Şimdi yükleniyor

Mehmet Âkif’in Balkan Savaşlarına Yaklaşımı

93 nurullah cetin

Mehmet Âkif’in Balkan Savaşlarına Yaklaşımı

Âkif, Balkan Savaşlarına şiirlerinde ve vaazlarında değişik şekillerde yer vermiştir. Mehmet Âkif, bu savaşlar sonucunda devlet ve milletin küçülmesine çok üzüldü, âdeta isyan etti. Hakkın Sesleri (1913) adlı şiir kitabının yazılış sebebi büyük ölçüde Balkan Savaşlarıdır. Ayrıca 1913 Şubat’ında Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye Camilerinde Balkan Savaşlarıyla ilgili 3 vaaz vermiştir.

A. Mehmet Âkif’e Göre Müslümanların,
Balkan Savaşlarında Yenilmelerinin Sebepleri

Türk ordusu, Balkan Savaşlarından yenik ayrıldı. Âkif’e göre bu yenilginin bazı sebepleri vardır. Şair, en çok da bu konu üzerinde durmuştur. Zira o, bu savaşta Osmanlının karşısında yer alan tarafa eleştiriler getirse de bu konuda en çok Müslümanları suçlar. Ona göre kabahatin büyüğü bizdedir. Karşı eleştiri yerine öz eleştiriyi ön plana alır. Bunları, özelliklerine göre maddeler hâlinde şöyle tasnif edebiliriz.

1-İslam’ı Gereği Gibi Yaşamamak: Âkif, o dönemde Müslümanların, Müslümanlığı yeterince anlamamaları ve yaşamamaları üzerinde durur. Müslümanların İslam konusundaki gevşekliklerini şiddetle eleştirir. Âkif, meseleye İslam dini açısından bakar. Ona göre Müslümanlar, İslam’ı gerektiği gibi anlasalar ve yaşasalardı başlarına büyük felaketler gelmeyecekti. Âkif, o zamana kadar ne kadar perişan olmuş Müslüman kavmi varsa, hepsinin Allah’ın hükümlerine uymamaları yüzünden mahvolduklarını söyler. Asıl suç Müslümanlardadır. Ona göre Müslümanlar esirliği, yenilgiyi, hak etmişlerdir. Allah’ın değişmez kanunları vardır. Vatanına sahip çıkanın vatanı elinde kalır; sahip çıkmayanın vatanı da elinden alınır. Bu, Allah’ın bir kanunudur der.1

2-Tefrikacılık – Kavmiyetçilik: Âkif, Balkan Savaşlarından yenik ayrılmamızın en önemli sebebini şöyle ortaya koyuyor: “Şimdiki felaketimizin sayısız sebepleri var ki en birincisi kavmiyet yüzünden meydan alan tefrikadır. Yalnız dört, beş senedir bu yüzden ne hâle geldik; kavmiyet gayretiyle ayaklanmaları ıslah için ordumuzu yorduk. İhtilalden çıktık ihtilale girdik, sıkıntılardan çıktık, sıkıntılara düştük. Çünkü yabancılar böyle istiyor, memleketlerimizi elimizden almak için programları bu. Ecnebilerin de bugün akıncıları var ki o akıncıları, o talîatü’l-ceyşleri: Tefrikadır. Avrupalılar zapt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına önce tefrika sokarlar, senelerce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali bu suretle yorgun düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de işte bize karşı aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur.”2 Müslümanlar, İslam dininin büyük bir şiddetle reddettiği kavmiyet fikri ile etnik köken ayrılığını dava edinmeleri ve ayrılığa düşmeleri sonucu Balkan Savaşlarında yenik düşmüşlerdir. Şair, kendisi de Arnavut olduğu hâlde hiçbir zaman Arnavutçuluk yapmadığını; Türk, Arap, Arnavut gibi farklı etnik kökene sahip Müslümanların etnik kökenlerini bir tarafa bırakıp İslam’da birleşmeleri gerektiğini söyler. Nitekim kendisinin Arnavut olduğunu ama etnik ayrımcılık bağlamındaki Arnavutçuluk yapmanın olumsuzluklarını şöyle vurgular:
“Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor;
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûrîde siyaset, ne bu fâsid davâ?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz…
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki evet, Arnavudum…
Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!…” (Safahât)

