Mustafa Çalık Ağabey
Hastane odası… İlim adamı, şuur abidesi, dava mesuliyeti müdriki Nevzat Kösoğlu hasta yatağında. Başucunda Mustafa Çalık ve değerli dost Fatih Sertaç Bulut…
“Bütün camilerimiz yıkılsa, darmadağın etseler bizi, elimizde Kur’an ve Türkülerimiz oldukça biz medeniyetimizi yeniden kurarız” esaslı sözünün sahibi Nevzat Kösoğlu… Hastane odasında çınlayan bir Hüma kuşu ve derin iç çekmeler, gizli göz damlaları… Kubilay Dökmetaş’ın gür
nefesi ne kadar sessiz olabilse o kadar. Havada ağır bir ölüm baskısına rağmen buram buram hakikat, memleket, samimiyet esintisi… İki gün sonra da ebedî âleme bir âlimin ruhunu teslim etmesi… Bir sonbahar esintisi ile…
Yine bir sonbahar, yine bir hastane odası, yine Kubilay Dökmetaş, yine yanık türküler. Bu sefer hasta yatağında bir muzdarip gönül, derin akıl, zarif ruh. Mustafa Çalık Ağabey…
Herkes için malumun ilamı olsa da bilinen bu tablonun tekrarı Mustafa Abi’ye sadece huzur veriyor. Samimi, memleket havalı, gönül titreten, dünyadan uzak, Allah’a yakın, derin bir huzur.
Mustafa Ağabey’im sağlığında da Türkülerle hayat bulur, onları âdeta yaşardı. Bazı türküleri dinlemenin sayısı da olmazdı. Her daim, her yerde dinlenebilirdi. Tabii adabı da vardı. “Bir alt pes sesten eşlik edilebilir”di türkülere. Ali Ekber Çiçek’ten “Haydar Haydar” dinlenirken değil konuşmak, nefes alırken bile dikkatli olunmalıydı.
- bir İstiklal Marşı olsa Yemen Türküsü olurdu. Hüma kuşu dinlemek ise millî bir vazife, söylemek de dava adamlığı idi. Hüma kuşu dinlendikten sonra arkasına bir “Kerkük Divanı” söylenmezse ayıp olmaz mıydı? Gülüm di gel bayramlaşak, bugün şanlı bayram günüdür…
Eleşkirt’in, “Konma bülbül konma nergis dalına / Öldürürler seni aman, aman, aman / Bir yâr yoluna ben yaralıyam…” söylenirken eşlik etmek, bağlamanın tınısı, sözlerin kudretine de saygı ile hemhâl olmak lazımdı.
“Nasıl methedeyim sevdiğim seni”, sualinin cevabındaki Kars-Ardahan-Erzurum- Belh-Buhara-Bağdat-Basra-Acem Şiran’ın feda edilmesi, aslında gönül coğrafyamızın çizilmesi gibiydi. Mustafa Abi’nin dikkat çektiği ise “ne sevmiş adam arkadaş, vermediği yer kalmadı” olurdu.
Tevekte üzüm kara, salkımı düzüm kara idi. Etek sarı sen eteklerden sarı idi. Diktirdiği kolu düğmeli köyneğe de insanın kaderine boyun eğmesine de ne kadar hoş baktıydı. Dünyanın nimeti de külfeti de başüstüne idi. Kadere ise şeksiz, şüphesiz bir teslimiyet son ana kadar tamdı. Hiçbir vakit Allah’a şükrünü ihmal etmeyen “Elhamdülillahi ala külli hâl” duruşu…
Mustafa Ağabey’im; zarif, fedakâr, endişeli, kıvrak zekâlı bir dava adamı…
Herkesin en ufak derdini dert edinmeyi vazife bilen, ikram etmek deyince Ahmed Yesevî Hazretlerinin “Cenneti isteyen aç doyursun” usulünde herkesi memnun etmeye çabalayan ender bir güzellik.
Onun ilim yönü, yazılması gereken ve ihmal edilmiş bir husus. Okumaları ve ilim adamlarına duyduğu ilmî saygı ve yönlendirme tam bir Devlet Adamı ihtiyatında.
Bu kadar güzel bir insanı kaybetmek tam bir âlemlerin kaybı gibi. Ahirette kalabalıklaşan “Bizimkiler”e samimi bir gönül daha.
Rahmetle, minnetle, hürmetle yâd ediyorum…