Düzensiz Göç, Tarihsel Boyutu ve Günümüz
A. Tarihte Düzensiz Göç ve Getirdikleri:
Günümüzde düzensiz göçü iyi anlayabilmemiz için insanlık tarihinde düzensiz göç kavramı üzerinde durmamız gerekecektir. Ülkemiz için düzensiz göçün henüz büyük bir tehlike olmadığı dönemlerde, Kuzey Avrupa ülkelerinin bu konuda düzenli olarak çalıştıklarını biliyoruz. 1980’li yıllardan sonra misafir öğretim üyesi olarak bulunduğum Hollanda’da görevlerimden biri de göçmen işçi çocukları ile ilgili olarak çalışmalar yapmaktı. Bu yüzden özellikle Almanya ve Hollanda’da bulunan göçmen işçilerle ilgili olarak bu ülke aydınlarının yaptıkları çalışmaları yakından izleme fırsatım oldu. Onlar bu kontrollü veya kontrolsüz göçün tehlikelerinden söz ediyorlar ancak bununla ilgili köklü ve kalıcı bir çözüm öneremiyorlardı.
Üzerinde durdukları en önemli konu, toplum olarak göçle gelen işçilerin asimilasyonunu sağlayarak bir Hollandalı, bir Alman gibi yaşamalarının yol ve yöntemlerini bulmaktı. Bilimsel olarak doğru olanın entegrasyon olduğunu savunan bilim adamlarına ise sanki tehlikeli insanlar gibi bakıyorlardı. Aynı şekilde kontrollü veya kontrolsüz olarak göç alan ABD ve Kanada’da da sorun aynıydı. Binlerce bilimsel makale yayınlanıyor ancak bu makalelerde sadece sorun belirleniyor, sorunun çözümü konusunda hiçbir öneri getiremiyorlardı. Bu çözümsüzlük durumu günümüzde de artarak devam ediyor. Getirdikleri en pratik çözüm; kaba kuvvet kullanmak, göçmenleri ülke sınırları içine sokmamak şeklinde kendisini gösteriyor. Batılı aydın bu sorunu sanki sadece 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Batı medeniyetinin bir sorunu gibi düşünüyor ve insanlık tarihinin en önemli konularından biri olduğunu bilmek istemiyordu.
Bizim bu konuda yaptığımız bir çalışma denemeler şeklinde ele alınmış ve Çağdaş İnsan ve Edebiyat adlı kitabımızda özetlenerek yayınlanmıştır. Bu kitabımızda başta Ön Asya medeniyetleri olmak üzere batıda Roma İmparatorluğu yakından incelenmektedir. Buna göre insanlık tarihinin en uzun medeniyetlerinden biri olan eski Mısır medeniyetinin, kontrollü ve kontrolsüz göçler sebebiyle tarihin tozlu sayfalarına karıştıkları anlatılmaktadır.
Eski Mısır medeniyetinde kontrollü göç özellikle köle ve esirlerin getirilerek çalıştırılması esasına dayanmaktadır. Refah seviyesi çok yüksek olan eski Mısır medeniyetinde güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olan Antik Mısır yöneticileri, Kuzey Afrika, Mezopotamya ve Anadolu’dan binlerce köle işçiyi ülkelerine götürmüşler ve Mısır’ın imarında çalıştırmışlardır. Zenginlik ve istikrarın yükselmesi ile birlikte aynı zamanda ülke kontrolsüz göçe de maruz kalmıştır. Bu göç orta ve güney Afrika’dan, Arap Yarımadası’ndan olmuş, aynı zamanda bugünkü Mora Yarımadası ve Balkanlarda ortaya çıkan istikrarsızlık sebebiyle yüz binlerce kişi Nil deltasına göç etmiştir. Gelen göçmenlerin, salgın hastalıkları da beraberinde getirmesi, toplumsal istikrarın ciddi zarar görmesine sebep olmuş ve ünlü Mısır Firavunu Sesotris, Akdeniz sahillerinde Naukratis adlı bir şehir kurarak göçmenleri burada tutmuş ve Mısır içinde seyahatlerini yasaklamıştır. Bütün bu bilgileri Mısır tarihlerinde, özellikle Heredot tarihinde görmemiz mümkündür.
