Faili Meçhuller, Gizli Örgütler ve Gizli Servisler
Acılarımızın Derin Dalgası Gizli Servisler
Tarih boyunca suikastlar, özellikle faili bulunamayan suikastlar toplumların kader anlarında ortaya çıkan birtakım operasyonlardır. İnsanlık tarihî, bunun ibret dolu hikâyeleri ile doludur.
Dünya tarihinde olduğu gibi bizim tarihimizde de bilinen en eski dönemlerden başlayarak suikast veya faili meçhul cinayetlerin ibret verici örnekleri bulunmaktadır. Bu yüzden geçmişte ortaya çıkan bu olayların perde arkasının çok iyi irdelenmesi gerekir. Cinayetlerin oluş şekilleri, yapanlar ve onların arkasındaki güçlerin çok iyi anlaşılması, ülkemizde istikrarlı ve huzurlu bir toplum hayatının kurulmasında büyük önem taşır. Bu olayların başta siyasilerimiz olmak üzere devlet adamlarımız tarafından çok iyi bilinmesi gerekir.
Biz burada tarihimizde bazı suikast, intihar veya operasyon olarak gerçekleşmiş olaylar ve bunun arkasındaki mihraklar üzerinde durarak, hâlen aydınlatılmamış bazı suikast ve faili meçhullerin gerçekte doğrudan veya dolaylı gizli servis operasyonları olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
Nizâm-ı Cedîd, lll. Selim’in Acı Sonu ve Fransa
lll. Selim dönemi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşma mücadelesinin başladığı önemli bir kavşak noktasıdır. lll. Selim, bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nin ancak yeni ve güçlü bir ordu ile kurtulabileceğini düşünmüş ve amcası l. Abdülhamid’in başlattığı askerî yeniliklere hız kazandırmıştı. Bu sebeple, Nizâm-ı Cedîd ordusunu, toplumun bütün kesimlerinin görüşlerini aldıktan sonra kurdu. Buraya kadar olan gelişmeleri ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Padişah, yaptığı yeniliklerden vaz geçmesine rağmen feci bir şekilde öldürüldü.
Suikastın dikkatlerden kaçan asıl sebeplerini kısaca anlatmak istiyorum. Nizâm-ı Cedîd’in ilk birliklerinin Akka’da ve bazı mevzi çatışmalarında başarı göstermesi, Osmanlı Devleti’ni paylaşma mücadelesi veren güçlere bu hareketin bir an önce bitirilmesi gerektiğini gösterdi. Bu ülkelerin en önemlisi Fransa’dır. Fransa, özellikle Napolyon’la birlikte Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan parçalanarak atılması için gizli planlar hazırlamış ve diğer ülkelerle görüşmüştür. Bu yüzden İstanbul’a gönderdiği büyükelçiler daima en seçkin asker ve diplomatlardan seçilmiştir. Danışmanları ise Osmanlı devlet adamları tarafından güvenilir sanılan Rum tercümanlardır.
Napolyon’un iyi niyet elçisi olarak gönderdiği Horace François Sébastiani, Mısır’ın işgalinde yer alan ve son Memlûk ordusunu yenen komutandı. İstanbul’daki misyonu ise sözde Nizâm-ı Cedîd ordusunun kurulmasında destek olmaktı. Bütün Osmanlı devlet adamları, Fransız büyükelçisinin yardım ve destek olmak için geldiğine inanıyordu. Oysa başlangıçta ordunun kuruluşuna destek olan Sébastiani, ordunun başarılı gelişmesini görünce lll. Selim’e karşı ayaklanmayı teşvik eden Sadaret Müsteşarı ve avanesine bizzat destek olmuş ve lll. Selim’in acı sonunu hazırlamıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin hayatta kalmasını sağlayacak olan zaman kazanma sürecine engel olunmuştur. Bu ibret verici gelişme sırasında İngiliz sefareti Fransızlarla rekabet hâlinde olmalarına rağmen gelişmeleri destekleyerek izlemişlerdir. Bu iddiamızın gerekçeleri, bu yazının asıl konusu dışında olduğu için üzerinde durmayacağız.
Güreşçi Padişaha, Güreşçi Suikastçılar
Faili meçhul olmayan bir “faili meçhul” suikast da Sultan Abdülaziz cinayetidir. Günümüzde hâlen tartışılan ancak çok açık bir şekilde intihar değil cinayet olduğu ortaya çıkan bu olay da ibret vericidir. Sultan Abdülaziz, Osmanlı ordusunun karada ve özellikle denizde güçlenmesi için büyük çaba harcıyordu. Ordunun eğitimi üzerinde duruyor, kışlaları ziyaret ediyordu. Şehzadelerin askerî eğitim almasını sağlıyordu. Devleti ayağa kaldırma heyecanı olmayan çürümüş bir devlet adamı kadrosuyla çalışıyordu.
