Şimdi yükleniyor

Küresel Kırılganlıklardan, İsrail-Hamas Savaşı’na

107sayiF 1 6

Küresel Kırılganlıklardan, İsrail-Hamas Savaşı’na

Bir taraftan Rusya-Ukrayna Savaşı devam ederken İran, nükleer silahını tamamlama sürecinde sona yaklaşıyordu. Çin, küresel etkinliğini artırmak için hamleler yaparken, Karabağ’da, bölgeden terör unsurlarının temizlenmesi için zorlu bir süreç yürütülüyordu. Küresel otorite vasfı zedelenen ABD, Çin’i daha fazla sıkıştırmak için içine “iklim ile mücadele konsepti” serpiştirdiği tutarsız projelerle uluslararası kamuoyunu oyalamaya çalışırken Orta Doğu’da fitne kazanı kaynamaya devam ediyordu. İran tehdidi sebebiyle Arap dünyası ve İsrail, mecburi bir kontrollü yakınlaşma süreci içerisine giriyor,
ABD’nin çelişkili dış politika hamleleri sürecin daha fazla açmaza girmesine yol açıyordu. Buna karşın en son düzenlenen (“tek dünya – tek insanlık – tek gelecek” şeklinde bir motto ile) G20 zirvesinde, OBOR’a rakip olması mahiyetinde aceleye getirilmiş, sahte gülücüklerle, uygulanması imkânsıza yakın ve pamuk ipliği düzeyinde kırılganlıklar ihtiva eden IMEC isimli (yine içine tutarsız yeşil dönüşüm baharatlarından serpiştirilmiş) bir proje servis ediliyordu. Tabii bu projeye rağmen Çin, bölgedeki diğer ülkelerde olduğu gibi İsrail’de de etkinliğini artırmış ve Hayfa Limanı’nın dahi işletmesini almıştı. İsrail’de Netanyahu yönetiminde, İngiltere ve ABD dış müdahaleleri ile siyasi kırılganlıklar ayyuka çıkarken, yargı reformu merkezli iç huzursuzluklar artmaya devam ediyor ve ciddi anlamda da bir otorite boşluğu yaşanıyordu. Diğer taraftan ABD’nin daha da tutarsızlaşan dış politikası ve Netanyahu’nun küresel ölçekteki negatif imajı sebebiyle, İsrail gittikçe şiddetlenen İran tehdidine karşı eskisi kadar etkin bir algı süreci yürütemiyordu. Buna rağmen BAE ve Mısır’a ek olarak, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle çok daha yakınlaşan bir diplomasi süreci söz konusu olsa da, BAE dışındaki aktörlerin hepsiyle ilişkiler pamuk ipliğine bağlıydı. İran; Suriye, Irak, Lübnan, Yemen gibi ülkelerdeki mezhepsel nüfuzunu Çin’in finansal desteği (ve ABD’nin kontrollü gevşek politikaları) neticesinde bütün Arap coğrafyasına ve hatta Afrika’ya yaymaya çalışıyordu. Bunu yaparken de, hiç şüphesiz Hamas (ve Hamas’ın arkasındaki Filistin sorununu Arap dünyasında daha büyük paralar kazanmak için kullanan multimilyarderler) ile iş birliği kendisine daha da etkin bir politika uygulama kabiliyeti kazandırıyordu. Küresel ekonomik durağanlık pandemiden buyana omuzlardan atılamamışken, yeni pandemilerden bahsediliyor, petrol ve doğal gaz endüstrisi ise küresel iklim lobisine karşı safları daha da sıkılaştırarak mücadele etmeye devam ediyordu.
Avrupa’da Sırplar, Bosna’daki Müslümanları katletmek için bıçaklarını bilerken, Doğu Türkistan’da zulüm kaldığı yerden devam ediyor, Afrika’da ise Rusların desteği ile sömürgeci Fransa’ya başkaldırılar dikkat çekiyordu. Diğer taraftan küresel ölçekli askerî üs oluşumları ve silahlanma hızlanarak devam ediyordu.
Böylesi kaotik bir ortamda son seçimler ile istikrarını sürdüren Türkiye, ekonomik olumsuzluklara rağmen bölgesel ve küresel ölçekte önemli hamlelere imza atıyordu. Kuzeyde Rusya-Ukrayna süreci ile ilgili ara buluculuk süreçlerini daha yapıcı bir atmosfere taşırken, doğuda Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını (İran’ın tehditlerine rağmen) geri almasına yardımcı oluyor ve Türk dünyası ile iş birliği süreçlerini güçlendiriyordu. Güneyde Kıbrıs ve MEB gibi haklarından taviz vermezken, kendisini bölgede yalnızlaştırmaya çalışan Rumların oyunlarını İsrail ve Mısır ile normalleşme adımları ile boşa çıkarıyordu. (Hatta bu bağlamda TESPAM olarak yıllardır vurgulamaya ve altyapısını hazırlama gayreti içerisinde olduğumuz: “Enerjinin bölgedeki ihtilafları giderici bir kaldıraç olarak kullanılması” yaklaşımını hayata geçirmek için adımlar planlanmaktaydı.)
Diğer taraftan Türkiye, BAE ve Suudi Arabistan ile de aradaki soğukluğu gideriyor, Suriye ve Irak’ta da terörü temizlemeye yönelik yerel unsurlar ile daha etkin bir iş birliği sürecini başlatıyordu. Bunlar yaşanırken Avrupa ile ilişkilerini de düzeltmek için önemli adımlar atıyordu.
Derken…