Mısır’a dışarıdan gelen göç başlangıçta işleri kolaylaştırmış, ucuz iş gücünü oluşturmuş, Mısırlıların çalışmak istemedikleri ağır ve düşük statülü iş kollarında işçi açığını ortadan kaldırmıştır. Ancak Antik Mısır’ın yerli halkı azınlığa düşmüş, Mısır’a kontrollü ve kontrolsüz olan gelen işçi, köle ve diğer gruplar toplumun çoğunluğunu oluşturmaya ve yerli yabancı çekişmesinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yerli göçmen çatışmasını silah zoruyla ortadan kaldırmak isteyen firavunların yaptıkları zulme varan amansız baskılar hiçbir sonuç vermemiş, Mısır’da büyük bir anarşi ve bir türlü tespit edilererek önlenemeyen gizli şiddet olayları başlamıştır. Nil Nehri’nde her sabah faili meçhul cinayet kurbanı yüzlerce cesedin yüzmesi bir dehşet havası yaratmış, bu dehşet ve anarşi Mısır medeniyetinin tarihin tozlu sayfaları içinde yok olmasına sebep olmuştur. Önlenemeyen, faili tespit edilemeyen cinayetler, soygun ve saldırılar eski Mısır’dan günümüze kadar yazılı metinler hâlinde gelmiştir.
Sonuç olarak bugün diyebiliriz ki tarihin binlerce yıllık derinliğinde büyük bir medeniyet meydana getiren Antik Mısır, artık günümüzde arkeolojik kazılarla anlaşılmaya çalışılıyorsa bunun en önemli sebeplerinden birisi bu kontrollü ve kontrolsüz olarak yapılan göçün önlenememesidir. Kısaca kontrollü veya düzenli, düzensiz veya kontrolsüz göç adını verdiğimiz bu sorun, bir toplumun toplumsal dengelerinin yok edici özelliklere sahip büyük bir tehlikedir.
Benzer durum, tarihin çok eski dönemlerinin parlak medeniyetlerinden biri olan Sümer medeniyeti için de aynı olmuştur. Fırat ve Dicle Nehri arasında istikrarı ve refahı sağlayan Sümerler de tıpkı Mısırlıların uğradığı akıbete uğrayarak yerini, göçmenlerin oluşturduğu tamamen farklı bir medeniyete bırakarak unutulup gitmiştir. Asur Medeniyeti adını verdiğimiz bu melez ve Sami medeniyet de yerini Elam, Akat ve kozmopolit Babil medeniyetlerine bırakmıştır.
Avrupa’da Roma medeniyetinin yozlaşması ve yok olmasında da İtalya’ya esir ve köle olarak dünyanın dört bir tarafından getirilen insanların büyük payı bulunmaktadır. Sadece esir ve köleler değil; kalkınmış, istikrarlı ve zengin bir toplum hâline gelen Roma’ya çok sayıda gönüllü göçmen işçinin de gelmesi, bu çürüme ve yıkılışta büyük etki yaratmıştır. Dünyanın en büyük ordusuna sahip olan süper devlet, içten içe çürümüş; anarşi, terör, şiddet olaylarını önceleri vahşi bir şekilde bastırmaya çalışırken bir süre sonra İtalya yarımadasında kontrölü kaybetmiş ve Roma Medeniyeti tarihin tozlu sayfaları arasında kalmıştır. Bu dönemde Spartaküs İsyanı, göç hareketinin Romalı yerlilere karşı büyük bir göçmen isyanı olduğunu gösteren çok önemli bir örnektir.
Tarihten, göç olaylarının yarattığı olaylara daha birçok örnek vermek mümkündür. Ancak bizim amacımız, ülkemizde adetâ bir kafa karışıklığı hâline getirilmeye çalışılan Suriyeli göçmenlerle ilgili durum, sorun ve çözüm önerileri üzerinde durmak olduğu için bu örneklerle yetineceğiz. Batı ülkelerinde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptığımız sürede, zaman zaman konferanslar vermek için gittiğimizde Batılı aydınlara sürekli olarak bu konuda şu önerilerde bulunduk. Hollanda Bilim ve Eğitim Bakanlığı’na verdiğim raporda şu iki önemli nokta vurgulanıyordu:
- Yeryüzünde geri kalmış veya kalkınmakta olan ülkelerin bulunduğu bölgelerde istikrarsızlık yaratmamaya büyük önem verilmesi gerekmektedir. Eğer gizli, açık istikrarsızlığı destekler veya körüklerseniz göçü önleyemezsiniz. Önleyemediğiniz göçün yarattığı acılar bir bumerang gibi kalkınmış ve zengin ülkeleri bulur. Tıpkı geçmişte olduğu gibi.
