Nasıl BirEğitim!
Eğitim konusu, günümüzde hâlen küresel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerde de en önemli sorun eğitilmiş insan gücü sorunudur. Eğitilmiş insan gücünün niteliği, verilen eğitimin kalitesine bağlıdır. Bu doğrultuda yetişen insan gücü ise, her alandaki kalkınmanın temelini oluştururlar. Ekonomist Lester Tharouw: “Bir ülkenin geleceği, beyin gücüne dayanan endüstriye başarılı bir geçiş yapıyor olup olmadığına bağlıdır. Bu durum, yeni sermaye oluşumunu yaratacak yenilikçi girişimciler oluşturur.” demektedir.
Günümüzde Almanya, Japonya ve Çin’i diğer ülkelerden ayıran husus, bu ülkelerin eğitime, insanlarını birlikte tutmaya ve teknolojiye verdiği önemdir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, yenilikçi teknolojileri kendileri üretebildikleri ölçüde gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşacaklar ya da onları geçebileceklerdir. Bu husus ülkemizin eğitimdeki kaliteye ne kadar değer vereceğiyle ilgilidir.
OECD ülkelerinin düzenlediği PİSA eğitim yarışmalarında fen ve matematik gibi temel bilimlerde Türkiye, 45-50. sıralardadır. Hâlbuki gelişmiş ülkeler ilk 15 içinde yer almaktadır. İlk on beş içinde Asya’dan; Çin, Singapur, Güney Kore ülkeleri de bulunurken hiçbir Afrika ülkesi ve İslam ülkesi değerlendirmenin üst sıralarında yoktur. Amerika Birleşik Devletleri’ni bu sıralamanın dışında tutmak gerekir. ABD’de de eğitim kalitesi düşük olmasına rağmen, beyin göçü sayesinde, teknolojiyi üreten konumunda olması hasebiyle ön sıralardadır.
Geleceğin Fiziği kitabının yazarı ünlü bilim adamı Michio Kaku: “2100 yılına geldiğimizde belki de nesneleri zihnimizin gücüyle hareket ettireceğiz. Yaşlanmayı yavaşlatabileceğiz. İğne büyüklüğünde uzay gemileri oluşturacağız. Duygusal robotlar ve yeni yaşam formlarını oluşturabileceğiz.” demektedir. Kaku, devamında “Gençlerimizi geleceğin iş piyasasına nasıl hazırlayacağız? İnsanlarda genetik mühendisliği ne kadar zorlamalıyız? Çürüyen ve işlevsiz kalmış bir eğitim sistemiyle bunları başarabilir miyiz?” sorularıyla geleceğin inşasında eğitimin rolünü anlatmıştır. Çok doğaldır ki eğitimin iyileşmesi, kalitenin artması ve nitelikli gençlerin yetiştirilmesi birçok faktöre bağlı olmasına rağmen, eğitimin ana unsuru olan kaliteli öğretmenlere bağlıdır.
PİSA sınavlarında, basitten zora doğru altı kategoride sorular sorulmaktadır. Ülkemiz öğrencileri, kolay olan sorularda çok yüksek başarı elde etmektedirler. Çünkü bu sorular ezbere dayalı sorulardır. Hâlbuki dört, beş ve altıncı kategoriler bilgiyi kullanmaya, başka bir ifadeyle bilgiyi değerlendirerek işlemeye, başka alanlara uygulamaya yani düşünmeye, üreticiliğe, yaratıcılığa dayanmaktadır. Bu sorularda Türkiye çok az doğru cevap bulabilmektedir. Bu durum, Türkiye’nin eğitim sisteminin bilgiyi aktarmaya ve ezberletmeye dayandığını göstermektedir. Öğrenciler, edindikleri bilgileri başka alanlara transfer etmekte, işlemekte zorlanmakta; bu işlemi yapamamaktadırlar. Türkiye’deki eğitim yöneticilerinin ve eğitimcilerin, bu konu üzerinde hassasiyetle durup, gelecekte ülkemizin kalkınmasına katkı sağlayacak gençlerin üretici bir beyne sahip olmaları için ders işleme tekniklerini ve müfredatı bu yönde revize etmek üzerinde acilen çalışması gerekmektedir. Ayrıca bu konuda en önemli yapı taşı olan ve derslerin yürütücüsü olan öğretmenlerin bu anlayışla üniversitede yetiştirilmesi gerekir. Zira öğretmen yetiştirme konusunda ülkemiz tecrübelidir. Ancak; görünen bir gerçek var ki 1980 İhtilali sonrasında öğretmen yetiştirme rolü, üniversitelerde Eğitim Fakültelerine verilmekle, eğitimde birlik sağlanmış olmasına rağmen, öğretmen yetiştirme kalitesinde, sorgulayan ve üreten beyinleri oluşturma hususunda müfredatlarımız, üniversitelerimiz gerekli başarıyı sağlayamamışlardır.