7 Ekim 2023 tarihinde, tam da İsrail dinî bayramını kutlarken, Hamas, “Aksa Tufanı” isimli, gerçekten dengeleri sarsan (ne yazık ki sivil kayıplara da sebep olan) bir operasyona imza attı. Bir taratan 20 dakika gibi kısa bir zaman zarfı içerisinde 5000’in üzerinde roket (ve türevleri) kullanılarak hava saldırısı düzenlenirken, eş zamanlı olarak koordineli bir şekilde kara, deniz ve ilkel hava unsurları ile Gazze ablukasının ötesinde geniş bir alana çıkartma yapıldı. Tabii bu saldırılara (ilginçtir ki) hazırlıksız yakalanan İsrail, istenilen sürede beklenilen cevabı veremedi. Aksa Tufanı, gerçekten İsrail’in “derin-ürkütücü-güçlü-teknolojisi ile dengeleri değiştiren-bütün gelişmelere hâkim” gibi kelimelerle kurgulanmaya çalışılan imajını yerle yeksan etmişti. İsrail’in bölgesel ve küresel imajı ciddi anlamda sarsılmıştı. Diğer taraftan istihbarat zafiyeti her ne kadar düşündürücü olsa da, askerî açıdan hızlı bir şekilde organize olamayış, büyük bir itibar kaybına yol açmıştı. İsrail ordusunun sergilediği bu zafiyette hiç şüphesiz, askerler arasındaki siyasi bölünmelerin, İngiltere ve ABD’nin gayriresmî dokunuşlarının ve (bir LGBT destekçisi olan İsrail hükûmeti ile) eşcinselliğin yaygınlaşmasının da etkisi büyüktür!
İtibarı zedelenen ve yaşanan trajediyi algısal yönlendirmeler ile lehine çevirmek isteyen İsrail yönetimi, elindeki tüm gücü Hamas’ı cezalandırmak bahanesi ile Gazze’ye yönlendirmiştir. 2,3 milyon kişinin yaşadığı, yaklaşık 360 km2’lik bir alandan müteşekkil olan, kişi başına sadece 156m2’lik alanın düştüğü küçücük Gazze, ne yazık ki, etkin bir ambargo ve yoğun acımasız bir bombardımana maruz bırakılmıştır. Dört bir yanından kuşatılmış, dünyanın en büyük hapishanesi konumundaki Gazze’ye her türlü sevkiyatın önüne geçilmesi için (Savunma Bakanı pozisyonundaki biri tarafından) talimat verilirken dahi, Gazze’deki insanlara “hayvan” olarak nitelendirilecek kadar aşağılık bir söylem kullanılabilmiştir. Zaten kendi içinde dengesizlikler ve ihtilaflar yaşayan, korkan, korku ile reflekslerine hâkim olamayan İsrail ordusu, bir anda vahşi, acımasız ve ellerindeki silahları makul ölçülerde kullanamayan bir çizgiye doğru evrilmiştir. Tabii bunlara ek olarak, iki tarafın da, saldırı süreçlerindeki sivil kayıpları artırması için bazı dış dokunuşlar söz konusu olabilmiştir. Ki, bu sayede tablo daha trajik ve dikkat çekici bir hâle dönüştürülebilmiştir.
Ürdün Sahra Hastanesi, BM Bölge Okulu ve de son olarak yüzlerce can kaybının yaşandığı El-Ehli Baptist Hastanesi gibi tamamen sivil ve masum unsurları (belki de gerçekten kendi içindeki zafiyetler ve dış dokunuşlar sebebiyle, belki de yanlışlıkla!) vuran İsrail, uluslararası ortamda lehine çevirmeye çalıştığı imajını daha da zedelemiştir.
Not: Bu hususta İsrail yetkilileri de El-Ehli Baptist Hastanesi’nin, Hamas’ın İsrail hedefiyle attığı roketlerden bazılarının infilakı sonucunda vurulduğunu iddia etmektedir. Bu bağlamda bazı radar görüntüleri de yayınlamıştır. Lakin iddiaların doğruluğunun ve Hamas roketlerinin olası tahrip kabiliyetlerinin mevcut koşullarda yorumlanabilmesi veya tetkik edilebilmesi mümkün değildir. Gazze’de yaşanan trajedi, İsrail cenahında söylemlere yansıyan üslup ve merhametsiz müdahale süreçleri Hamas’ın eylemlerini de unutturarak, süreci farklı bir boyuta taşımıştır. İsrail tam mağdur edebiyatını uluslararası kamuoyu nezdinde kullanabilecek iken, bu imkânını ve inandırıcılığını büyük ölçüde yitirmiştir.
*
Şimdi gelin bu tablodan yola çıkarak, kim ne kazandı veya ne kazanmayı hedefliyor siz karar verin!
*
Öte yandan kim ne kazanırsa kazansın ne yazık ki, sürecin kaybedeni yine masum siviller oluyor! Ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nda; Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da olduğu gibi masumların kaygısını güderek, en samimi şekilde ara buluculuk yapmaya çalışan ve göçmenlere kol kanat geren tek ülke, “Dünya beşten büyüktür!” söylemini sürekli vurgulayan Türkiye oluyor.
Şimdi belki de bizlere ve uluslararası topluma düşen: – Öncelikle “Hangi taraf ne kadar masum?”, “Hangi olayın arkasında kim var?”, “İsrail kara operasyonu yapabilecek mi?”, “III. Dünya Savaşı mı geliyor?” gibi sualleri bir kenara bırakarak, Türkiye’nin yapmaya çalıştığı gibi bir an önce ateşkesin ve esir değişimlerinin yapılabileceği bir zemini hayata geçirmektir.

