Ömer Lütfi Mete: Çirkef Sinemasına Karşı Umut Sineması
Elbette Ömer Lütfi Mete, çok yönlü bir aydındı.
Ben, Sinemacı ve Senaryo Yazarı Ömer Lütfi Mete ile hayat kesişmelerimden bahsedeceğim.
Şüphe yok ki her insan, hayatının bir döneminde Ömer Lütfi Mete gibi bir Müslüman ile karşılaşmalı. Ne yolda ise gittiği yolu, Ömer Lütfi Mete’nin yürüyüşü ve duruşu ile terbiye etmeli, düzene çekmeli.
Hayata yeni başladığımız dönemlerdeydik. 12 Eylül sonrası karmaşası içindeydik. Bir yandan Basın Yayın Yüksek Okulu’nda üniversite okuyor, bir yandan da geçim derdi ve mesleki parlaklık için Babıali’de kendimize yer açmaya çalışıyorduk. Her yer kavi kapılarla, yüksek duvarla çevrilmişti ve hayat yolunda yürümek çok zordu.
Sinema meraklısı çiçeği burnunda bir genç olarak senaryolarım vardı. İddialı konulardı. Yeşilçam denilen o yüksek duvarlı alana Müslüman bir genç olarak girmeyi başaramamıştım. Kendimi, Türkiye Gazetesi Kültür Sanat Sayfası’nda haftada bir de olsa sinema yazıları ile teselli eder buldum. Yerli yabancı film eleştirilerini kendi görüşüme yakın bir gazetede yazarak, uzun yıllar Türk sinema çevresinde yönetmen, oyuncu röportajlarıyla sinema iştahımı doyurmaya çalıştım.
Ömer Lütfi Mete, o yıllarda Türkiye Gazetesi Spor Sayfası’nı yönetiyordu. Gazetenin satış rakamları birden yükselmiş, geniş kitlelere ulaşmanın bir gereği olarak spor haberlerinin ve kültür sanat haberlerinin sayfa hacimleri genişletilmişti. Spor sayfaları için iki sayfa yer ayrılıyordu. Henüz magazin de olsa kültür sanat haberlerinde, röportajlarında kadın resmi kullanılmadığı gibi spor sayfasında da futbolcuların şortlarının alt kısımları boyanarak basıldığı zamanlar… Diz altına kadar kısa futbolcu şortları resimlerde boyanırdı.
Aynı gazetede çalışmamıza rağmen servislerimiz ayrıydı. Bir yandan da fakülte, ayağımıza kelepçeydi.
Ömer Lütfi Mete ile yemekhanede, mescitte bazen de o zamanlar çoğu çayhane olan civar medreselerin çay ocaklarında karşılaşır ve uzun sohbetlerini can kulağı ile dinlerdim. Futboldan da anlardı, siyasetten de, şiirden de… Medreselerde Kur’an-ı Kerim hıfzı da yapmıştı. İslami konulardaki ilmî de yüksekti.
Tertemiz bir Müslüman, dosdoğru bir insan, gözbebeği bir ağabey, içten, güvenli, yiğit, mert, candan, fedakâr ve merhametli bir ağabey olarak herkesin gönlünde yerini alıyordu.
Riyakâr, hülleci, hileci, mürailer zaten yaklaşamazlardı yanına Ömer Lütfi Mete’nin. Böyle insanlarla aynı mekânlarda bulunmak bile istemezdi.
Sinemadan, televizyondan, senaryodan hiç konuşmadık o zamanlar. 1986 yılı. Belki senaryo yazarlığı aklında vardı o günlerde ama henüz bir şey yazmamıştı. Açardı yoksa o çay ocaklarındaki muhabbetlerde.
Gel zaman git zaman… Ömer Lütfi Mete’nin ilk senaryosu Küçük Sonsuz Yürek ile karşılaştık. Bu da bizim için sürpriz olmadı tabi. 1989 yılında Aile Bakanlığı’na yapılmış, dört bölüm bir dizi çalışmasıydı. Bu yapımlar TRT’de gösteriliyor; güzel ahlakı, aile dayanışmasını, aileye değerlerine taarruzları, çözümlerini gösteren dramalardı. Ne yazık ki TRT denetlemesinden bu dizi, dinî söylemleri dolayısıyla, laiklik ilkesine aykırı unsurlardan dolayı yayınlanmadı.
O günlerde gazeteler, ilave olarak fotoromanlar veriyordu. Sonraki yıllarda Türkiye Gazetesi için “Küçük Sonsuz Yürek” filminin 16mm pozitiflerini kare kare kesip fotoroman yaptığımızı, Ömer Lütfi Mete’nin de birkaç gece dizi senaryosunu fotoromana çevirmek için resim altı ve konuşma yazdığını hatırlıyorum.
