İnsanın Özgürlüğü ve Sorumluluğu
Kader ve İnsan Özgürlüğü
Kader, Yüce Allah’ın ezelî ilmiyle bilmesi, takdir etmesi ve yaratmasıdır. İnsana verdiği imkânlar ve oluşturduğu şartlar da bu kapsamdadır. Güneş, yağmur, bulut, su, toprak, yiyecekler birer imkân olduğu kadar; peygamber gönderilmesi ve kitap indirilmesi de birer imkândır. Bizi kuşatan doğal ortam kadar kadın ya da erkek, şu ya da bu ırktan yaratılmış olmamız da içinde bulunduğumuz şartlardır. İnsan, Allah’ın yarattığı ve bahşettiği bütün bu imkânlar ve şartlar içerisinde imtihana tabi tutulmaktadır. Çünkü dünya hayatına baktığımızda, ister inansın ister inanmasın insanoğlu iki tür yöneliş içindedir: Ulaşmak ve uzaklaşmak. Sevdiğine, menfaati olana ve arzuladığına ulaşmak isterken nefret ettiğinden, korktuğundan ve zarar göreceğinden uzaklaşmak ister. Bu tavır, insanın imtihan içinde olduğunun açık göstergesidir. Bu gerçek, kaçınılmaz olarak insanı çatışma ve dayanışma şeklinde iki tür davranışa sevk eder. İşte ilahi kanunlar, insanın bu iki davranışının bir denge içerisinde düzenlenmesine matuftur.1 Zira bütün bu kâinat düzenini Allah kurmuş ve yönetmektedir. Bu kurulu düzeni kavrayıp tabiî ve ilahi kurallara riayet edenler kazanacak, aksine davrananlar kaybedecektir. Bu aksi davranışın meydana gelmesi de, insana verilen akıl ve irade imkânıyladır. Ancak bilinmelidir ki, bu iki imkânın kullanılması ancak Allah’ın evrene koyduğu kurallar olan âtetullah çerçevesinde mümkündür.
Öte yandan insan, Allah’ın adaleti ve hikmeti gereği imtihanda kendisini baskı altında hissetmemesi için irade bakımından özgür kılınmıştır. İnsanın özgürlüğü, “Biz ona doğru yolu gösterdik, artık isterse şükreden olur, isterse nankör olur.”2 ayetinde işaret edildiği gibi iradesini hem itaat yönünde hem de isyan yönünde kullanılmasına izin verilmiş olmasıdır. Tabii ki bu özgürlüğün bir bedeli olacak yani Allah’ın, tavır ve davranışına göre kullarına yönelik muamelesi anlamına gelen sünnetullah gereği kişi, iradeyi kullanma yönüne göre bir karşılık görecektir.3
İmam Mâtürîdî ve Nesefî; kader, irade özgürlüğü ve sorumluk dengesini şu şekilde kurmaktadırlar: Allah’ın yaratması, kazası ve kaderi kul tarafından sorumluluktan kurtulmanın bir mazereti olarak ileri sürülemez. Çünkü Allah tarafından insan fiillerinin yaratılması, kulun iradesinin yönüne göre gerçekleşir. Bu, Allah’ın adaleti ve hikmeti gereğidir. Bundan dolayıdır ki kader ve kaza, bir fiilî yapmaya ya da yapmamaya kulu zorlamaz. Yüce Allah’ın, kulun fiilîni takdiri ve yaratması, bu fiiller için tahsis edilen zaman ve mekânları yaratması gibidir. Öyleyse kul için zorlayıcı bir etken olmayan kaza ve kaderin mazeret olarak ileri sürülmesinin bir geçerliliği yoktur. Çünkü fiilî işlediği anda kaza ve kader gibi zorlayıcı bir etken tasavvuru, kişinin zihninde zaten bulunmamaktır. Bu yüzden kişi işlediği fiilî, özgür iradesi ve kendisine verilen güçle gerçekleştirmektedir. Hem kendisi hem çevresi işlenen fiilî kula nispet eder, iyilik yaparsa mükâfatını göreceğini, kötülük yaparsa da cezasını çekeceğini bilir.4
Sorumluluk
İnsanın fiilleri, zorunlu ve iradeye bağlı (ızdırarî-ihtiyarî) olmak üzere iki türlüdür. Zorunlu fiiller, kalbin çalışması, vücutta kanın dolaşması, gözün görmesi, kulağın duyması gibi bizim tercihimize bağlı olmayan fiillerdir. İhtiyarî fiiller ise; oturmak, kalkmak, konuşmak, bakmak, gitmek ve gelmek gibi tamamıyla bizim seçimimize bağlı olan fiillerdir. Birinci tür fiillerde, bir sorumluluğumuz yoktur; sorumluluk alanımıza giren ikinci tür olan fiiller, irademize bağlı gerçekleşen fiillerdir. Buradaki sorumluğumuz, fiilîn isteğimiz doğrultuda yaratılmasındandır. Eğer biz, bir fiilî işlemeye yönelik güçlü bir istek duyarsak, şartlar ve imkânlar çerçevesinde Allah o fiilî yaratır. Dolayısıyla fiilîn yaratılması tamamıyla bizim tercihimiz doğrultusunda gerçekleşmiş olur. Fiilîn gerçekleşmesine yönelik istek ve azmimiz, fiilîn kesbedilmesi yani kazanılmasıdır. İşte bu kazanılma dolayısıyla bize sorumluluk doğmaktadır.