Kara ordusu, dönemin en gelişmiş topları ve silah sistemleri ile donatılmış, deniz kuvvetleri ise askerî uzmanların ifadesine göre dünyanın ikinci büyük deniz gücü hâline gelmişti. O kadar ki Akdeniz donanması artık Akdeniz’de Kanunî Sultan Süleyman dönemindeki gibi Fas’tan başlayarak bütün Osmanlı topraklarını dolaşıyordu. Donanma, Barbaros Hayrettin Paşa’nın Akdeniz’de gittiği bütün limanlara uğruyor, halkın büyük sevgisiyle karşılanıyordu.
Başlangıçta ekonomiyi düzeltmek için çaba harcamış ancak sonraları o da dış borçlanmaya hız vermişti. Sultan Abdülaziz’in görünüşte hal’edilmesi ve arkasından intihar süsü verilerek öldürülmesinin sebebi bunlardı. Oysa sebeplerden en önemlisi, Osmanlı Devleti’nin askerî olarak denizde ve karada güçlenmesi için yaptığı çalışmalardı.
Fransa ve İngiltere gezisi sırasında Şehzade Murat Efendi’yi kendilerine yakın gören İngilizler, onu Sultan Abdülaziz’in yerine geçirmek için çalışıyorlardı. Fransızlar ise göz koydukları Cezayir ve Tunus’u padişah durduğu sürece alma niyetlerini gerçekleştiremeyecekti.
Bu yüzden İngiliz Büyükelçiliği usta bir operasyonla Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesini sağladı. Arkasından yeniden tahta çıkma ihtimalini yok etmek için menfur bir suikastla öldürülmesinde rol oynadı. Tarihçilerimiz maalesef olayın asıl müsebbibi olan dış etki üzerinde derin bir araştırma yapmamışlardır.
ll. Abülhamid Dönemi: Faili Meçhuller Dönemi
Nitekim V. Murad’dan sonra tahta çıkan Sultan ll. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için tam beş kez operasyon yapılmış, bunlardan ikisinin İngiliz Büyükelçiliği vasıtasıyla yapıldığı artık kesin olarak bilinmektedir.
Sultan Abdülhamid döneminde İstanbul’da yapılan faili meçhul Ermeni suikast ve eylemlerinin hemen hepsinde İngiliz, Fransız Büyükelçiliklerinin parmağı vardır. Osmanlı Bankası baskınını yapan teröristlerin Fransız Büyükelçiliği vasıtasıyla bir Fransız gemisiyle İstanbul’dan çıkarıldığını biliyoruz. Bu dönemde artık faili meçhuller, faili meçhul olmaktan o kadar çıkmıştır ki, her faili meçhul olay ve cinayette herkes olayın hangi ülke tarafından yapıldığını açıkça biliyordu. Üzülerek belirtmek gerekir ki ülkemizin sözde aydınları açıkça büyükelçiliklere giderek padişahı devirmeleri için yabancı büyükelçiliklere yalvarmakta, bunu açıkça yazmaktan da çekinmemekteydi. Böyle bir ortamda artık yabancı gizli servislerin Müslim ve Gayrimüslim tebaadan tetikçi bulmaları hiç de zor olmamıştır. O kadar ki, sözde din adamı kılığına soktukları bazı hempalarını, Yıldız Sarayı’na kadar yürütmüşler. Dönemin Şeyhülislam’ı Cemalettin Efendi’yi, şeriat adına sorgulama cesaretini göstermişlerdir.
Bütün bunlar başta siyasilerimiz olmak üzere bütün aydınlarımızın beyninde bir ibret dersi olarak yaşamalıdır. Çünkü günümüz de geçmişten farklı değildir.
Türkiye’nin ll. Demokrasi Denemesi ve Faili Meçhuller Zinciri
ll. Meşrutiyet’in ilanı bir yenileşme ümidi değil Osmanlı Devleti’nin artık ipinin çekildiği bir tarih gibidir. Demokrasiyi romantik bir söylem olarak algılayan aydınlar, perde gerisindeki olayları asla anlayamamışlar ve ülke hızla bir kaosun içine girmiştir. Osmanlı Devleti, birbiri ardından gelen faili meçhuller ile başının derdine düşürülmüş ve başta Balkanlar olmak üzere Irak, Suriye ve Arap Yarımadası’nda paylaşma savaşı başlamıştır.
Faili meçhuller burada iç kargaşa yaratmak, toplum içinde çaresizlik sendromu oluşturmak üzere tamamen İngiliz, Fransız gizli servislerinin oyunu olarak gerçekleşmiştir. Günümüzde de gizli servis operasyonu olarak gerçekleştirilen bu teknik, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ustalıkla kullanılmıştır.