- Kalkınmış ülkelerin elde ettikleri refah ve istikrarda yoksul ülkelerin doğal kaynaklarından ve zenginliklerinden önemli bir pay bulunmaktadır. Bu yüzden eğer geri kalmış veya kalkınmakta olan ülkelerde istikrarın sağlanmasına destek olmazsanız göçü önleyemezsiniz. Elde ettiğiniz zenginliklerin hiç olmazsa bir kısmını paylaşmazsanız göçün yarattığı olumsuzluklardan toplumlarınızı kurtaramazsınız.
Bizim insanlık tarihinden aldığımız destekle öne sürdüğümüz bu görüşlerin önemsenmediği, küçümsendiği ve kulak ardı edildiğini görüyoruz. Gelişmiş ülkeler sözde birtakım masum gerekçeler öne sürerek doğal kaynakları daha ucuza hatta hiç karşılıksız elde etmek için sürekli istikrarsızlık yaratmakta, istikrarsızlığı körüklemektedirler. Günümüzde Suriye olayları, ülkemizin karşı karşıya kaldığı Suriye göçü, gelişmiş batı ülkelerinin bu bencil ve kendini beğenmiş tutumlarının bir yansımasıdır.
Bugün, ABD’de görülen okullarda, kiliselerde, hastanelerde son otuz yıl içinde meydana gelen bireysel saldırılar daha önce geçmiş medeniyetlerde yaşanmış anarşi olaylarının ilk belirtileridir. Bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur. Aynı durum adetâ Mısır medeniyetinin en parlak dönemlerinde hiçbir sebep yokken gece yarısı öldürülerek Nil Nehri’ne atılan insanların cesetlerinin sabah kalkan Mısırlılar tarafından dehşet içinde izlenmesine benziyor.
Roma İmparatorluğu’nda vahşi hayvanlara parçalattırılma pahasına gece yarısı Romalıları öldüren köle ve esirlerin yarattığı şiddetle, ABD’de olan saldırılar arasında da bir fark bulunmamaktadır. Bugün belki parlak kelimelerle ifade edilen etnisite maskesinin masum görünüşü, günümüzdeki sebepsiz gibi görünen vahşi öldürme olaylarını farklı gibi göstermektedir. Eski ABD Başkanı Obama’nın böyle bir saldırıdan sonra yaptığı açıklamada “Gayri safi millî hasılası 40 bin dolar olan bir ülkede bu bireysel şiddetin sebebini anlayamıyorum.” ifadesindeki çaresizlik ve ileriyi görememe, ibret verici bir yönetim körlüğüdür. Olaylar ciddi bir analize tabi tutulduğu zaman günümüzdeki düzensiz göçün dayandığı temel ekseni çok iyi anlamak gerekmektedir. Ana hatları ile bu konu üzerinde de kısaca durmak istiyoruz:
B. Günümüzde Düzensiz Göç:
Günümüzde de kontrollü, yani ihtiyacı kadar ucuz kol ve beyin gücünü ülkesine kabul eden gelişmiş ülkelerin göç anlayışını düzenli göç olarak değerlendirebiliriz. Bu göç, gelişmiş ülkelerin kısa vadede ekonomilerine olumlu katkıda bulunmakta, kendi insanının insan sağlığı açısından riskli çalışma alanlarında meydana gelen işçi açığını kapatmalarına fayda sağlamaktadır. Ancak uzun vadede kültürel entegrasyon ve asimilasyon arasında bocalayan yeni bir mutsuz çoğunluk yaratmaktadır.