Âkif’e göre Müslümanların Balkan Savaşlarından mağlup olarak ayrılmalarının temel sebeplerinden biri, tefrikacılığa yani ayrılığa düşmeleridir. Bir vaazında, Müslümanlar kadar ayrılığa düşmüş, parçalanmış başka bir millet olmadığını belirtir. Allah, Müslümanlara, “Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılınız, dine sarılınız, Kur’an hükümlerinden ayrılmayınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, sonra mahvolursunuz.“ dediği hâlde Müslümanlar, Allah’ın bu emrini dinlememiş, ayrılıp parçalanmış ve yenilmişlerdir.

Irkı, dili, coğrafyası, gelenekleri kısacası her şeyi birbirinden farklı olan bu kadar kavimleri, Müslümanlık kardeş yapmıştı; kavmiyetçiliği, cinsiyeti aradan kaldırmıştı. Fakat son zamanlarda Müslümanlar bunu unuttular. Müslümanların arasına sayısız ayrılık sebepleri girdi. Osmanlı Devleti bünyesindeki farklı etnik kökenlere sahip Müslümanları birleştiren en önemli unsur İslam’dı. Bu bağ sayesinde Müslümanlar kardeş gibi yaşadı. Kimse kendi etnik aidiyetini öne sürmüyordu.3

Osmanlı Devleti’ne bağlı Müslümanların kendi aralarında etnik grup ayrılığına düşmeleri, kavmiyetçilik yapmaları, bölünüp parçalanmaları ve birbirlerine düşmeleri konusu, Âkif’in ısrarla üzerinde yoğunlaştığı bir konudur. Âkif, bu konuda tefrika yani ayrılık, ikilik çıkaranları suçlamaktadır. Etnik topluluk ayrılıkçılığının İslam’da yeri olmadığını ısrarla vurgular. Nitekim bir şiirinde şöyle der:
“Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arap‘ın Türk‘e; Laz‘ın Çerkes‘e, yahut Kürt‘e;
Acem‘in Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta ‘anâsır‘ mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti telin ediyor peygamber.
En büyük düşmanıdır rûh-ı Nebî tefrikanın;
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!” (Safahât)

Tefrikacılığa bağlı olarak Türk ordusunun Balkan Savaşlarında yenilmesinin sebeplerinden birisi, Türk ordusunun “İttihatçı” ve “Halaskâr Zâbitân” adları altında ikiye bölünmesidir. Bu gruplar, maalesef savaş esnasında bile birbirlerine destek olmamışlardır.

3-Dinsizlik Propagandalarının Artması: Özellikle Tanzimat’tan sonraki süreçte Avupa’da eğitim gören ya da değişik yollarla Batılıların etkisinde kalarak İslam’dan çıkıp dinsizleşen belli bir aydın kesim ortaya çıktı. Bunlar; gazete, dergi, kitap gibi yayınlarla, ders, konferans gibi konuşmalarla Osmanlı ülkesinde Avrupacılığı ve dinsizliği yaymaya başlamışlardı. Bunlar, Batı‘nın sempatisini kazanırsak her türlü beladan uzak olabileceğimizi söylüyorlar, bunun için de İslam’dan uzaklaşmamız gerektiğini ifade ediyorlardı. Âkif, İslam’ın kutsal değerlerini alaya alan, bunlara saldıran, Allah’a küfreden ve Batı‘ya gönüllü köleliği politika olarak gören dinsizleri de bu konuda suçlar. Bir şiirinde şöyle der:
“Hele ilânı zamanında şu mel’un harbin,
Bize efkâr-ı umûmiyesi lazım Garbin;
‘O da Allah’ı bırakmakla olur‘ herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!…” (Safahât)

Burada Âkif, şu hususun üzerinde duruyor: Balkan Savaşları çıktığı sıralarda içimizden bazıları, Müslüman Türkler arasında şöyle bir propaganda yapmışlar. Demişler ki, Batı’nın, Avrupa’nın kamuoyunu yanımıza çekmemiz lazım. Bunun için de Allah’ı, İslam’ı bırakmamız yani dinden vazgeçmemiz gerekir. Âkif, bu dinsizlik propagandasını ve Batı’ya taparlık hastalığını şiddetle eleştirmektedir. İşte Müslümanlar arasından çıkan bir kısım aydınların Batı’ya yaranmak için Müslümanlara İslam düşmanlığı aşılamak istemeleri, Balkan Savaşlarında yenilmemizde etkili olmuştur.