İttihat Terakki Fedaileri
Vatanın selameti için açık yollardan görüşlerini yaymak yerine gizli örgüt kurarak faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Cemiyeti, yabancı gizli servisler ve uluslararası örgütler tarafından ustalıkla yönlendirilmiş, ordu içinde bir teğmen ve bir generaline silah çekme pervasızlığını göstermiş ve Şemsi Paşa, Manastır’da faili meçhul denilecek cinayetle öldürülmüştür. Daha sonra siyasi parti hâline gelen örgüt, fedai gruplarını lağvettiğini söylemiş olsa da geçmişte yaptıkları suikastlar sebebiyle yapılan her faili meçhul cinayetin faturası onlara kesilmiştir.
Gazeteci Cinayetleri
İttihat ve Terakki Partisi’ne muhalif gazetecilerden Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü’nde güpegündüz öldürülmesi ve akabinde İstanbul’da ortaya büyük gösterilerin çıkması; ordu içinde birbirine düşman iki ayrı grubun ortaya çıkmasına sebep oldu. Arkasından Gazeteci Ahmet Samim, Gazeteci Zeki Bey’in öldürülmeleri, düşmanlıkları en üst noktaya çıkarmıştır. İçerideki bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalan iktidarlar, peşi sıra Balkanlardaki neredeyse bütün toprakları bir bir kaybetmişlerdir. Bütün bu suikast olaylarının, dönemin İngiliz Büyükelçiliği tarafından adım adım izlendiğinden hiç kuşku yoktur. Dönemin İngiliz Büyükelçiliği Baş Tercümanı Gerald H. Fitzmaurice’in İstanbul’dan gönderdiği raporlarda açıkça anlatılmaktadır. Hatta Mahmut Şevket Paşa suikastını düzenleyenlere, Ortaköy’de silah talimine, büyükelçilik mensuplarının destek olduklarından hiç kuşku yoktur. Buna rağmen suyun bulanması sebebiyle bu cinayetin İttihatçılar tarafından yapıldığı bile iddia edilmiştir. İttihatçı subaylara karşı kurulmuş olan Halâskâran Zabitlerinin, İngiliz Büyükelçiliği’ne bazı operasyonlar için bizzat başvurdukları, İngiliz Dışişleri belgelerinde bulunmaktadır.
Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin son acı günlerinde adım adım devletin dağılmasına giden yolda; suikastlar, faili meçhullerin çok önemli yeri vardır. Toplum istikrarsızlaştırılmış, yöneticiler sadece ülkenin iç işleri ile uğraşmak zorunda bırakılmış, dış siyasetle âdeta hiç ilgilenememişler ve acı sona doğru gidilmiştir. Bu gidişte, bugün geçmişi bilgi ve belgelere dayalı olarak soğukkanlılıkla değerlendirdiğimiz zaman görüyoruz ki gizli servisler ya olayları çıkarmış ya da çıkan olayları ustalıkla kullanmışlardır. İktidar ve muhalefeti destekleyen gazetelere el altından destek olunduğu artık gizli saklı bir durum değildir. İngiltere o kadar ileri gitmiştir ki, Türkiye’nin ilk sosyalist gazetecisi olduğu söylenen İştirakçi (Hüseyin) Hilmi’yi, Fransa’nın İstanbul’daki şirketlerine karşı kullanmış ve bir faili meçhulle öldürülmüştür.
İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Ankara ve İstanbul
İkinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin acı sonundan ders almış olan aydınlarımızın daha temkinli davrandıkları ve oyuna gelmemeye çalıştıklarını görüyoruz. Özellikle İngiltere, ABD ve Rusya’nın Türkiye’yi savaşa sokmak için düzenledikleri Von Papen’e suikast teşebbüsü 48 saat içinde açığa çıkarılarak sorumlularının bulunması çok önemli bir gelişmedir. Bunun yanında Almanya’nın Türkiye’yi kendi yanında savaşa sokmak için yaptığı operasyonların da bir bir açığa çıkarılması, üzerinde dikkatle durulması gereken olaylar arasındadır. Ne var ki Nuri Paşa’nın (Killigil), fabrikasında 27 kişi ile birlikte öldürülmesinin arkasındaki failler hâlen açığa çıkarılabilmiş değildir.
27 Mayıs ve Sonrası İhtilal Girişimi ve Faili Meçhuller
Ülkemizde son yıllarda ortaya çıkan ihtilal ve ihtilal girişimlerinin öncüsü olarak düşünülen faili meçhul cinayetlerin hemen tamamında gizli servislerin doğrudan veya dolaylı etkisi olduğu kesindir.
Otoriterleşme mi Yoksa Bağımsız Hareket Etme Arzusu mu?