“Nasıl Bir Eğitim!”1 adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, eserinin büyük bölümünde yukarıda anlatılan öğretmen kalitesi hususunda can alıcı bir noktaya parmak basmaktadır. Kaliteli bir öğretmenin öncelikle mesleki bilgisinin yani pedagoji bilgisinin (çocuk psikolojisi, grup sosyolojisi, ölçme değerlendirme, bilgi kazandırma yöntemleri, beynin çalışma biçimi) mükemmel olması gerektiği önemle vurgulanmaktadır. Bu itibarla, Eğitim Fakültelerinde öğretmen adayları için bu derslerin ve pek tabi Türkçe dersinin baraj dersi olarak öngörülmesi gerekmektedir.
Her ne kadar sorgulayan, düşünen, araştıran beyinler oluşturmak ekonomik alanda geleceğimizin garantisi gibi görünüyor olsa da yetişen gençlerimizin milletine bağlılığını ve vatan sevgisini de sorgulamak zorundayız. Bu anlamda eğitimde yaratılış gayesine uygun anlayışa sahip, şuurlu, kişilik ve karakter sahibi insanlar yetiştirmek, eğitimin işlevinin temelini oluşturmalıdır. Günümüzde millî, manevi ve evrensel değerlerin öğrencilere kazandırılamadığı, sınav odaklı amaçsız bir eğitim sürecinin devam ettiği bir gerçektir. Bu husus ülkemiz için beka meselesi olmalıdır. Buradan hareketle, çocuğun beyin gelişimiyle birlikte; millî, manevi değerleri benimsemesi, vatan ve millet aşkıyla bezenmesi öncelikle ailede başlar. Öğrenciyi olumsuz etkileyen dış faktörlerin en aza indirilmesi aileye bağlıdır. Ancak herkesçe malumdur ki anne babalar da çocuğu nasıl eğiteceklerini bilememektedirler. Ailenin de eğitime katılması, okulla birlikte eğitimin çift kanatlı olmasını sağlayacaktır. Bu itibarla eğitim yöneticilerinin ve eğitimcilerin, anne babaları pedagojik yönden nasıl eğitecekleri hususu, önemli bir eğitim sorunu olarak karşımızda durmaktadır.
“Nasıl Bir Eğitim!” adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, kitabında eğitim kademelerinden bahsederken yeni bir bakış açısı getirmektedir. Eğitim kademelerinde birinci kademenin “aile eğitimi“ olduğunu belirtmektedir. Eğitim doğumla başlar ve ölünceye kadar devam eder; eğitim beşikten mezara kadar farzdır.
Ülkemizde eğitim alanında birçok sorunun olduğu bir gerçektir. Eğitimdeki ilk ve ana sorun, Osmanlının son dönemlerinden başlayarak Cumhuriyet yıllarında da sürdürülen yabancı hayranlığı ve taklitçi eğitim sistemleridir. Özgün düşünmek, kendi koşullarımıza uygun bir sistem kurmak yerine, döneme bağlı olarak hayranlık duyduğumuz ülkelerin eğitim-öğretim anlayış ve uygulamalarını birebir ülkemize transfer etmek kolaycılığına kaçıldığı açıktır. Bu yaklaşım, bilinmeyen bir gıdayla beslenmek kadar tehlikeli ve risklidir. Bu noktada gözden kaçan husus şudur: Her kültür özneldir; bir başka ifadeyle inanç ve kültür değerleri, yaşanılan coğrafya, ülkelerin gereksinimleri ve dünyaya bakışları farklıdır. Eğitim, farklılıklar üzerine kuruludur ve bu farklılıkları geliştirip ortaklaştırma çabasındadır. Bu demektir ki kendimize özgü yepyeni ama değişime açık bir sistem kurmak zorundayız.
