Mutluluğu Yalnızlıkta Arayan Bir Dâhi: Goethe
Batı’nın Hezârfen’i bir dâhi çocuk: Johann Wolfgang von Goethe
Yaşadığı çağa damga vuran edipler (şair-yazar) olduğu gibi sesi çağlar sonrasına ulaşan edipler ve aksiyon adamları da vardır. Onların gök kubbede yankılanan güçlü sedası daimîdir. Onlar saman alevi gibi bir yanıp sonra da sönmezler, daima yanar ve yandıkça da etrafını ısıtır ve ışıtırlar. Kutup yıldızları gibidir onlar; farkını fark ettirirler. Başka bir tabirle güneş misalidirler; bütün ümitlerin kesildiği zamanlarda doğarlar zifiri karanlığa. Çağlara yankısını ulaştıran; bazen bir yıldız, bazen de bir güneş olarak görünen bu şahsiyet abidelerinden biri de Johann Wolfgang von Goethe’dir. Yaşadığı dönemlerin Hezârfenleri Leonardo da Vinci ve Michelangelo nasıl ki Rönesans’la bütünleşmişse, o da maziyi hâle, hâli istikbale bağlayan bütün zamanlarla öylece bütünleşmiş, yankısı günümüze kadar gelmiştir.
Alman edebiyatının dünyaca tanınan en büyük şair ve yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe, 28 Ağustos 1749’da Frankfurt’ta dünyaya geldi. Babası Johann Caspar Goethe, bir hukukçuydu. Frankfurt Şehir Meclisi’nde imparatorluk müşaviriydi. Annesi ise belediye ve mahkeme reisinin kızı Catherina Elisabeth Textor’du. Goethe, annesiyle babasının tam bir sentezi gibiydi. Zira babasının hayata pozitif bakışından ve annesinin duygusallığından fazlasıyla etkilenmişti. Henüz çocukken, annesi ona “Binbir Gece Masalları” anlatmış, böylece şark (doğu) kültürünün o munis iklimi bilinçaltına yerleşmişti. Goethe; okumayı, araştırmayı ve yeni şeyler öğrenmeyi (Buna bir keşif yolculuğu da diyebiliriz.) çok severdi. Onun ayrıca, babasının her geçen gün daha da geliştirdiği ve zenginleştirdiği çok geniş bir kütüphanesi vardı. Günlerinin büyük bir kısmını bu kütüphanede büyük bir iştahla okuyarak geçirirdi. Balık suda nasıl rahat ederse o da kütüphanesinde öyle rahat ederdi. Okuduğu her kitap onun ufkunu daha da genişletirdi.
Bilinçli bir ailenin çocuğu olan Goethe, çok iyi bir tahsil hayatı geçirmişti. Bu kapsamda hususi hocalardan Grekçe, Latince, İbrânîce, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğrenmiş; tarih, coğrafya, teoloji, tabiî ilimler, matematik ve resim dersleri almıştı. Tıp, anatomi, biyoloji, mineraloji, fizik; hatta morfoloji bile onun ilgi alanına girmişti. Bütün bunlar kendisine yetmemiş olmalı ki ayrıca müziğe ilgi duymuş, çello ve piyano dersleri de almıştı. Buna ilave olarak binicilik ve dans eğitimleri almayı da ihmal(!) etmemiştir. Heykelden mimariye, musikiden resme kadar güzel sanatların her dalında engin bilgisi ve tecrübesi vardı. Ressamdı, şairdi, mütercimdi, romancıydı, seyahat ve dram yazarıydı.
Wolfgang von Goethe, kendisi de hukukçu olan babasının telkin ve teşvikleriyle hukuk öğrenimi görmek için Leipzig’e gitmişti. Eğitim sırasında rahatsızlanmış, bu yüzden de evine geri dönmek zorunda kalmıştı. 1770’te eğitimini tamamlamak üzere Strasbourg Üniversitesi’ne girmişti. Söz konusu üniversiteden mezun olmuş, avukatlık belgesini almaya hak kazanmıştı. Strasbourg’dan hukuk doktoru unvanıyla Frankfurt’a dönmüştü.
Pek çok disiplinde engin bilgiye sahip (Hezârfen) olan Goethe; hem edebiyatçı (şair-yazar) hem ressam hem doğa bilimci hem de siyasetçiydi. Bir siyasetçi olarak 1776 yılından itibaren, Weimar Dükalığı’nın Bakanı olarak çeşitli idari ve siyasi görevlerde bulunmuştu.