Yine bir şiirinde şöyle der:
“Bir de halkın dini var, sık sık taarruzlar gören,
Hâle bak: Millette hissiyatı oymuş öldüren!
Dini kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için!
Tut da hey sersem, bu idrâkinle sen âlim geçin!
Her cemâatten beş on dinsiz zuhûr eyler, bu hâl
Pek tabiidir. Fakat ilhâdı bir kavmin muhâl.
Hangi millettir ki efrâdında yoktur hiss-i din?
En büyük akvâma bir bak: Dini her şeyden metin,
Düşme ey âvâre millet bunların hızlânına;
Vâkıfız biz hepsinin pek muhtasar irfânına:
Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!….” (Safahât)

Bir kısım aydınlar, Müslümanların dinine saldırmakta, dinin millette duyguları öldürdüğünü söylemektedirler. Ülkeyi geri gidişten kurtarmak için dinden, İslam’dan vazgeçmek gerektiğini söylemektedirler. Âkif’e göre bir milletin içinden beş on dinsiz adamın çıkması normaldir ama bir milleti tamamen dinsizleştirmek imkânsızdır. Her milletin fertlerinde din duygusu vardır. En büyük milletlerde bile din duygusu kuvvetlidir. Âkif, bu tür değerlendirmeleri şunun için yapıyor: Bir millette din duygusu yok edildi mi vatan, millet, devlet sevgisi de kalmaz. Nitekim ona göre Balkan Savaşlarında yenik düşmemizin sebeplerinden biri de aydınlar ve yöneticiler arasında din duygusunun zayıflaltılmış olmasıdır.

4-Ümitsizliğe Bağlı Olarak Müslümanlarda Vazife Duygusunun Olmaması: Âkif, özellikle bu konu üzerinde de duruyor. Müslümanlarda görev duygusu olmamasını, onların yenilmesinde rol oynayan başlıca etkenlerden biri olarak görüyor. Özellikle Müslüman aydınlar, okumuş yazmış olan insanlar, kendi milletlerini bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için gereken gayreti ve fedakârlığı göstermemişlerdir.4
Müslümanların ümitsizliğe düşmüş olmaları hâli de Balkan Savaşlarından yenik ayrılmamıza sebep olmuştur. Bir şiirinde Müslümanların ümitsizlik hâlini şöyle anlatır:

“Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.
…….
Âtîyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
…….
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar”
(Safahât)

5-Eğitim Eksikliği: Âkif, Müslümanlar arasında gerçek bir eğitim eksikliğinden bahseder. O, bir vaazında “Faydalı eğitim ülkeye henüz girmemiştir. Halk okumuyor, yazmıyor. Okuyup yazanlar da hem dünyaya hem de ahirete yaramayacak bir yığın teori ile uğraşıyorlar.” der. Bununla özellikle uygulamaya, günlük hayata dönük eğitim sistemimizin, teknolojiye dönük bilimsel çalışmalarımızın olmamasını eleştirir. Mesela der, Müslümanlar topraktan sadece ekin alır, biraz daha gayret ederse su çıkarır. Gelişmiş, uygarlık sahibi milletler ise maden çıkarır. Biz sudan, yalnız değirmen yapıyoruz, onlar elektirik üretiyorlar. Biz buluttan yağmur topluyoruz, onlar yıldırım bile avlıyorlar. Müslümanlar maddi alanda böyle geri kaldığı gibi manevi alanda da geri kalmışlardır. Kur’an ve hadis gibi kaynakları yeterince incelememişler ve onlardan kendi zamanlarına uygun olarak alınması gereken dersleri almamışlardır. İslam kaynaklarından zamanlarına uygun yeni eserler üretememişlerdir. Müslüman topluluklar içinde cahillik o kadar artmıştır ki kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilememektedir. Ayaklanan ve nihayet başımıza Balkan felaketini getiren kavimlerin isyan sebebini cahillikte bulur. Cahil Müslüman topluluklar, yabancılar tarafından kışkırtılmıştır.