Düzensiz göç ise ülkesindeki yoksulluk, işsizlik ve istikrarsızlık sebebiyle insanların gelecek kaygısına düşerek her şeyi göze alıp istikrarlı ve zengin ülkelere göç etmeleridir. Batılı aydın ve yöneticiler, asıl bu sorun üzerinde durmakta ve polisiye tedbirlerle önlem almaya çalışmaktadırlar. Önceliğimiz, günümüzdeki göç olaylarının yoğun olduğu güneyden kuzeye ve doğudan batıya doğru olan göçlerin temel sebeplerini bulmaktır. Bu sebeplerin başında göç edilen ülkelerin doğal zenginliklerinin olması, bu doğal zenginliklerin göç alan ülkeler tarafından haksız ve adaletsiz olarak kullanılması için ortaya çıkan rekabettir. Son elli yıl içinde Afrika, Güney Amerika, Orta Doğu ve Uzak Doğu’daki çatışma ve şiddet olaylarının perde arkasına biraz dikkatlice baktığımız zaman görürüz ki bu çatışmalarda doğrudan göç alan ülkelerin gizli servisleri ve özel kuvvetlerinin eli ve parmağı bulunmaktadır. Bunu bilmemek için artık bir insanın ancak gözlerinin görmemesi, kulaklarının duymaması gerekir. Yani özetle söylemek gerekirse göç alan ülkeleri bekleyen tehlikenin asıl müsebbibleri yine kendileridir. Bu sorumluluktan kaçamazlar. Kaçmaları, onların medeniyetini bekleyen tehlikeleri ortadan kaldıramaz.
Hayatın tek amacının kazanmak ve zengin olmak olduğunu düşünen toplumlar, farkında olmaksızın en büyük kötülüğü yine kendilerine yapmaktadırlar. Ne pahasına olursa olsun zengin olmak ve kazanmak fikri bizim inancımızda tağutluk olarak değerlendirilmekte ve lanetlenmektedir. Bunun sebebi doğrudan zulüm ve adaletsizliğin kaynağını bu fikirlerin oluşturmasıdır. Kendisinden başkasını düşünmeyen bencil toplumlar, sanki görünüşte kendilerini ve geleceklerini garanti altına almış gibi görünseler de böyle davrandıkları sürece tarihin tozlu sayfaları içinde yok olup gideceklerdir. Bu, insanlık tarihinin en açık gerçeklerinden biridir. Günümüzde dünyanın en zengin %1’lik kesiminin serveti %99’luk kesiminin servetine eşitse, böyle bir düzende %1’lik kesimin varlığını uzun süre sürdürebilmesi mümkün değildir.
C. Düzensiz Göç ve Asya-Afrika
Ekseninde Türkiye:
Ülkemizin kontrollü ve düzenli bir göç planı bulunmamaktadır. Bu, çok önemli bir boşluk yaratmıştır. Önümüzdeki on yıllar boyunca göçle ilgili bir stratejik plan yapılması Türkiye için hayati bir zorunluluktur. Daha önce ülkemizde böyle bir stratejik planın yapılmaması, hâlen işsizlik oranının çok yüksek olması ve genç bir nüfusa sahip olmamızdandır. Gelişmeler göstermektedir ki Türkiye, kendisine kontrollü bir göç politikası geliştirmediği sürece ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacaktır.
Ülkemizin karşı karşıya olduğu tehdit; geri kalmış, kalkınmakta olan ve istikrarsızlığa müsait bir bölgenin tam ortasında bulunmasıdır. Bölgemizdeki kalkınmakta olan ve doğal kaynakları açısından zengin olan ülkelerin tamamında son yetmiş yıl içinde oluşan istikrarsızlıkların, darbelerin ve iç çatışmaların arkasında gelişmiş batı ülkelerinin bulunduğunu, yine bu sözde medeni ve hümanist ülkelerin yayınladıkları, kendi gizli servislerinin mağrifetlerini anlatan kitaplardan öğreniyoruz.
Yaratılan istikrarsız ortamın, doğrudan sıradan ve sade insanın can güvenliğini de tehdit eder hâle gelmesi, komşumuz veya hinterlandımızda bulunan ülkelerden gelen düzensiz göçün polisiye tedbirlerle önlenmesini imkânsız hâle getirmektedir. Böyle bir durumda Türkiye’nin ciddi bir diplomatik ve entelektüel savaşa hazır olması gerekmektedir. Bu savaşın hedefi, batı ülkelerinin bencil tutumlarıdır. Bu yüzden batı ülkelerini yöneten ve bize daima bir perde yukarıdan bakmayı alışkanlık hâline getirmiş olan bu ülkelere, yarattıkları karışıklıkların ahlaki boyutunu hatırlatmak, aynı zamanda da bu sorumsuzlukları sebebiyle ortaya çıkan göçün kendilerini de tehdit ettiğini sabırla tekrar tekrar bu ülkelerin yöneticilerine, aydınlarına anlatmak gerekmektedir.