Daha sonraki yıllarda TRT’nin denetlemesine fazla “dinî” sayıldığı için takılan Küçük Sonsuz Yürek filmi, 1996 yılında Türkiye Gazetesi Radyo Televizyonu’nda (TGRT) neredeyse 100 bölüm yayınlanan Bizim Ev dizisine dönüşecekti. Cüneyt Arkın’ın başrolünü oynadığı bu dizi, Müslüman bir kalemden, Müslüman bir aile çevresi içinde geçen temsilleriyle, karakterleriyle, kurgusu ve kıssadan hisse ibretlik incelikleriyle neredeyse benzeri yapılamamış bir iş olarak eşsiz yerini almıştır.
Ömer Lütfi Mete, senaryosunu yazdığı bu diziyle öykünmeci, kozmopolit, senaryo yazmaktan çok maymun mukallitliği yapan sinemacılara Müslüman insanının meseleler karşısındaki duruşunu; erimeden, çizgisinden ayrılmadan, ödün vermeden, İslami ilkelerden sapmadan modern insana, karakterler ve olaylar temsili yoluyla yollar göstermiştir. Ömer Lütfi Mete’nin çok iyi bildiği Kur’an-ı Kerim kıssaları, Peygamber kıssaları ve hadis ile menkıbe anlatı örnekleriyle, sinemada yeni bir form ortaya koymak yönünden de başarılı olmuştur.
Ömer Lütfi Mete’nin Bizim Ev dizisinde Müslümanca hikâye anlatma formu, daha sonra Deli Yürek, Ekmek Teknesi gibi Türk televizyon tarihinin önemli dizilerinde de kullandığı formlar olmuştur.
Hikâye anlatmakla, olumlu karakterler vasıtasıyla iyiliğe yöneltmek, kötüden ve kötülükten kaçınmak ilkesini gönüllere yerleştirmiştir…
Ömer Ağabey ile Türkiye Gazetesi’ndeki yolculuğumuz TGRT’de yine birleşti. TGRT kurulunca -hatta kurulmadan- sinema, senaryo uğraşları ile ilgisi olanlar üretim için kolları sıvadılar. TGRT ilk kurulduğunda neredeyse hariçten hiçbir içerik satın almayacak, bütün yayınlarını yeni anlayış, yepyeni bir yöneliş, o güne kadar hiçbir yerde görülmemiş Müslüman kimlik ve “temizlik” içinde yapma iddiasındaydı.
Genç Müslüman sinemacılar olarak bizim de düşüncemiz buydu elbet. İdealistik… İnanç, duygu ve fikriyatımızda kararlıydık.
TGRT için Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı iki televizyon filmi, diğer yapımların arasında duygusu, kurgusu, karakterleri, içerikleri ve konuşmaları bakımından hemen ayrıldı: Veysel Karanî ve Ahmet Bedevî…
Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı bir iki senaryoyu çekmek, daha sonraki zamanlarda bana da nasip oldu.
İlki bir televizyon filmiydi. Tepeden Bakınca yazmıştı adına. Sınıflar ve kültürler çatışması üzerine bir senaryoydu. Bir kuduz hadisesi üzerinden villada yaşayan kent soylu, seküler İstanbullu aile ile Anadolu’dan gelip gecekonduya yerleşmiş geleneksel ailenin çatışmasını anlatıyordu. Zengin ailenin bireyleri arasındaki ayrılıklara karşın Müslüman aile birbirine kenetlenmişti. Duvarlara dikkat çekiyordu ve bu sorunların iyi komşuluk ilişkileriyle halledilebileceğine inanıyordu.
Tepeden Bakınca’nın senaryosu ve konuşmalarını, neredeyse Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı şekliyle çektim. Sadece bir sahnesinde, Müslüman ailenin annesinin hazmedemediğim bir tepkisizliğini düzelttim. Seküler ailenin köpeği tarafından ısırıldığı için kuduz teşhisiyle müşahedede olan çocuğunu ziyarete gelen kadının sadece köpeğini sorması karşısında o kadına tokatla karşılık verdirttim. O köpek tarafından ısırıldığı için evladını kaybetmek tehlikesinde olan bir anneye, “Köpeğim nasıl?” diye sorulmasının cevabı kadına tokat olmalıydı ve öyle çektim. Müslüman anne, seküler kadına bir tokat atarak bitiyordu sahne.
Kurgudan sonra Ömer Ağabey ile birlikte seyretmek için oturduk. Tokat sahnesi, filmin sonuna yakın yerdeydi. Heyecanla, merakla, gözleri parlayarak seyretti, seyretti… Senaryosunun filmini sevmişti. Tecrit odası sahnesine geldiğimizde, tokat iner inmez, sahneyi bir daha seyretmek istedi.
“Gereksiz bir şiddet yapmışsın. Müslüman karakterin sabrını heba etmişsin. Yönetmen olarak kendini, ideolojini de filme koyarak haklılaştırmak istemişsin. Şikâyet ettiğimiz, yakındığımız karşı tarafın ideolojik bataklığına düşmüşsün. Oysa bu tokat olmasaydı, o kadının vicdanında bu sessizlik daha büyük cezaya dönüşürdü. Bu tokadı atmakla, köpeğini soran kadını mağdur vaziyete düşürdün şimdi.” dedi.