Filozof Herder, Goethe’nin hayatında köklü değişikliklere vesile olmuştu.
Goethe, öğrencilik yıllarında ünlü hümanist yazar ve filozof Johann Gottfried Herder ile tanışmış, bu onun hayatında köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Filozof Herder, ona, Alman dilinde yazılacak klasiklerin bu dilin, özellikle Latinceye karşı korunmasında ve yücelmesinde büyük rol oynayacağını söylemişti. Bir anlamda onu, böyle bir eser yazmaya da teşvik etmişti. Bununla ilgili olarak da özellikle Kur’an-ı Kerim’i okumasını istemişti. Goethe, Herder’in tavsiyesiyle, 1734’te yayımlanmış olan George Sale’nin Kur’an çevirisini okumuştur. Sözlere âdeta ruh üfleyen ve onları kuş misali kanatlandıran Goethe’yle, Johann Gottfried Herder arasında etkileyici diyaloglar geçmiştir. Goethe, Herder’e “Öyle hikmetli ve güzel sözler kullanıyorsunuz ki kaynağını merak ediyorum.” demiş; Herder, Goethe’ye gülümseyerek “Bu sözlerin kaynağını gerçekten merak ediyor musunuz?” diye sormuş. Goethe, “Evet, beni size bağlayan, bu hikmetli sözlerin kaynağıdır.” deyince, Herder: “İşte benim hikmetli sözler kaynağım…” diyerek ona Arapça yazılı bir kitap göstermiştir. Herder, “Eğer Alman milletinin böyle bir kaynak kitabı olsaydı, kim bilir ne büyük edipler, şairler yetiştirir; başka dillerin tesirinde kalmazdı. Ayrıca birçoğumuz soyunu unutup yolunu şaşırmazdı.” diyerek Kur’an’ın hayat ve edebiyat için ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Herder, bu etkileyici kitabı Kant’ın sohbetlerine devam ederken tanıdığını, eğer büyük bir şair ve edebiyatçı olmak istiyorsa bu kitabı okumasını ona tavsiye eder. Herder’in sözünü ettiği kitap “Kur’an-ı Kerim”dir. Goethe, Wetzlar’da hukuk stajı yaparken Herder’e yazdığı mektupta en büyük arzusunu söyler: “Musa’nın dua ettiği gibi dua etmek istiyorum.” Bilindiği gibi Hz. Musa, büyük bir samimiyetle Allah’a şöyle dua etmişti: “Genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını. Ta ki anlasınlar sözümü!..” (Tâhâ, 20/25-28)
Goethe’nin ömrü hep bir arayış ve öğrenme arzusu içinde geçmiştir. Hiçbir zaman iki günü bir olmamıştır. Sürekli yenilenmiş, bilgisi arttıkça huzursuzluğu da artmıştır. Hayata daima pozitif bir bakış açısıyla bakmış ve ona bir şeyler katmanın gayreti içerisinde olmuştur.
Goethe, hayata geniş bir pencereden gönül gözüyle bakan bir entelektüeldi.
Alman filozof Karl Marx’ın dediği gibi “Goethe, yalnızca en büyük Alman şairi değildi, aynı zamanda en büyük Almandı.” Yine Franz Kafka haklı olarak onun için “Goethe’nin eserleri o kadar ileri ki, Alman dili hâlâ ona yetişmeye çalışıyor.” demiştir.
İnsani ve vicdani ölçülere göre düşünen Goethe, insanı merkeze alan bir medeniyet tasavvurundan yanaydı. Çünkü insan, yaratılışın tam merkezinde yer alıyordu. Her şey insana göre ve insan içindi. O, sadece Grek ve Latin edebiyatına değil, bilakis Çin’den Hindistan’a, İran’dan Arabistan’a ve bugünkü Avrasya’dan Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu coğrafyadaki bütün kültürlere, dinlere ve edebiyatlara samimi bir merak duyuyordu.