Ülkemizin karşı karşıya olduğu düzensiz göçün yarattığı tehlikeyi tam olarak kavrayabilmemiz için düzensiz göçün hangi bölgelerden yoğun bir şekilde olduğunu ve olacağını iyi bilmemiz gerekmektedir. Düzensiz göçe karşı yapacağımız hazırlığın bu temel bilgi birikimi üzerine kurulması gerekmektedir. Batıda birçok ülkede bulunan barış enstitülerinin, dünyanın birçok bölgesindeki çatışmaları izlemek için kurulduğunu biliyoruz. Bu enstitüler, bu çatışmalardan nasıl yararlanılacağı üzerine kafa yormak üzere kurulmuştur. Amaçları ve çalışmalarını dikkatle incelediğimiz zaman bu ahlaki olmayan boyutu rahatlıkla görüyoruz. Türkiye’nin kuracağı barış enstitüsünün amacı, gerçek anlamda çatışma bölgelerini takip ederek çatışmaların önlenmesinin yol ve yöntemlerini belirlemek olmalıdır. Aynı zamanda bu çatışma sonucu ortaya çıkabilecek göç olaylarının önlenmesinde, enstitünün geliştirdiği projelerin kullanılmasına dikkat edilmelidir.
Ülkemize düzensiz göçün ilk plandaki kaynaklarını doğudan batıya, kuzeyden güneye sıralamak gerekirse; Pakistan, Afganistan ve İran çok önemli bir potansiyeli içinde taşımaktadır. Şu anda istikrar içinde olan ama her an istikrarsızlaştırılmak istenen bölgeler arasında Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan bulunmaktadır. Bu ülkelerden kısa sürede tehdit derecesinde olmasa bile göçün belirtileri ülkemizde hissedilmektedir. Ermenistan’dan da nüfusuna göre önemli ölçüde düzensiz göçün olduğunu biliyoruz.
Düzensiz göçün potansiyel bir tehdit olarak gözümüze çarptığı bölgelerden diğeri ise güney-kuzey eksenidir. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gerekçelerle Afrika ülkelerine açılması, Afrika’dan gittikçe artan oranda bir düzensiz göçün olacağını göstermektedir. Bu göçü tetikleyen önemli unsurlardan biri de batıda bulunan zenci-beyaz ayrımının Türkiye’de neredeyse yok denecek kadar az olmasıdır. Bu yüzden Afrika’dan gelen göçmenler üzerinde yaptığımız çalışmalarda batı ülkelerine göre Türkiye’nin daha yaşanılır bir ülke olarak kabul edildiği gözlemlenmektedir. Türkiye’nin, Afrika’dan gelecek bir göç dalgasına karşı şimdiden hazır olmasının zorunluluğunun gerekçelerinden biri de dünyada ortaya çıkan gıda sıkıntısının Afrika ülkelerini daha çok etkilemesidir.
Türkiye’nin her an dikkatle izlemesi gerektiği bölgeler arasında Balkanlar ve Kafkasya da gelmektedir. Güçlü tarihî bağlarımızın bulunduğu bu bölgelerden de geçmişte olduğu gibi göçün olması kaçınılmazdır. Bu göç ise doğacak siyasi ve jeopolitik istikrarsızlığa bağlı olarak artabilecektir.
D. Irak ve Suriye Ekseninde Düzensiz
Göçün Yarattığı Sorunlar:
Ülkemizin en önemli sorunlarından biri, yazımızın temel konusunu oluşturan Irak ve Suriye’den gelen düzensiz göçtür. Yukarıda belirttiğimiz tehditlere şimdiden bir stratejik planlama yapılarak çözüm önerileri geliştirilmediği için Türkiye, önce Irak’ın kuzeyinden, sonra bütün Irak’tan, daha sonra da Suriye’den tespit edebildiğimiz kayıtlı üç buçuk milyon, kayıt dışı olarak da beş milyon civarında göçmeni misafir etmek durumunda kalmıştır.