1960 İhtilali’nin perde arkasını görebilmek için 1955 yılından başlayarak ABD ile yaptığımız dış ekonomik yardım görüşmelerini, Türkiye’nin Kıbrıs, Irak ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerinde almak istediği yeni tavrın derinlemesine incelenmesi gerekir. Bu konuda birçok anı bulunmaktadır. Ancak Aydın Menderes’in Babam Adnan Menderes isimli kitabında söylediklerinin derinlemesine incelenmesi gerekir.
Şubat 1962 ve Mayıs 1963 girişimlerinin de yine bu pencereden derinlemesine ele alınması ve incelenmesi şarttır. Ülkenin istikrarsızlaştırılması için yapılan sistematik çalışmaların olduğu açıktır.
Hemen arkasından gelen Madanoğlu Grubu’nun 1969 yılında başlayan suikast, kaçırma ve sabotaj girişimleri, arkasından 9 Mart 1971 teşebbüsü ve 12 Mart 1971’de Askerî Muhtıra olayında da yine yabancı gizli servislerin parmağının titizlikle incelenmesi gerekir. 11 Mart 1971 tarihine kadar gençlere mısır patlattırır gibi bomba patlattırdığını söyleyerek övünenlerin aynı gün Almanya’ya gitmesi son derece ilginçtir. ABD’nin, afyon ekimi baskısı, bilim adamlarımız tarafından, dış bağlantıları açısından titizlikle incelenmelidir. İpuçları, dönemin birçok siyasisinin anılarında yer alır. İhsan Sabri Çağlayangil’in anıları buna örnek olarak gösterilebilir.
Olur mu Böyle Olur mu? Kardeş Kardeşi Vurur mu?
12 Eylül öncesi olaylarını da bir kere daha ideolojik kalıp yargılardan uzaklaşarak soğukkanlılıkla değerlendirmek, geleceğimiz açısından çok önemlidir. Siyasi görüş ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan sert tartışmaların, faili meçhullerle bir o taraftan bir bu taraftan öldürmelere doğru gitmesi, daha sonra iyice keskinleşmiş olan tarafların artık daha da acımasızlaşmaları ve kardeşin kardeşi öldürdüğü bir ortamda bir Dev Yol militanının mahkemede “Biz kahvehane basmaya giderken ABD konsolosluğunun aracı da bizimle gelmişti.” demesi, Bulgar Kinteks firmasının hem devrimcilere hem de ülkücülere silah sattığının silahların seri numaralarından ortaya çıkması ibret verici, ders almamız gereken durumlardır.
Bu dönemde yitirdiğimiz gençlerimizin önemli bir kısmının faili meçhul olarak kayıtlara geçmesi de acı verici gelişmeler arasındadır.
Bugün, Dünden Farklı Değil
Bahriye Üçok, Turan Dursun, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu gibi sadece yazarlık ve öğretim üyeliği yapan aydınlarımızın siyasi suikastlarının da arkasında yatan gerçekler bir bir açığa çıkmaktadır. Bu cinayetlerin bir kısmının İslam dünyasına devrim ihraç etme hevesi ile hareket eden bir komşumuzun özel kuvvetleri tarafından yapıldığı anlaşılmış ve komşumuz da bunun bir hata olduğunu tıpkı ll. Dünya Savaşı’nda Von Papen suikast girişimini tertipleyen Sovyetler Birliği’nin yaptığı gibi kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bunun yanında, bir hukuk devletinin tamamen hukuki ölçüler içinde hareket etmesi gereken güçlerinin içinde yer alan grupların, ne kadar iyi niyetle olursa olsun yaptıkları eylemler sonucu ortaya çıkan faili meçhuller çıkmıştır.
Günümüzde Turgut Özal ve bazı siyasilere yapılması planlanan suikastlar doğrudan Türkiye’yi bir kaosa sürükleyecek nitelikte operasyonlardır. Son olarak Cumhurbaşkanımıza Saray Bosna’da yapılması planlanan fakat gerçekleştirilemeyen sözde kontrol dışı gizli servis elemanları operasyonları bize şunu öğretmektedir: Bu topraklarda barış içinde yaşamanın bedeli ebedî uyanıklıktır!
Özetle diyebiliriz ki, ülkemizde barış ve istikrar içinde yaşamak istiyorsak hepimizin istinasız faili meçhuller, suikastlar, yasal olmayan karanlık yollardan bir noktaya varmak isteyenlere karşı büyük hassasiyet göstermemiz gerekir.
Son yıllarda bölge ve dünyada ortaya çıkan olayların ülkemize de yansımaması için gizli servislerin yapabilecekleri her türlü operasyon sonucu ortaya çıkan korku ve panik havasına kapılmamak gerekir. Bunun için de iç barışı ve istikrarı bozacak her olaya ortak tepki vermemiz gerekir.