Filminin sonunu tatsız bir şekilde seyretti. Bu senaryo ile diskur vermek değildi niyeti. Karakterlerini, iyilikleri ve temizlikleriyle ortaya koyup seyredenin karar vermesini beklemekti.
Ömer Ağabey’in bu yaklaşımıyla kendini ve senaryolarını sözde ideolojik yaklaşımlardan nasıl koruduğunu da anlamıştım.
Yine bir zaman geçti.
Aşkımızda Ölüm Var diye bir dizi çıktı. Oktay Kaynarca, Çakır karakteri ile zirvedeyken Kurtlar Vadisi’nde rol icabı ölmüştü. Çok kalabalık ve gösterişli bir kadro ile kapı pencere kırma beklentisiyle Aşkımızda Ölüm Var’a başlamıştı. Gel gelelim dizi bir türlü kıvamını bulmamıştı. Debelenip duruyordu. Kurtlar Vadisi’nin, Deli Yürek’in senaristi Ömer Lütfi Mete’ye emanet etmişler, ustadan bir keramet bekliyorlar. Yönetmenin de değişmesi söz konusu olmuş. Bizim kalburüstü, ulusal kanallarda hiç tecrübemiz yok henüz. İkinci lig sayılan kanallarda (TGRT, Kanal 7) dar imkânlarla filmler çekiyoruz. Ömer Ağabey yönetmen olarak beni öneriyor. Kanal yöneticilerinden, yapımcısına kadar ısrar ediyordu. Böylece Ömer Ağabey’in bir gözü pekliğine daha tanık oluyoruz. Kendi mahallesinin bir adamını bir üst kademeye almak için kavga veriyor.
Ömer Lütfi Mete’nin arka çıkmasıyla yönetmenliğe başladım. Onun güvenli senaryolarını, gönüllere işleyen diyaloglarını, dosdoğru karakterlerini filme çekmeyi sürdürdüm.
Ömer Ağabey ile sohbetlerimizde zaman zaman sorarlardı, “Eğitimini almadığın, birinin yanında çıraklık da etmediğin hâlde nasıl oluyor da böyle güzel senaryolar yazıyorsun?” diye. Ömer Ağabey de, “Benim senaryo hocam, senaryo ustam Yusuf Suresi’dir.” diye yanıtlardı. Ve devam etti: “Ben, senaryo yazmayı Yusuf kıssasından öğrendim. En güzel kıssa olan Yusuf Suresi’nde, insana ait bütün insani duygular var ve bu fıtri mizaçlar mükemmel örülmüştür. Yusuf kıssasından ders aldım ben. En güzel anlatıcıdan, en güzel kurguyla anlatandan. Bu yüzden senaryo konusunda bocalamadım.”
En güzel estetikle, en güzel zevkle, en güzel ahlakla, en güzel aydınlıkla, en iyi karakterlerle kaleme aldığı çok değerli sinema ve televizyon yapımlarına imza attı. Geldi geçti ömrü ama çok güzel eserler bıraktı ardında.
En azından benim aklımdan çıkmayan ve çıkmayacakları burada yazayım:
Ahmet Bedevî, Veysel Karanî, Ayrı Dünyalar (TV filmleri); Bizim Ev, Deli Yürek, Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi, Hayat Bağları (TV dizileri); Çizme, Gülün Bittiği Yer, The İmam, Kurtlar Vadisi Irak (Sinema filmleri)…
Sinemamız ve dizilerimiz; karanlık konulara, dehşetli kirli karakterlere yöneliyor.
Dönem dönem kurgulanmış müthiş ümitsizlikler perdeden, çirkef suyu gibi kirli akıyor.
Ömer Lütfi Mete, umudun en tükendiği zamanlarda bile sanatın, sinemanın umuda kanat olması gerektiğini gösterdi.
Müslümanca hikâye anlatma, senaryo yazma, sinema yapma yöntemlerini ortaya koydu.
Öykünmeden, komplekse kapılmadan, taklit yapmadan, hormonlu konulara girmeden, sahici ve etkileyici yapımlar gerçekleştirip, alkış ve dua almanın örneklerini gösterdi.
Sinema, iyiliğe yöneltmesiyle, kötülükten sakındırmasıyla, merhameti ve ahlakı anlatmasıyla, hakikate pencere olmasıyla, Müslümanca hikâyeleri, Hak ve hakikat işaretlerini anlatmasıyla hep insana umut oldu onun senaryolarında.
Gönlünün aydınlığı perdeye yansıdı.
Müslüman Türk sanatçısının, aydının, yazarın sinemada yol alışıyla, Ömer Lütfi Mete kendinden sonrakilere dünya durdukça dosdoğru bir örnek olacaktır.
Allah niyetinden, çabasından, istikametinden razı olsun.
Rahmet ve sonsuz müjdelerle karşılığını versin. Âmin.