Yaklaşık on yıldır bu göçmenler Türkiye’nin bütün imkânları ile ve kısmen Avrupa Birliği ülkelerinin sembolik yardımları ile barındırılmaktadır. “Bu barındırmanın yarattığı temel sorunlar nelerdir?” dediğimiz zaman tarihte geçmiş medeniyetlerin başına gelen temel sıkıntıların tamamı bugün tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Bu göçün henüz başladığı yıllarda 100 sivil toplum örgütü ile detaylı bir şekilde hazırladığımız, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere bütün siyasi parti ve yetkili birimlere verdiğimiz iki raporda belirttiğimiz gibi ülkemize gelen göçmenler, Suriye ve Irak’ta hangi işi yapıyorlarsa Türkiye’de de aynı işi yapmaya başlamışlardır. Batılı ülkeler, özellikle ABD, nitelikli Suriyeli ve Iraklı bilim adamı, sanatçı ve iş adamlarını Türkiye üzerinden ülkelerine götürmüşlerdir. Geri kalanların Türkiye’de barındırılması için de politik ve diplomatik taarruza geçmişler, bunda da başarılı olmuşlardır.
Zorunlu göçle gelenler arasında istihdam edilmesi mümkün olmayacak kadar eğitim, bilgi ve beceri düzeyi düşük olan insan sayısının çokluğu, toplum düzenimizi sarsıcı yollara girmelerine sebep olmuştur. Özellikle başta Adana, Hatay, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizde suça yönelimin artmasına, güvenlik güçlerimizin gücünün üstünde bir sayıda suçun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Öyle görülmektedir ki büyük şehirlerimizdeki bu durum, ülkemizin millî güvenliğini de derinden etkileyecek bir noktaya doğru gitmektedir.
Türkiye’de yaygın olmasa da organ ticareti, kaçakçılık, fuhuş, çocuk gelin, cinsel taciz gibi konularda çok sayıda suç ve sorunun olduğunu biliyoruz. 2014 yılında hazırladığımız raporda, Ankara Keçiören ve Hasköy’de yaşayan Suriyeli Türkmen ailelerin, kızlarını bebek bakımı ve ev temizliği gibi işlere özellikle göndermedikleri görülmüş, sebebi sorulduğu zaman Suriye’den gelen ailelerin çocuklarının taciz ve fuhuşa yönlendirilmeye çalışıldığı ortaya çıkmıştır. Aileler bundan korktukları için kız çocuklarını gözlerinin önünden ayıramamaktadır.
Bir başka önemli sorun, bölgenin istikrarsız ortamının yarattığı siyasi ve stratejik durumdur. Düzensiz göçle gelen insanların bir kısmı gizli servisler tarafından kullanılmaya ve yönlendirilmeye müsaittirler. Suriye operasyonlarının yoğun olduğu dönemlerde Türkiye’ye göç etmiş olan düzensiz göçmenlerden birçok gizli servis, ustalıkla eleman devşirmiş ve ülkemizde kullanmıştır.
Suriye’den düzensiz göçle gelen ve kayıt altına alınan göçmenlerin yarattığı temel olumsuzluklardan bir başkası ise gettolaşmaları ve topluma uyum göstermekten kaçınmalarıdır. Bu durum zaman içinde ciddi etnik çatışmalara ve istikrarsızlığa sebep olacak düzeydedir. Önümüzdeki zamanlar içinde yerli ve Suriyeli çatışmalarının çıkması, Türkiye’yi son derece ağır bedeller ödemeye mecbur edebilir. Bunun ilk işaretleri bazı illerimizde görülmüştür.
E. Suriye ve Irak’tan Göçün Türkiye İçin Avantajları ve Öneriler:
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki Suriye’de istikrarsızlık oluştuğu sırada Türkiye uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak sınırdan 30 kilometre girerek ülkesinin güvenliğini sağlamak maksadıyla bu bölgede önlem alsaydı şu faydaları elde edecekti:
- Düzensiz göçle gelen Suriyelileri bu bölgede tutabilecek ve barınmaları burada sağlanabilecekti.
- Rusya henüz devreye girerek Suriye’de siyasi ve stratejik ağırlığını koymadığı için bizim bu planımız karşısında sessiz kalmak zorunda olacaktı.