Siyasi ve İdari Beceriksizlik: Âkif, Balkan Savaşlarından yenik çıkmamızda ve Arnavutluk isyanlarında, o zamanki devlet yönetimine hâkim olan İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerini yetersiz, beceriksiz ve zayıf görmüş, onları eleştirmiştir.

B. Mehmet Âkif’e Göre Balkan
Savaşlarının Sonuçları

1-Müslümanların İçine Düştükleri Trajik Toplumsal Durumlar: Âkif, Balkan Savaşlarının en çok Müslümanlar üzerindeki olumsuz sonuçları üzerinde durur. Ona göre Balkan Savaşları korkunç bir yangın ve tufan yeri olmuştur. Âkif, bu yangın ve tufanın âdeta yasçısı olan bir şairdir. Savaş sonucunda öldürülen 600.000 Müslüman‘ın bozgun manzaralarını, toplumsal trajedileri genişçe ele alır. Ona göre Müslümanlar bu savaşlardan toplumsal anlamda çok fazla etkilenmişlerdir. Genel anlamda bir Müslüman‘ın şehit düştüğü yere “meşhed” denir. Aynı zamanda Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit düştüğü yere de “meşhed” denir. Âkif, yüz binlerce Müslüman‘ın şehit edildiği bütün Balkan toprakları için “meşhed” der. Yani Balkanlar, Müslümanların kabristanı hâline gelmiştir. Böylece bu şehit edilen Müslümanları Hz. Muhammed’in torunları seviyesine bile çıkarır.

Bir şiirinde şöyle der:
“İlahî, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı!
Ne masum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!
Ne bîkes hânümânlar işte, yangın verdiler, yandı!
Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!” (Safahât)

Âkif burada Balkan Savaşlarında 600.000 Müslüman‘ın öldüğünden, yaşlı, masum, çaresiz insanların savaş kurbanı olduğundan, evlerin, yurtların yakılmasından, yıkılmasından bahsederken genel anlamda insanlık trajedilerine vurgu yapar. Buradan hareketle savaşın da bir kanunu olması gereğine dolaylı da olsa bir gönderme yapar. Savaşta ordular savaşır ama yaşlı, kadın, çocuk, hasta, din adamı gibi savunmasız masum insanlara dokunulmamalı demek istemektedir. Çünkü İslam’da böyle bir emir vardır. Âkif, İslam kültürüne mensup bir şair olduğu için Balkan Savaşlarında görülen bu olumsuz durumları yadırgamaktadır.

Âkif, şiirlerinde daha çok Balkan Savaşları sonucunda ortaya çıkan trajik görüntüleri acıklı bir üslupla tasvir eder. Bu tasvirlerde savaş kanunlarına ve insanlığa uymayan vahşilikler, parçalanmış cesetler, masum çocuklar, yaşlı insanlar, göğsü baltayla kesilmiş anneler, hamile kadınlar gibi suçsuz insanlara uygulanan insanlık dışı işkence ve katliamlar uzun uzun tasvir edilir.

2-İslam Kültür Birikiminin Yok Edilmesi: Âkif’e göre Balkan Savaşları sonucunda bu topraklardaki İslam’ın kültürel varlığı ortadan kalkmış, onun yerine Hristiyanlık dini egemen olmuştur. Âkif, en çok da buna üzülmüştür. Müslümanların camileri, mescidleri hayvan ahırlarına, hatta meyhanelere dönüştürülmüş. Camilerde ezan okunmaz olmuş, bunun yerine çan sesleri daha çok çıkmaya başlamış. Müslüman Türk kültür tarihine ait eserler ortadan kaldırılmış, Müslüman kabirleri, mezar taşları bile yok edilmiştir. Müslümanların kendilerinin olduğu kadar kültürlerinin, tarihlerinin de yok edilmesine âdeta ağıt yakar. Bir şiirinde şöyle der:
“Ezanlar sustu… Çanlar inletip durmakta âfâkı.
Yazık: Şark’ın semâsından Hilâlin geçti işrâkı!
Zaman artık Salîbin devr-i istilâsı, ilhâkı.
Fakat yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,
Ne doğmaz günmüş ey âcizlerin kudretli Hallâkı!” (Safahât)

