Ömer Lütfi Mete Hakkında Röportaj
Bu toprakların ruhu, mayası ve binlerce yıllık devlet kültürünü her daim yaşatmanın, yeşertmenin adı olarak ön plana çıkan Ömer Lütfi Mete, aynı zamanda bir modern zaman dervişidir. Türk gençliğine fikirleriyle, duruşuyla, inancıyla ve davasıyla misal teşkil eden Mete, kültür ve sanat dünyamıza da çok sayıda eser kazandırmıştır. “Ömer Lütfi Mete” sayısına yer verdiğimiz bu özel sayımızda, biz de oğlu Oyuncu ve Senarist Ali Buhara METE ile bir röportaj gerçekleştirdik. Buhara Mete, Ömer Lütfi Mete’nin çeşitli senaryolar kaleme alarak sinema ve televizyon sahasında etkin rol aldığı projeler, düşünce dünyası, edebî yönü ve yarattığı karakterler hakkında dergimize samimi açıklamalarda bulundu.
Öncelikle bir sanat, gönül ve dava adamı olan ve aynı zamanda birçok başlık altında adı yazılan Ömer Lütfi Mete’yi sizin ağzınızdan kısaca tanıyabilir miyiz?
Ömer Lütfi Mete, Türkiye’nin önemli aydın ve entelektüellerinden biriydi. Bağımsız bir düşünür ve yazardı. Gazetecilikten şairliğe, edebiyattan senaryo işlerine kadar birçok eseriyle adından söz ettirse de en büyük derdi roman yazmaktı. Ancak hayat koşulları onu televizyon ve senaryo işlerine itti. Belki de şöhretini gazetecilik ve televizyon sayesinde kazandı. Ben yıllar sonra, “Çığlığın Ardı Çığlık” adlı romanını tekrar okuduğumda, edebiyat dünyasının büyük bir değerden mahrum kaldığını anlamış oldum. Çok fazla klasik eser ve dünya edebiyatını okumuş biri olarak böyle bir romanın tozlu raflar arasında kalıp bilinmiyor oluşuna çok şaşırdım.
Babam, diliyle, tarzıyla son derece özgün bir üsluba sahipti. Türk edebiyatının çağdaşlarına kıyasla çok geride kaldığını düşünürsek, sınırları zorlayabilen bu özgün kalemin hayat gailesi yüzünden roman yazarlığına zaman ayıramaması büyük talihsizlik. Ömer Lütfi Mete’nin dünya edebiyatında bile adından söz ettirebilecek yeteneğe sahipken keşfedilememesi, edebiyat adına büyük bir kayıptır. Bu hadise, eminim kendisinde de bir ukde olarak kalmıştır.
Bazı insanlar koca bir ülkeyi, bin dermana değişmedikleri bir dert gibi taşırlar. Onların heyecanı da, sevinci de, umudu da bu ülkeye dairdir. Ömer Lütfi Mete de bu insanlardan biriydi. Memleket derdiyle dertlenen biri olarak onun bu yönünü bizimle paylaşır mısınız?
Kimsenin menfaatine değil, hakkaniyet namına konuşurdu. Sorunlara karşı derin ve özgün çözüm önerileri vardı. Bir gün bir yakını ona gazetede sert eleştiriler yazdığında, “Kalemini biraz törpülesen mi?” demişti. O da, “Benim kalemime ben karışamıyorum, sen nasıl karışacaksın!” diyerek yanıt verdi. Bir yazar olarak duruşunu buradan anlayabilirdiniz.
Hâlen kaleme aldığı makale ve yazılara baktığınızda, günümüze bile ışık tutan öngörülerine tanık olmak mümkün. Eskilerin deyimiyle feraset sahibiydi. O, kalıplara sığmayan bir adamdı ve düşüncesini bir samimiyet üzerine inşa ettiği için her kesimden insanın saygısını kazanmıştı. Bu anlamda itibarı olan çok az insan vardır.
Ömer Lütfi Mete, bu toprakların hikâyesini anlatan en güzel insanlardan biriydi. Siz de aynı zamanda bir senarist olarak babanız, senaryo yazım aşamasında nelerden besleniyordu? Karakterlere nasıl hayat veriyordu?
Ömer Lütfi Mete, içgüdüleriyle yazıyordu. Senaryo matematiğine çok takıldığını düşünmüyorum. Bir gecede seksen sayfa yazdığını düşünürsek, teknik olarak çok irdelenecek bir tarafı yok. Birikimi ve yeteneği sayesinde bu denli hızlı yazabiliyordu. Belki de dramaturjiye pek bağlı değildi ama samimi ve gönülden yazdığı için seyirlik bir bölüm ortaya çıkıyordu.
Örneğin, “Deli Yürek” dizisinde yer alan “Kuşçu” karakterlerini de Mesnevi’den, Yunus Emre’den etkilenerek yazıyordu. Bunu da bir vaaz havasına sokmadan sahnelemeyi başarıyordu. Elbette ki senaryo, Osman Sınav’ın usta rejisörlüğüyle harmanlanınca ortaya güzel bir iş çıkıyordu.