Yaşadığı müddetçe âdeta söylenmedik bir söz bırakmayan Goethe’nin şiir, oyun (tiyatro), roman, günlük ve hatıra türlerinde birçok eseri bulunmaktadır. Bu eserleri türlerine göre şöyle tasnif edebiliriz: Şiir: “Balladlar, Şiirler, Toplum Türküleri, Annette’in Kitabı, Tatlı Ksenia’lar, Batı Doğu Divanı, Sevgi Üçlemesi”; Oyun: “Faust, Götz von Berlichingen, Clavio, Egmont, İphigenie Tauris’te, Torquato Tasso, Aşığın Kaprisi, Stella, Pandora, Kardeşler, Prometheus, İlettiğimiz Şey, Muhammed, Suç Ortakları, Akhilleus, Halk Generali, Elpenor, Duygululuğun Zaferi”; Roman: “Genç Werther’in Acıları, Wilhelm Meister’in Tiyatroculuğu, Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları, Wilhelm Meister’in Yolculuk Yılları, Ruh Yakınlıkları”; Günlük ve Anıları: “Günlük, İsviçre Mektupları, İtalya Yolculuğu, Fransa Seferi, Mainz Kuşatması, Kendi Hayatımdan Şiir ve Gerçek, Yıllık”… vb.
Bütün eserleri bir yana “Faust”, Goethe’nin en çok bilinen ve okunan kitabıdır. Bir edebiyat klasiği olan Faust, Goethe’nin velût kaleminden çıkan harikulade bir eserdir. Goethe, ilk kez 1770-1771 yıllarında Faust’un yazımıyla ilgilenmeye başlamıştır. İlk Faust (Urfaust) diye adlandırılan Faust’un birinci bölümünü 1806’da yayımlamıştır. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra da (hayatının son yıllarında) Faust’un ikinci ve son bölümünü yazmıştır. Bu son kısım ancak Goethe’nin ölümünden sonra basılabilmiştir. Bu da gösteriyor ki bir dünya klasiği olan Faust tek seferde değil, altmış yıl gibi uzun bir zamana yayılarak yazılmıştır. Goethe, bu eserini gerçekte bir Alman halk hikâyesinden esinlenerek kaleme almıştır. O, hayatı boyunca aklını kurcalayan sorulara bu büyük dramatik ve şiirsel eserinde yer vermiştir. Goethe’nin Faust’unda, büyülü güçler elde etmek ve bilinmeyenleri öğrenmek için ruhunu Mephistopheles adındaki şeytana satan gezgin hokkabazın öyküsü anlatılır.
Goethe, İslam dinine ve Müslümanlara sevgi ve saygıyla yaklaşan bir insandı.
Avrupa’daki İslam karşıtlığı ve Türk düşmanlığı sanıldığından daha eskidir. Batı, hemen her dönemde İslam dinine ve onun değer(li)lerine ön yargıyla bakmıştır. Mevcut durum bu iken Johann Wolfgang von Goethe adında evrensel düşünceli bir mütefekkir dünyaya gelerek bu yanlış gidişe son vermiştir. Şark’a ve İslam dünyasına yoğun ve samimi ilgisi, sevgisi ve hayranlığıyla tanınan Goethe; peşin hükümlerden sıyrılarak, başta son hak din olan İslamiyet olmak üzere bütün dinlere, kültür ve medeniyetlere nesnel bir bakış açısıyla bakmıştır. Hatta bu bakış açısı, zaman içerisinde İslam hayranlığına dönüşmüştür.
Goethe, Avrupa devletlerinin çoğunda görülen, âdeta bir furya hâline dönüşen İslam düşmanlığından çok uzaktı. Onların aksine İslam medeniyetine, eşsiz güzellikler barındıran İslam sanatına yakın duruyor, İslam düşüncesine sıcak bakıyordu. “Doğu Batı Divanı” adlı eserinde ayet ve hadisleri ele alarak onları açıklamaya çalışıyordu. Aynı Goethe, “Doğu Batı Divanı”nda, kendisinin Müslüman olduğu yönündeki söylentiyi de reddetmemekteydi.
Goethe; İslam dinine, kültürüne ve klasik İslam şairlerine büyük bir ilgi duymuştur. Onun Türk ve İslam kültürüne, düşünürlerine, Türk ve İslam şairlerine ve devlet adamlarına dair söyledikleri bizim için çok değerlidir. Goethe’nin bu çerçevede başta Hafız, Şeyh Sadi, Firdevsî, Enverî, Nizâmî, Mevlânâ, Molla Cami, Yavuz Sultan Selim, Ebussuûd, Seydi Ali, Nişancı Mustafa Çelebi (Nişânî), Muhammed Lâlezârî, Fıtnat Hanım, Timur, Nasreddin Hoca gibi İslam âleminin seçkin şair, düşünür, devlet adamı ve nüktedanları hakkındaki düşünceleri çok önemlidir. Bu şahsiyetlerle ilgili müspet yorumları, onu İslam âleminde değerli kılmıştır.