3-Bir Felaketi Kadere Dönük Olarak Yorumlamak: Âkif, bir ayet-i kerimeden yola çıkarak Balkan Savaşlarından yenik çıkmamızın ve Balkan topraklarından ayrılmamızın kader boyutuna işaret eder. Milletlerin tarihsel yürüyüşlerinde kaderin etkisini ve belirleyici rolünü inkâr etmemek lazım der. Bir şiirinin başına şu ayeti koyar: “Ya Muhammed de ki: Ey mülkün sahibi olan Allah’ım. Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinin elinden alırsın; dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin; hayır yalnız senin elindedir. Hiç şüphe yok ki sen her şeye kadirsin.” (Âl-i İmran, 26)

Bu âyetten hareketle Âkif bir şiirinde şöyle der:
“Eğer almışsa bir millet, edip bir mülkü istila;
Eğer vermişse bir millet bütün bir mülkü bî-pervâ;
Alan Sensin, veren Sensin, Senin hükmündedir dünya.” (Safahât)

Burada Âkif, bir bakıma teselli bağlamında Türklerin Balkanlardan çekilmesini Allah’ın takdirine bağlıyor. Buna göre Türklerin Balkanlara yerleşmesi de, oradan ayrılması da Allah’ın isteği ile olmuştur. Yalnız bu, Müslümanların tutumuna bağlıdır. Türkler, Balkan topraklarını hak edecek durumda olduğu zaman Allah orayı onlara vermiş, ancak o toprakları ellerinde tutmak için gerekli olan nitelikleri kaybettikleri zaman da Allah oraları Türklerin elinden almıştır. Âkif, bu yetersizlikleri cahillik, İslam’a bağlı kalmamak, tefrika, çalışmamak, sorumluluk duygusunu kaybetmek, eğitimsizlik gibi sebeplere bağlamaktadır.

Sonuç: Burada, ayrıntılı olarak, Türk ordusunun Balkan Savaşlarında yenilmesinin sebepleri ve sonuçlarına dair Âkif’in yaklaşımlarını gördük. Bu bağlamda Âkif’in ortaya koyduğu cahillik, ümitsizlik, sorumsuzluk, ayrılığa düşme, etnik grupçuluk, İslam’dan uzak düşme gibi sorun ve durumlar, aslında sadece Balkan Savaşlarıyla ilgili değildir. Âkif’in belirlemiş olduğu bu tespitler, sorunlar ve durumlar, özellikle 19. yüzyıl ortalarından itibaren Müslümanlar arasında artmaya başlayan genel sorunlardır. Dolayısıyla Âkif, savaşta karşımızda yer alan cepheyi suçlamaktan çok kendimizi, bizi, Müslümanları suçlamaktadır. Ona göre kabahatin büyüğü bizdedir. Nitekim bu olumsuz durumlarla kuşatılmış olan Müslümanların, Balkanlarda çıkan huzursuzlukları önleyememesi ve bu bölgeden büyük bir kayıpla ayrılması kaçınılmaz bir durum olmuştur.

Âkif, bu savaş dolayısıyla, özellikle savaştan sonra yaptığı irdelemelerle, Müslümanların geçen geçti, hiç olmazsa bundan sonra akıllarını başlarına alması için bir aydın olarak uyarı görevinde bulunmuştur. Yani Âkif’in Balkan Savaşlarına ilişkin değerlendirmeleri, aslında geleceğe dönük uyarıları içermektedir. Balkan Savaşları ona göre, gelecek için dersler alınacak ibretlerle dolu bir sınav olmuştur. Balkan Savaşları ile ilgili değerlendirmeleri, dönemsel olarak sadece belli bir dönemde olup bitmiş olaylar için geçerli olduğu gibi aynı zamanda evrenseldir de. Nitekim o zamanki uyarıları bugün için de geçerlidir.