- Göçmenlere yaklaşık 40 milyar doları bulan harcama yerine daha az harcama yaparak kendi ülkelerinde barındıracaktık.
Bütün bunları niçin yazıyoruz? Olup bitmiş bir durum karşısında “Keşke şöyle olsaydı!” demek için değil. 18. yüzyılın önemli devlet adamlarından birisi olan Nişancızade Mehmet Efendi’nin Devlet Adamına Öğütler isimli kitabında, “Devlet adamı o kimsedir ki bir hadise olmadan fehm ede, tedbir ala, mani ola.” demektedir. Devlet adamlarının meselelere bu mantıkla bakmaları, dileklerimizi ifade etmek içindir.
Türkiye bugünden sonra kendisi için bir plan geliştirmiş ve uygulamaktadır. Bu plan Suriye’den gelenlerin, ülkelerine güvenli bir şekilde ve kendi istekleri ile dönmelerini sağlamaktır. Bunun için de güvenli bölgelerde barınma noktaları oluşturmakta, mevcut yerleşim yerlerinde demokratik bir yapılanma ile huzur ve istikrarı sağlayarak bölgenin imarına katkıda bulunmaktadır. Böylece Suriye’de mahallî demokratik yapılanmalarla bir demokrasi kültürü oluşturmaya çalışmaktadır.
Bunun yanında aşağıdaki temel konularda zaman geçirmeden azami titizlikte çalışmalar yapmak zorunda olduğumuzu düşünüyoruz:
a. Düzensiz göç konusunu aktüel siyasi tartışma konusu yapmaktan kaçınmalıyız. Çünkü bunun siyasi tartışmanın malzemesi hâline getirilmesi Türkiye’nin on yıldır misafir ettiği bu insanların ülkemizde memnuniyetsiz geniş bir kitle oluşturmalarına sebep olacaktır. Hele bir yıl içinde zorla veya davul zurna ile memleketlerine gönderme hayalinin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını herkesin bilmesi gerekir. Geri dönüş için kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere on yıllık bir plan çerçevesinde dönüş stratejik planının hazırlanması gerekir. Bu plan, yıllık performans değerlendirmeleri ile geliştirilmeli aksaklıklar gözden geçirildikten sonra sabırla icra edilmelidir.
b. Mutlaka ve her türlü vasıta kullanılarak Türkiye’den ülkelerine Türkiye sempatisi ile dönmeleri, ülkemizin bölgedeki siyasi, kültürel ve ekonomik gücünü artıracaktır. Unutmamak gerekir ki Suriye bizim komşumuzdur. Türkiye var oldukça bu komşuluk ilişkisi sürecektir. Yaratılacak bir sempati kuşağı ile gelecekte Suriye’nin imarında ülkemize çok önemli görevler düşecek, bu iki ülke insanının refahına ve kalkınmasına önemli katkıda bulunacaktır.
c. Suriye’den ülkemize gelen, kendisini Arap, Kürt, ve Türkmen olarak tanımlayan göçmenlerin tamamının, geçmişte bizim beraber yaşadığımız kimseler olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Bu bin yıllık beraberlik üretim ilişkileri sebebiyle Anadolu’da çok sayıda akrabalarının bulunmasına sebep olmuştur. Bu akrabalık ilişkileri hâlen bölgelerdeki yaşlılar tarafından bilinmektedir.
Bizim, Anadolu’da yaptığımız araştırmalar sırasında Suriye’de kendisini Kürt olarak hisseden aşiretlerin Osmanlı Tahrir kayıtlarında, Vergi Kayıt Defterleri’nde, “Türk”, “Türkmen”, “Türkmen Ekradı”, “Ekrad Türkmeni” ve “Yörük” olarak kaydedildikleri görülmektedir. Bu bilgilerin ülkemizde, güvenli bölgede, Irak ve Suriye’de hızla yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bölgedeki aşiretlerden bir kısmının, 15. 16. ve 17. yüzyıllarda Balkanlara kadar iskan edildikleri yine Osmanlı Tahrir Defterleri’nden görülmektedir. Bu bilgilerin yaygınlaştırılması için ciddi bir tanıtım planının hazırlanması ve yürütülmesi gerekir. Bu tanıtım Urfa, Gaziantep, Kilis gibi sınır kentlerimizde bulunan illerimizdeki üniversiteler vasıtasıyla yapılabilir. YÖK, bu konu ile ilgili olarak üniversitelerimizi yönlendirebilir.
