Ölülerin Heykelleri Türbeler
Özbekistan Cumhuriyeti, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’dan kalan çok sayıda esere ev sahipliği yapmaktadır. Bu topraklarda 8. yüzyılda başlayan, İslam döneminde farklı devletlerce inşa edilen çok sayıda yapı, onarımlarla varlığını sürdürmektedir. Hadis kaynaklarından Buhârî ve Müslim’in yazarlarının bu topraklarla olan bağı, bölgeyi İslam kültürü açısından farklı bir noktaya taşımaktadır. İslam îtikâdî mezheplerinden Mâtürîdîliğin bu topraklarda ortaya çıkması ve nihayet mezhep imamının türbesinin burada bulunması, az önce ifade edilen önemi daha da artıran etkenlerdendir.
İmam Mâtürîdî Türbesi
Sovyet Sosyalist dönemde, İmam Mâtürîdî’nin kabrinin de bulunduğu mezarlık, devlet tarafından Yahudilerin iskânına açılmış ve Yahudi mahallesi yapılmıştır. Daha önce Müslümanlar, mezarlık diye bu alana yerleşim kurmamışlardı. Özellikle Sovyetlerin dinlere karşı şiddetli bir tavır içinde olduğu dönemde devlet, kabirlerin yıkılmasına göz yummuş, Yahudiler evlerini genişletmişler ve çevreyi mülklerine ilhak etmişilerdir.1
Türk kültür tarihinin en önemli şehirlerinden birinde, bu kültürün sembol isimlerinden bazı şahsiyetlerin mezarlarının da içinde bulunduğu mezarlıkların yok edilmesi, tam anlamıyla kültürel bir soykırımdır. Bu durum aslında Rusların gerçekten ne yaptıklarını çok iyi bildiklerini göstermektedir. Zira bir dönem kültürünü yaşatacak şeylerin başında, o kültürle ilgili mimari yapılar ve mekânlar gelmektedir.
2000’li yıllara gelindiğinde önce Türkiye’den giden bazı iş adamları, Yahudi bir aileden evini satın alırlar ve İmam Mâtürîdî’nin mezarını ortaya çıkarırlar. Özbekistan devleti, büyük hadis âlimi İmam Buhârî’nin türbesini 1998 yılında inşa etmiştir. Aynı şekilde 2000 yılında, Mâtürîdî’nin türbesi inşa edilmiştir. Kaynaklarda geçen Mâtürîdî’nin mezar taşı günümüze maalesef gelememiştir.2 Burada dikkat çekmek istediğimiz bir konu, kaybolan din ve devlet büyüklerinin kabirlerinin zamanla ortaya çıkarılması meselesidir.
Bölgenin yetiştirdiği iki büyük İmam’ın, İmam Buhârî ve İmam Mâtürîdî’nin türbeleri, mimari anlamda benzerlikler göstermektedir. Aralarındaki farkları; birinde dış cephede yoğun yazı süslemelerine karşın diğerinde yazının bulunmayışı ve birinde dört yönde sivri kemerli açıklıklı baldaken duruşa karşın diğerinde kapı açıklığı dışında cephelerin sağır tutulmasıdır.
İnternette yer alan videolarda, İmam Mâtürîdî Türbesi’nde görevli şahsın, türbeyi tanıtırken verdiği bilgiler önemli bir halk inancını göstermektedir. Buna göre halk, türbenin birkaç kilometre civarında defnedilenlere şefaat edileceğine inanmaktadır. Her ne kadar dinî anlamda doğrudan bir karşılığı olmasa da halkın bu inancı, iyilere duyulan sevginin, iyilerle (Sâlihler) birlikte olmanın bir erdem olduğu anlayışı bakımından önemlidir. Nitekim türbedeki sandukanın çevresine, eski tarihli çok sayıda mezar taşı sıralanmıştır. Aynı mezarın üzerindeki çok sayıda şahide, sembolik olarak bu birlikteliğin nişanesidir.