İnsan Fiillerinin Gerçekleşme Süreci
İnsanın iradesine bağlı gerçekleşen fiilîn oluşumunda üç aşama vardır: İnsanın istemesi (irade), gücünün yeterli olması (istitaat) ve Allah’ın yaratması. Fiilîn iyi ve kötü rengini belirleyen aşama, insanın istemesi anlamına gelen irade ortaya koyması yani niyet etmesidir. Sorumluluk da zaten bu irade üzerine bina edilmektedir. İnsanın gücünün yeterli olması yani şartlar ve imkânların bulunması (istitaat), sorumluluğun zemini; Allah’ın yaratması ise, fiilîn tamamlanmasını ifade eder. Bu son ikisi, yani şartlar ve imkânlar ile Allah’ın yaratmasının, fiilîn iyi veya kötü, faydalı veya zararlı sıfatı kazanmasına etkisi bulunmamaktadır. Bir fiilîn iyi veya kötü olmasını belirleyen, insanın irade ve niyetidir. Nitekim Hz. Peygamber’in, “Ameller niyete göre değerlendirilir.”5 hadisi de buna işaret eder. Bunun böyle olmasının nedeni insan fiilînin bir yönüyle Allah’a diğer yönüyle insana ait olmasıdır. Fiil, yaratma yönüyle Allah’a, kazanma yönüyle insana aittir. İnsanın kazanması da irade ve niyet etmesiyle gerçekleşmektedir. Kişinin irade ve niyeti kalbinde gerçekleştiğinden, oraya Allah’tan başkasının müdahalesi söz konusu değildir. Yüce Allah da imtihan gereği insanın kalbini özgür kılmış ve insanların, birbirinin kalbine müdahale etmesini, hatta muttali olmasını engellemiştir. Nitekim insanın fiilleri ve sözleri baskı altına alınsa bile duyguları ve düşünceleri asla baskı altına alınamaz. Bu yüzden baskı altında yapılan işlerin ve söylenen sözlerin kalpte bir karşılığı olmadığında geçerliliğinden söz edilemez. Buna göre ikrah yani baskı ve işkence altında gerçekleşen inkâr ve iman geçerli değildir. Söz gelimi müşriklerin işkence ile Hz. Ammar’a küfür sözü söyletmelerini, Hz. Peygamber imandan çıkma olarak değerlendirmemiş ve kalbindeki imana itibar etmiştir.6
İnsanın Özgürlüğü
Dinde insana yönelik zorlama anlamına gelen bir cebirden bahsedilemez. Çünkü Yüce Allah, gönderdiği peygamberler ve indirdiği ilahi kitaplar yoluyla insanlara sorumluluklarını hatırlatmış ve bunları yerine getirdikleri takdirde mükâfat kazanacaklarını, aksi durumda cezaya çarptırılacaklarını bildirmiştir. İnsanların fiillerini Allah’ın yaratması, bu çerçeveden olmak üzere hidayete erdirme ve dalalete düşürme fiillerini yaratması bir zorlama değildir. Çünkü her fiil araz olması hasebiyle yoktan meydana gelmiştir. Bir şeyin yoktan meydana gelmesi ancak Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Öyleyse insanın özgürlüğü fiilîn yaratılmasına değil, neyi yapıp neyi yapmayacağına, insanın özgürce karar vermesine bağlıdır. Zira Yüce Allah, insanın kendi iradesi ve niyeti doğrultusunda fiillerini yaratır. Öyleyse Allah’ın, insanın fiillerini yaratması, insanın iradesini kısıtlama değildir. “Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır dilediğini de hidayete erdirir.”7 ayetinin anlamı, Yüce Allah’ın onların niyet ve iradelerini bilmesi ve o doğrultuda onlar için ya hidayet ya da dalalet yaratmasıdır. Allah’ın bilgisi için zaman ve mekân sınırlaması olmadığından gelecekte olacak bir niyeti bilmesi ve ona yönelik takdir ve yaratmada bulunması aklın da kavrayacağı bir husustur. Ayrıca Yüce Allah, iman etmeye yönelen kuluna tevfîk anlamında destek vereceğini; küfre giden kulunu ise hizlân anlamında kendi hâline terk edeceğini bildirmiştir. Bunun anlamı; imana, iyiliğe ve güzelliğe yönelen kuluna, Allah rahmetiyle muamelede bulunur, yani pozitif ayrımcılık yapar; küfre giden kuluna ise adaletle muamelede bulunur yani onu kendi tercihiyle baş başa bırakır.8
Peygamber ve İnsanın Özgürlüğü
Yüce Allah, insanların doğru yolu bulmalarına yardımcı olmaları için içlerinden seçtiği bazı kişileri peygamber olarak göndermiş ve onlar eliyle kitaplar indirmiştir; ancak bunlara inanmaları konusunda insanları baskı altına almamıştır. Bu yüzden gönderdiği peygamberin tanınmasını ve kabul edilmesini de, onların akıllarına ve iradelerine havale etmiştir. Nitekim İmam Mâtürîdî, Allah’ın varlığını, O’na imanın gerekliliğini ve peygamberlerin tanınmasını, insanın aklını kullanmasına ve delil yoluyla çıkarımda bulunmasına bağlamaktadır. Peygamberin, peygamberliğinin en önemli delili, gösterdiği mucizelerin yanında insanın bilmediği bir alandan yani gaybdan haber vermesidir.9 Öyleyse insanlar, peygamber karşısında dahi özgürlüklerine sahiptirler. Peygamberler tarihi incelendiğinde, bir gerçeklik olarak bunun böyle olduğu zaten görülür. Hz. Âdem’den beri birçok peygamber gönderilmiştir, onların ümmetlerinin bir kısmı inanmış bir kısmı ise inkâr etmiştir.