Bir örnek olması bakımından bazı kayıtlarda “Taife-i Yörükan”, bazı kayıtlarda “Taife-i Türkman”, bazı kayatlarda da “Taife-i Ekrad” olarak geçen Rişvan Aşireti’nin, Bulgaristan’da Tuna boylarında, Afyon, Kütahya, Ankara, Gaziantep, Kilis ve Anadolu’nun birçok ilinde akrabaları olduğunu biliyoruz. Bu akrabalık bağlarının öne çıkarılması, Türkiye’ye yerleşmekte kararlı olanların entegrasyonunda, gönüllü olarak ülkelerine dönecek olanların da Türkiye ile bağlarının güçlendirilmesinde hayati öneme sahiptir.
d. Suriye’den gelen göçmenlerin, bizim yaptığımız bir araştırmaya göre %50’sinin geri dönmeyi düşünmediğini göstermektedir. Bunun sebepleri arasında çocuklarının Türkiye’de doğmaları, okumaları, iş sahibi olmaları ve Suriye’ye yabancılaşmış olmasıdır. Bu gençler ve çocuklar, “iki dilli ve iki kültürlü” olarak değerlendirdiğimiz gruptur. Bir diğer dönmek istemeyen grup ise iş adamlarıdır. Ülkelerinde yaptıkları nitelikli işleri ülkemizde yürüten bu iş adamları da ülkelerine kısa vadede dönmeyi düşünmemektedirler. Türkiye’nin geri dönüş planı içinde bu insanlardan Ticaret Bakanlığı vasıtasıyla yararlanılması mümkündür. Bunun için şimdiden hazırlıklara başlanması gerekir. Türkiye’de başarılı olmuş iş adamları buradaki üretimlerinin ihracaatında, Suriye’ye gelecekte yapılacak yatırımlarda ülkemiz yararına çok önemli bir köprü görevi görebilirler.
e. Türkiye’ye gelmiş gayrimeşru iş yapanlar, dilenciler veya yasalara aykırı davrananların ülkelerine gönderilmesi ise, Türkiye açısından hiçbir sıkıntı yaratmayacaktır.
f. Türkiye, Suriye’nin istikrarında olabiliyorsa Rusya, İran, Suriye ile yeni bir Anayasa çerçevesinde ciddi adımlar atılması için özel çaba göstermelidir ki zaten gösteriyor da. Ancak bu olamıyorsa, mutlaka Şam Hükûmetinin, Sünni-Şii ayrımı yapmaksızın eşit vatandaşlık çerçevesinde Sünnileri de kucakladığı bir yapıda istikrar oluşturmasına yardımcı olacak diplomatik girişimlerde bulunulmalıdır.
g. Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerini, ABD üzerinde diplomatik bir baskı ile Suriye’de etnisiteye dayalı bir devlet kurma çılgınlığından vazgeçirerek demokratik bir Suriye’nin oluşmasını destekleyen bir yapıya kavuşturmasında yardıma çağırmalıdır. Çünkü Avrupa ülkeleri, polisiye ve askerî hangi önlemleri alırlarsa alsınlar Avrupa’ya düzensiz göçü asla önleyemeyecekleri açıktır. Göçün önlenmesi için Suriye’nin demokratik, istikrarlı ve gelişme eğiliminde, bölgesinde barışı destekleyen bir ülke olması sağlanmalıdır.
h. İsrail’in 1980’li yıllarda, İslam ülkelerinde Oded Yinon ve Haddad Konsepti planı adlarıyla geliştirdiği, küçük dükalıklar oluşturarak bunları birbiriyle düşman hâline getirip çatıştırmayı amaçladığı uzun süreli güvenlik stratejisinden vazgeçirmek gerekmektedir. Onların Lübnan’da başarı ile uyguladıkları bu yapı, aslında kendilerine de büyük bir zarar vermekte, zenginliklerini güvenlik harcamalarına sarf eden bir devlet hâline getirmektedir. Sınırlarına yakın bölgelerde istikrar olmayan bir ülkenin istikrar içinde gelişmesi mümkün değildir. Bu gerçeğin Türkiye tarafından diplomatik bir argüman olarak kullanılması gerekir.