Sosyo-politik hususiyetleri devrin hakikatleri bağlamında eserlerine taşıyan Ömer Lütfi Mete, ülkü değerleri benliğinde barındıran ve gündemden düşmeyen karakterler yarattı. Geleneksel Alp tipinin özelliklerini taşıyan bu karakterler, Ömer Lütfi Mete’nin milliyetçi, muhafazakâr özelliğini yansıtıyor diyebilir miyiz?
Elbette, kendinden ve kadim kültürümüzü yansıttığını söyleyebiliriz. Halkını, ülkesini seven biriydi. Bazıları gibi halka tepeden bakan biri değildi. Çok sosyal ve insanların içinde olan bir adamdı. Bu çok renkliliği, elbette dizideki karakterlerine de yansıttığını söylemek mümkün. Özenti ve taklit olan bir karakter yerine, yerli ve bizim olan karakterleri yazdı.
Geçmişiyle barışık olmayan bir gençliğin gelecekle sağlıklı bir bağ kuramayacağını çok iyi biliyordu. Hep özgün ve bizden olanı aradı eserlerinde. Mükemmel bile olsa taklit olan aslından evla değildir. Solmuş bir gül bile sahte bir gülden iyidir. Gerçek olanı hayatımıza almamız gerekir. Bu anlamda dizi dünyasında Ömer Lütfi Mete’nin bir devrim yaptığını söyleyebiliriz.
Ömer Lütfi Mete’nin edebî yönünden de biraz bahsedebilir misiniz?
Ömer Lütfi Mete’nin edebî kimliğini görmek isteyenler, basımını yeni gerçekleştirdiğimiz, “Çığlığın Ardı Çığlık” romanını okuyabilirler. Bu kitap, 12 Eylül dönemine ışık tuttuğu gibi edebî anlamda da fevkalade doyurucu bir kitap.
Diğer yandan “Gülce” şiir kitabını okuyarak Mete’nin şairliği hakkında fikir edinebilirler. Ölçülü yazdığı şiirler, ahenk ve derinliğiyle kâinatın göz bebeği insana sesleniyor. Bu şiir kitabı üç bölümden oluşuyor; Dünya Bahsi, Leyla Bahsi ve Mevla Bahsi. Sözün özü olarak bu kitap, her gönüle hitap edebileceğini düşündüğüm bir dizeler topluluğu; okunulası ve tavsiye edilesidir.
Oyuncu olmanın yanında aynı zamanda senaristsiniz. Bu bağlamda babanızdan örnek alıp çalışmalarınızı pratiğe yansıttığınız oluyor mu?
Elbette, ilk yazdığım filmde onun düşüncelerinden çok etkilenmişimdir. Özellikle onun özgün sözlerini diyaloglara aktarmışımdır. Onun bize aktardığı değerlerin yazdıklarımda, hayatımda etkisi olmaması zaten düşünülemez.
Ancak yazım tarzı olarak çok farklıyız. Ben biraz daha senaryo matematiği ve kurallara bağlıyım sanırım. Şu an yazdığım senaryoları okuyup onun görüşünü almayı isterdim açıkçası. Bu da bende kalan bir ukdedir.
Diriliş Ertuğrul, Diriliş Karatay, Payitaht Abdülhamid gibi tarihî dizilerde roller aldınız. İleriye dönük planlarınızda, tarihî bir karakter canlandırma gibi bir düşünceniz var mı?
Şimdilik böyle bir planım yok. Bu projelerin hepsinden çok keyif alarak ve öğrenerek oynadım. Bana, aktör olarak önemli değerler kattılar. Ancak bundan sonraki projelerde daha çok komedi oynamak gibi bir temenni ve arzum var.
Ömer Lütfi Mete gibi çok yönlü birinin oğlu olmak, genç bir sanatçı olarak size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Çok büyük sorumluluk. Hatamız da kusurumuz da çoktur ama onu gururlandıracak işler yapmaya da gayret ediyorum. İnsanı, Allah’ın yarattıklarını incitmemek en büyük sorumluluk.
Bir konuşmanızda şarkı yazıp söylemeyi sevdiğinizi belirttiniz. Peki, ilerleyen süreçte yeni bir albüm bizleri bekliyor diyebilir miyiz?
Şu an set ve senaryo işlerinden ötürü yakın bir zamanda mümkün görünmüyor. Ama şarkılarımız hazır bekliyor. İlk fırsatta değerli dostlarla paylaşmak istiyorum.
Son olarak şu an ATV’de yayınlanan “Yalnız Kurt” dizisinde “Müstakim Pazar” karakterini canlandırıyorsunuz. Biraz da diziden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Harika bir ekiple çalıştığım için çok mutluyum. Yapımcımız Osman Sınav, Yönetmenimiz Çağatay Tosun ve değerli senaristlerimizle bu sezon yeni bir ekip kuruldu. Herkesin birbiriyle uyumu oldukça iyi. Umarım izleyici de teveccüh gösterir. Dışarıdan aldığım tepkiler oldukça güzel. Benim Karadenizli hâlimi yadırgamadılar.