Peygamber gönderilmesinin insan özgürlüğüne kısıtlama getirmediğinin bir göstergesi de, onların orta sınıftan seçilmiş olmasıdır. Çünkü insanlar; mal, şöhret ve iktidar gücü bakımından kendilerinden üstün gördükleri kişilere kolaylıkla boyun eğerler ve iradelerini neredeyse onlara teslim ederler. Hâlbuki orta sınıf söz konusu olduğunda; yüksek, orta ve düşük gelir ve itibar sahibi her üç sınıftan insanın ona tabi olması ancak akla uygun delil bulmaları ve hakikati görmeleriyle mümkün olur. Böylece duygularının ve ezilmişliklerinin esiri olarak değil, düşünerek ve iradelerini kullanarak hakikati görmenin rahatlığı içinde mutmain bir kalple kabullenme içine girmiş olurlar. Allah’ın istediği de onların bu şekilde özgürce bir tercihte bulunmalarıdır.10
Bu çerçeveden olmak üzere İmam Mâtürîdî, tarih boyunca indirilen ilahi kitapların genel itibariyle üç şeye davet ve üç şeyden sakındırmayı içerdiğini dile getirir. Davet edilen üç şey: İman esasları, güzel ve faydalı işler, beğenilen ve takdir edilen ahlaktır. Bu kitaplarda yasaklanan üç şey ise: Kötü ve zararlı işler, bayağı ve saçma davranışlar, beğenilmeyen ve takdir edilmeyen ahlaktır. Demek ki indirilen bütün ilahi kitapların ortak özellikleri bu sayılanlardır. Aslında insanı insan yapan da bu sayılan sıfatlara sahip olmasıdır. Nitekim Kur’an’da her ilahi kitap, bir hidayet rehberi ve kılavuzu olarak takdim edilir. Kur’an’ın kendisi, birkaç yerde hidayet rehberi olarak tanıtılır. Bunun anlamını İmam Matüridî, Allah’ın her gönderdiği kitap, hidayet talebinde bulunan için hidayet kaynağı, olgunluğa ulaşmak isteyen için feraset kaynağı ve açıklama isteyen için bir beyandır. Dolayısıyla Yüce Allah kimseyi imana ve İslam’a zorlamaz, isteyen gelir, kurtuluşa erer; istemeyen kendi tercihiyle baş başa kalır ve öte dünyada bedelini öder.11
Dipnotlar:
- Şehristanî, Nihâyetü’l-ikdâm, Beyrut 1425/2004, s. 238.
- el-İnsan 76/3.
- Mâtürîdî, Te’vilât Ehli’s-Sunne, nşr. Fatıma Yusuf el-Hıyemî, Beyrut: Müessetü’r-Risâle1425/2004, V, 347.
- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, nşr. Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi, Ankara 2017, s. 411-412; Mâtürîdî, Te’vilât Ehli’s-Sunne, I, 241, II, 173; Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Tebsıratü’l-Edille, nşr. H. Atay, Ş.A. Düzgün, Ankara 2004, II, 313.
- Buharî, “Bed’ü’l-vahiy” 1.
- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 388; Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sunne, I, 241; II, 173; II, 502; V, 274.
- “Kötü işleri kendisine şeytan veya nefsi tarafından süslü gösterilip onları güzel gören kişi ile böyle olmayan bir tutulabilir mi? Allah dilediğini sapıklıkta bırakır dilediğini de hidayete erdirir. O hâlde onlar için üzülerek kendini helak etme! Allah onların yaptıklarını elbette biliyor.” (Fâtır 35/8).
- Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sunne, II, 173, 547.
- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 390; Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sunne, V, 508.
- Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sunne, II, 172.
- Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, nşr. Halil İbrahim Kaçar-Bekir Topaloğlu, İstanbul: Mizan Yayınları, 2006, VIII, 225, 233.