştır. (Jean Baudrillard, s. 41) Geçmiş toplumlar ya da tarih incelendiğinde, atasözlerine dahi yansıyacak şekilde çevreyi ve doğayı korumaya, tutumlu olmaya, savurganlığın engellenmesine yönelik tedbirlerle bilinçli nesiller ve toplumlar yetiştirmeye özen gösterdikleri anlaşılmaktadır. Buna birkaç örnek vermek yeterli olacaktır:
“- Sakla zamanı gelir zamanı.
- Damlaya damlaya göl olur.
- Ayağını yorganına göre uzat.
- Yaş kesen, baş keser.
- Güvenme varlığa, düşersin darlığa.”