Eğitim sistemimizdeki ikinci bir sorun da eğitimin ruh, felsefe, hedef ve beklentilerini içeren zihniyet meselesidir. Cumhuriyet döneminden günümüze kadar uzanan süreçte, eğitim-öğretim alanında yapılan uygulama ve değişiklikler göz önüne alınarak, beklenen sonucun yakalanamadığı söylenebilir. Bunca gayret ve uygulamaya ve hatta sık sık yapılan değişikliklere karşın, istenen sonuca ulaşılamamış olması, temel bir değişkene işaret etmektedir. Bu değişken, eğitim-öğretim alanının temelinde yatan zihniyet değişikliğidir. Öyle anlaşılmaktadır ki bugüne kadar eğitim-öğretim alanında pek çok şey değişmiş ama zihniyet aynı kalmıştır. O hâlde, gerçek bir değişim ve dönüşüm için temel belirleyici olan zihniyet değişimine el atma vakti gelmiştir. Vaktiyle o dönemin şartlarına göre belirlenen zihniyetin artık güncellenmesi zaten kaçınılmazdır. Aksi takdirde, eğitim-öğretim çıkmaza girdiği gibi, toplumun değişim ve dönüşümü de çağın gerisine düşmüş olacaktır! Yeni bir zihniyet arayışı; geçmiş tecrübeler, çağın gerekleri ve geleceğin beklentileri ile uyumlu olmak zorundadır. Daha açık ifade edecek olursak, kendi köklerimize bağlı ve çağın ruhuyla uyumlu bir gelecek tasavvurunu yakalamak, artık bizler için birer yurttaşlık borcudur. Eğitimin bütün bileşenleri ışığında yeni bir zihniyet tanımını ortaya koymak ve buna uygun eğitim-öğretim uygulamalarını hayata geçirmek, birçok değişim ve dönüşümün önünü açacaktır.
Eğitim alanındaki diğer bir sorun da eğitime parçalı olarak bakmak ve eğitim kademelerini parçalar şeklinde değerlendirmektir. Eğitimin karakteristik niteliklerinden olan tedrici bir anlayış yerine her kademedeki eğitim-öğretim uygulamalarını bütüncüllükten yoksun bir biçimde ele almak, neredeyse ömür boyu süregiden eğitim etkinlikleri arasında kopukluklara yol açmakta ve bütünsel bir hedefe yürümeyi engellemektedir. Bu noktada yapılması gereken iş, eğitimin tüm kademelerini (aile, okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, lisansüstü, halk eğitimi, yaygın eğitim, meslek eğitimi, hizmet içi eğitimler vb.) hep birlikte ele almak, aralarındaki bağlantıları güçlü kılmaktır.
Eğitim sistemimizde yaşanan diğer çok önemli bir sorun da sınav odaklı eğitim-öğretim anlayışıdır. Bu anlayışta temel etken, sınav başarısıdır. Bu etkene bağlı olarak çocuklar, okullarda ve özel kurslarda hayata değil, sınavlara hazırlanmaktadır. Temel amaç konuyu bilmek değil, soruyu bilmektir. Test sisteminin getirdiği dayatmayla konular değil, cevaplar öğrenilir ve ezberlenen bilgiler, işi bitince unutulur. Hayattan kopuk bu sistemde sınavlar, öğrenci ve velilerin -doğal olarak da öğretmenler ve yöneticilerin- yegâne başarı ölçütleridir. Akademik kuru bilgilerin ezberlenmesine dayalı bu sınav sistemi, aynı zamanda çocukların ve velilerin ortak kâbusudur. Ülkemizin bir an önce sınav odaklı bu ezberci sistematikten kurtarılıp, okulun zevkli ve eğlenceli örtük bir öğrenme yerine dönüştürülmesi gerekir.
Sonuç olarak “Nasıl Bir Eğitim!” adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Ertuğrul Yaman’ın kitabının neredeyse tümünde ortaya konulan arayış, çığlık ve çözüm önerilerine kulak verilerek, eğitim alanında yaşanan sorunların bir an önce çözülmesi ve kalıcı bir sistemin üretilmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü eğitim her alanı kapsar ve herkes eğitimden sorumludur. Bu hususta ilk adım olarak eğitimin paydaşları kabul edilen MEB, YÖK, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Diyanet, Medya vb. kurumlar, bir an önce ortaklaşa bir sistem çalışması başlatmalıdır!
Dipnot:
Yaman, Ertuğrul, Nasıl Bir Eğitim!, Anadolu Ay Yayınları, Ankara, 2022