İslam’a büyük bir sempati duyan Goethe, İranlı büyük şair Hâfız-ı Şîrâzî (Hâce Şemseddin Muhammed)’nin hayranıydı. Öyle ki “Hafız benim kardeşimdir.” diyecek kadar. Onun tarihçi Hammer tarafından Almancaya çevrilen Divan’ını seyahatlerinde bile yanından ayırmadan, gece gündüz demeden, ezberlercesine okurdu. Okuduklarından fevkalâde etkilenerek ona büyük saygı duyardı. Doğu kültür ve medeniyetine onun sihirli penceresinden bakardı. Goethe, Batı-Doğu Divanı’nı Hâfız’ın ikliminde onun Divan’ının tesiriyle yazılmıştır.
Goethe’nin Kur’an-ı Kerim’le ilk teması ve onun kıymet hükümlerine olan saygısı.
Goethe’nin, Kur’an-ı Kerim’le ilk teması Weimarlı askerlerle bağlantılıdır. Bu askerler, İspanya seferinden döndüklerinde yanlarında el yazması bir Kur’an sayfası getirmişlerdi. Kur’an’ın 114. sûresi (Nâs) olan bu yazma, belli bir zaman sonra Goethe’nin de eline geçmiştir. Bu yazma sayfayla karşılaşan Goethe; çok heyecanlanmış, söz konusu sayfayı benzetmeye çalışarak bir de kendi el yazısıyla yazmıştır. Yazma sayfadaki ayetin ne anlama geldiğini çok merak eden Goethe, onu Jena Üniversitesi Şarkiyat profesörü Georg Wilhelm Lorsbach’a gönderip tercüme ettirmiştir. Ayette, “De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlah’ına sığınırım.” şeklinde ifade edilen manadan çok etkilenmiştir.
Filozof Herder’in tavsiyesiyle George Sale’nin Kur’an çevirisini okuyan Goethe’nin Müslümanların kutsal kitabına olan ilgisi ve sevgisi artarak devam etmiştir. O, 1772’de İslamiyet aleyhtarı bir ön sözle yayımlanan Rahip Friedrich David Megerlin’in Kur’an çevirisi hakkında bir eleştiri yazısı kaleme almıştır. Zira Megerlin, yaptığı Kur’an çevirisinin mukaddimesinde iyice küstahlaşarak İslam Peygamberinin (Hz. Muhammed (sav)’in) yalancı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine öfkelenen Goethe, “Frankfurter Gelehrten Anzeige” dergisinde yayımladığı yazısında; Megerlin’in çevirisinin başarısız olduğunu, Kur’an’ın, yazılanlarla kıyaslanamayacak derecede yüce fikirler taşıdığını belirtmiştir.
Johann Wolfgang von Goethe’nin İslam’a ve onun kıymet hükümlerine duyduğu muhabbeti enine boyuna öğrenmek isteyenler Katharina Mommsen’in “Goethe und der Islam” (Insel Verlag, Frankfurt, 2001) adlı eserine bakmaları gerekir. Senail Özkan’ın “Goethe ve İslam” (Ötüken Yayınları, İstanbul, Kasım 2012) adıyla dilimize kazandırdığı bu değerli kitap, Goethe hakkında yazılan bir şaheser niteliği taşımaktadır. Ömrünü bu kıymetli eseri yazmaya adayan Katharina Mommsen, Goethe’nin İslam’a ilgisini şöyle açıklamaktadır:
“Herder vasıtasıyla Goethe, çok erkenden, muhtemelen daha Strasbourg’da 1770/1771 kışında Kur’an okumaları için teşvik edilmişti. Çok geçmeden Hz. Muhammed Peygamber’e ve İslam’a alışılmışsın ötesinde bir içtenlikle katıldığına dair belgelere rastlıyoruz. Genç Goethe, daha o zamanlar Müslümanların kitabına karşı yoğun bir alaka duyuyordu. Esaslı bir şekilde İslam’ı tetkik etmek, genel olarak o zamanlar dinî tolerans ve peşin hükümlerden uzak düşünmeye önem veren entelektüel gençliğin arzuladığı şeydi… Goethe, Doğu Batı Divanı’nın notlar ve araştırmalar kısmının ‘Muhammed’ bölümünde, Kuran’ın üslup güzelliğini şu sözlerle över: ‘Kuran’ın üslubu kati, müthiş, yer yer gerçekten ulvidir.’ Her şeyden evvel Kur’an, Goethe’ye dinî alakalarından dolayı çok çekici gelmiştir. İslam dininin asıl esasları, Kur’an bildirdiği üzere, onun kendi dinî ve felsefi kanaatleriyle bağdaşıyordu. Bu esaslar şunlardı: Tevhit inancı, Allah’ın tabiatta tecelli ettiği ve vahiy yoluyla farklı peygamberlerin insanlığa dini tebliğ ettiği, mucizeyi reddetmek ve imanın hayır işlerinin gerçekleştirilmesinde müessir olduğu…”
İslam’ın başta Almanya olmak üzere, Avrupa kıtasında tanınmasında ve yayılmasında Goethe’nin çok büyük tesiri olmuştur. Bu gerçeği, İrlandalı Nobel ödüllü yazar George Bernard Shaw, şöyle dile getirir: “19. asırda Carlyle (Karlayl), Goethe (Göte), Gibbon gibi insaflı ve namuslu mütefekkirler, Hazreti Muhammed’in dinindeki yüksek kıymeti sezmişler ve bu suretle Avrupa’nın, İslamiyet’e karşı davranışında bir değişme olmuştur. Daha şimdiden milletime ve diğer Avrupa milletlerine mensup birçok kimseler (Hz.) Muhammed (sav)’in dinine girmiş bulunuyorlar. Avrupa’nın İslamlaşmaya başlamış olduğunu söyleyebilirim.”