Heykeller ve Türbeler
Emevîler döneminde İstanbul’u fethe gelen İslam ordusundaki sahabi Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin mezarının yeri zamanla unutulmuş ve kaybolmuştur. Fatih, İstanbul’u fethi sonrasında,3 hocası Akşemseddin’den bu kabrin yerini bulmasını istemiştir. Nihayet Akşemseddin de keşif yoluyla kabrin yerini bulmuştur. “Fetih 1453” filminde, ilk dakikalarda Medine Pazarı’ndan görüntüler sonrasında, beyazlar içinde İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisi okuyan kişi Ebû Eyyûb el-Ensârî’dir.4 Fethin gecikmesi dolayısıyla Fatih, Akşemseddin’i çağırıp istişare eder. O da istiharesinde, Ebû Eyyûb’ün, rüyasında kendisine mezarının yerini söylediğini ve bunu Fatih’e iletmesini istediğini söyler.5
Fatih ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrinin bulunmasındaki durum, 21. yüzyılda da tekerrür etmektedir. Nitekim 2000’li yıllarda, yukarıda zikredilen Ebû Mansûr Mâtürîdî’nin kabrinin bulunmasında benzer bir durum yaşanmıştır. Biraz Anadolu’dan gidenler, biraz Özbekistan devletinin gayreti ile önce mezarın yeri tespit edilmiş, sonra günümüzdeki mevcut türbe inşa edilmiştir.
Net olarak ifade etmek gerekirse, tarihî şahsiyetlerin heykellerini yapmaktan kaçınan kültür coğrafyamız, bunun yerine tarihî süreç içinde meşrulaşan türbe inşa etme yoluna gitmektedir. Aslında doğru olanı da yapıyorlar. Sadece tarihe kısa bir not düşmemiz gerekmektedir. Erken İslam döneminde bugün anladığımız şekliye bir türbe yapımının görebileceği tepki, az çok İslam tarihi okuyan herkesin malumudur. Bu yüzden Abbasiler döneminin ikinci yüzyılına kadar türbe yapımından kaçınılmıştır. Türklerin de olaya dâhil olmasıyla türbe mimarisinde nitelik ve nicelik bakımından bir gelişme olmuştur.
Heykel Kültürü
Şimdilerde biraz tarihsel bilgiler biraz da keşif keramet yoluyla tarihî şahsiyetlerimizin mezarlarını buluyor ve türbelerini inşa ediyoruz. Hatta bazı tarihî şahsiyetlerin son dönem Osmanlıda başlayan ve tepki ile karşılanan heykellerinin dikilmesine gösterilen şiddet yumuşamış, Cumhuriyet döneminde, özellikle son zamanlarda çok sayıda devlet ve kültür büyüğünün heykeli dikilmiştir. Muş’ta Alparslan, Trabzon’da Yavuz ve Kanunî, Edirne’de Mimar Sinan, Ankara’da Mehmet Âkif Ersoy heykelleri bazen anıt adı altında da olsa insanlara rahatsızlık vermemektedir. İnsanımız, heykelle barışmıştır. Bu ifademizde herhangi bir gönderme bulunmamakta, sadece bir durum tespiti yapılmaktadır.
Devlet ve kültür tarihimizdeki şahsiyetlerin heykellerine gösterilen müsamahanın din büyüklerinin heykellerine gösterilmeyeceği açıktır. Belki de doğru olan budur. Zira geniş halk kitlelerinin nazarında dinî şahsiyetlere bakış farklıdır. Onlara duyulan sevgi ve saygının rengi başkadır. Orada birtakım zemin kaymaları yaşanabilecektir. Nitekim halkın irfanı bu durumu bugüne kadar sağlıklı bir şekilde taşımıştır. Bundan sonra aynı akl-ı selîmin sürmesi temennimizdir.
Türbe yapma geleneğini terk etsek de anıt mezar adı altında yeni bir yol açılmış görülmektedir. Yahya Kemal’in, nüfusumuzu sayarken sadece yeryüzündekini değil aynı zamanda yerin altındakileri de sayması esprisinde olduğu gibi, madem mezarlarımız bizim bu topraklara ait tapularımız, türbeleri de mezarların vakıfları olarak görmek hatalı olmayacaktır. Öyleyse günümüzde de türbesi yapılacak iyi insanlar bulunmalı. Toplum, bir şekilde bunları keşfetmelidir. Aksi hâlde, Fatih-Akşemseddin örneğinde olduğu gibi gelecek zamanlarda günümüzdeki bazı fanilerin türbeleri yapılmak icap ederse, sonraki kuşakları, mezarı neredeydi diye istihare, keşif, kerametle yormayalım.
İmam Mâtürîdî’yi rahmetle yâd ederken, mezarlarımıza sahip çıkmayı unutmayalım.
Dipnotlar:
- Azim Malikov, “The politics of memory in Samarkand in post-Soviet period”, Int. J. Mod. Anthrop. (2018) Vol: 2, Issue No: 11, s. 139.
- En-Nesefî, Tabsıra, I/358.
- https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-eyyub-el-ensari.
- Bu arada, özellikle “Yâ Rasûlullah” ifadesinin nerede geçtiğini hatırlayamayan Arapça hocalarına hatırlatalım, bu filmin ilk dakikalarında.
- Fetih 1453 filmi 120. dakikalarında.