Tabii bu hedef gerçekleştirilene kadar, ablukanın en azından deniz ayağının BM Barış Gücü kontrolünde insani yardımlar için açılması gereklidir. Yoksa sivil kayıplar çok daha vahim seviyelere çıkacaktır.

Kalıcı olmasa da bir ateşkes sağlandıktan sonra (bütün tarafları yakinen tanıyan en gerçekçi denge unsuru olan), Türkiye’nin öncülüğünde bir heyet oluşturup, iki devletli modelin hayata geçirilmesi, iki tarafta da bilinçli sivil kayıplara sebep olan kişilerin yargılanarak cezalandırılması, gerginliği tırmandıracak kırılmaların en aza indirilerek, gerekiyorsa BM kontrolünde sınırlar arasında tampon bölge oluşturulması gibi hedefler üzerine çalışılabilecektir.
Ayrıca;

Unutulmamalıdır ki, ablukalar ve adil olmayan girişimlerle köşeye sıkıştırılmaya çalışılan toplumlar huzursuzluğun içine itildikleri sürece gerçekçi bir barış süreci mümkün olmayacaktır. Bu da radikalleşmenin önünü açacak ve radikalleşmeden beslenen kirli cenahların ekmeğine yağ sürecektir!

Bu süreç, defalarca İsrail ile savaşarak mağlup olmuş, bu sebeple duygusal yaklaşımlarda bulunabilen, uluslararası otoriteler tarafından dikkate alınmayan ve toplumları radikalleşmeye müsait olan devletlerle aşılamayacaktır.

Diğer taraftan kendilerini küresel otorite olarak tanımlayan güç odakları ve devletler, adaletsiz-kirli-bencil tutumlarına devam ettikleri sürece, elbet günü geldiğinde tarihin tozlu sayfalarında “zalim” sıfatlarıyla yerlerini alacaktır.

Türkiye gibi önce insan diyerek, merhamet nazarıyla denge kurmaya çalışan devletler ise, bugün zorluklar yaşıyorlarsa dahi, geleceğe hükmedecek kabiliyetlere elbet erişeceklerdir!
*
Özetle, TESPAM olarak; Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne (bilinçli veya yanlışlıkla) düzenlenen ve neticesinde yüzlerce masum sivilin hayatını kaybetmesine yol açan saldırıdan dolayı derin bir infial duyuyoruz. Akla ve bilime dayanan bir bakış açısını insani değerlerle harmanlayarak enerji konusunda stratejiler geliştiren TESPAM’ın bu kadar büyük bir hukuk dışılığa karşı kayıtsız kalması düşünülemez.
Birçok devletin, liderin, uluslararası örgütün sessiz kalmasının, uluslararası sisteme olan güveni sarsacağına dair derin bir endişe duyarak kaygı ile süreci izliyoruz ve tarihe not düşerek dünya kamuoyuna karşı sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Uluslararası hukukun ve insani değerlerin açık bir ihlali niteliğini taşıyan sivillere yönelik saldırıların, Gazze’deki sivilleri de “hayvan” nitelemesiyle aşağılayan alçakça ifadelerin ve bakış açılarının, temel insani hakları hiçe sayan ablukaların, kan davasına dönüşen ve toplu yıkımlar sebebiyle soykırıma doğru evrilen süreçlerin, kaostan ve kandan menfaat sağlamaya çalışan cenahların kirli oyunlarının, sivillerin her ne koşulda olursa olsun canlı kalkan olarak kullanılmasının ve bencil-maksimalist-işgalci hedefleri sürdürerek daha fazla haksızlık ve gerginlik oluşturulmasının bir an önce son bulmasını temenni ediyoruz.
Bu ve bunun gibi masumların gözetilmediği bütün saldırıları kınıyor, uluslararası otoritelere, bir an önce adil bir bakış açısıyla akan kanı durdurma noktasında harekete geçmeleri için çağrıda bulunuyoruz!