Goethe’nin Hz. Muhammed (sav)’e duyduğu büyük saygı ve derin muhabbet
Goethe, son peygamber (İslam dininin peygamberi) Hz. Muhammed (sav)’e gençlik yıllarında ilgi duymaya başlamış; bu, ömrünün sonuna kadar artarak devam etmiştir. Kur’an’la yakından ilgilendiği bu yıllarda Hz. Muhammed (sav) hakkında bulabildiği bütün eserleri okumuştur. Daha sonra da “Mahomet” adlı bir tiyatro eseri hazırlığına girişmiş, yazdığı metni “Mahomets Gesang” (Muhammed Terennümü) adıyla “Göttinger Musealmanac” dergisinde yayımlamıştır. Bütün Avrupa’nın, İslamiyet ve Hz. Muhammed aleyhinde olduğu bir dönemde Peygamberimizi öven ve ona hayranlık duyduğunu ifade eden bir şiir yazması, onun İslam sempatisini gösterir. Goethe, (Sadi Irmak çevirisiyle) şiirinde Peygamberimizi şöyle anlatıyor:
“Sevinç sevinç berrak / Ve yıldız yıldız parlak / Bir dağ pınarı / Üstünde beyaz bulutların / Ve kuytusunda bir yeşil yamacın / Aziz ruhlar sallamış beşiğini / Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara / Raks eder gibi iner mermer kayalara / Haykırır sevincini semalara / Dağ geçitlerinde / Önüne katar renk renk çakılları / Ve bağrına basar kardeş pınarları / Çiçeklenir ayak bastığı yerler / Ve nefesiyle yeşerir çimenler / Yoldaşı olur şimdi ırmaklar / Ovaları doldurur gümüş ışıklar / Bir ses yükselir pınarlardan // ‘Kardeş ayırma bizi koynundan, / Bekliyor Yaratan. / Yoksa bizi çölün kumları yutacak / Güneş kanımızı kurutacak / Kardeş, / Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarını / Hepimizi alıp koynuna / Eriştir bizi yüce Rabbına / Ezelî Deryâ’nın yanına.’ / Peki, der, dağ pınarı / Kendinde toplar bütün pınarları / Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları / Ülkeler açılır uğradığı yerlerde / Yeni şehirler doğar ayaklarının altında… / Kulelerin alev zirvelerini / Ve haşmetli mermer saraylarını / Bırakıp arkasında / Yürür mukadder yolunda / Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak / İhtişamının şahitleri / Evlâtlarını Rabbine ulaştırarak / Karışır İlâhî ummana coşarak!”
Alman edebiyatı dendiğinde akla ilk gelen isim olan Goethe’nin pek çok dile çevrilen eserleri nesilden nesile aktarılmış, hem çağdaşlarını hem de kendisinden sonra gelenleri etkilemiş, dünya edebiyatında büyük izler bırakmıştır. Ünlü öykücü Franz Kafka’nın da dediği gibi “Goethe, hayat üzerine söylenebilecek hemen her şeyi söyleyip gitmiştir.” 83 yıllık yaşamında hayata dair onlarca eser yazan Goethe, 22 Mart 1832’de “Daha fazla ışık” diyerek vefat etmiştir. Ölümünden sonra geride tertemiz bir isim ve güzel hatıralar bırakmıştır.