Oruç Tutmak, Neyi Tutmaktır?
Ramazan-ı Şerif’in inanç dünyamızda ve geleneğimizde çok özel, önemli ve değerli bir yeri vardır. Çünkü bu ay, Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı kutlu bir aydır. Bin aydan daha hayırlı olan bir Kadir Gecesi’nde “oku” emri ile yeryüzüne inmeye başlayan kâinatın yüce kitabıyla birlikte; karanlıklar aydınlanmaya, iyilikler ve doğruluklar çoğalmaya başladı. Aklın, vicdanın, adaletin ve merhametin önü açıldı. Kur’an-ı Kerim, ziyasıyla tüm insanlık adına gönüllere ilaç, başlara taç; zulmete ışık, gözlere ufuk oldu. O, bir hayat rehberi olarak gönderildi ve azgınlaşan insanlığa bir nizam ve intizam bahşetti. Ramazan günleri; gönülleri ferahlatan rahmet, mağfiret, sehavet, necat ve bir huzur iklimidir. O günler, yürekleri serinleten ılık bir bahardır!.. Ramazan iklimi, bir paylaşma iklimidir; eldeki, dildeki, gönüldeki imkânlar ve güzellikler paylaşılır. Sanki bir harman mevsimidir yaşanan iklim! Cömertlik yapıldıkça, harman daha da bereketlenir! Gönüller yücelir, yüzler güzelleşir!..
Yukarıda sıralananlar dışında daha sonsuz kerem ve hikmetiyle dünyamıza teşrif eden Kur’an-ı Kerim’in bu kutlu ayda indirilmesinden mülhem olarak İslam dininde Ramazan orucu, Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlanmasının yıl dönümü ile başlatılır. Kur’an-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı bu ayda tutulan orucun sevabının ise, doğrudan Allah (C.C.) tarafından verileceği vaat edilmiştir. O sebepledir ki bu sonsuz sevap ve şifa kaynağı oruç ibadetini yerine getirmede bütün Müslümanlar bu ayı hem oruçla hem Kur’an-ı Kerim’i okumakla hem de bolca ibadetle geçirmek isterler.
Her saniyesi bile böylesine değerli olan bu mübarek ayın iman ve ibadet boyutu hakkında çok daha derin tahliller yapılabilir. Biz burada oruç tutmanın muamelat boyutu, toplumsal yönü üzerinde yoğunlaşmak düşüncesindeyiz. Çünkü sosyal bir hayat nizamı olarak tüm insanlığa gönderilen yüce dinimiz İslam’ın ibadetleri için belki de sosyal yönü en güçlü olanlardan birisi de oruç ibadetidir. Oruç tutmak, oruç tutan kişi kadar toplum düzenine de katkılar sunan, dengeleyici ve düzenleyici ibadettir. Bu yazıda, oruç tutmanın toplumsal ve ahlaki yönü, bu hassasiyetle ve farklı bir bakış açısıyla ele alınacaktır.
Orucu Tutmak?
Oruç tutmak, her şeyden önce ilahi hikmete ram olmaktır. Oruç tutmak; bağışlanmak, rahmet denizine dalmak ve kurtuluşa ermektir! Oruç tutmak; sevap kazanmak, sıhhate ermek ve diğergâm olabilmektir. Oruç tutmak; içimizi kemiren egoları kırmak, tevazuyu bulmak, aslımıza dönmektir! Oruç tutmak; sabrın meyvesini yemektir, hayata karşı güç ve direnç kazanmaktır! Oruç tutan insan, her türlü zorlukla baş edebilir!
Orucun her safhası, ayrı bir hikmettir: Teravihle karşılanan Ramazan ayı, her mümin için “teravih” kelimesinin özel anlamıyla bir rahatlama sürecini başlatır. Teravih namazları; tam bir sevinç, sonsuz huzur ve her bakımdan rahatlatan bir ibadettir. Sahur; seher vaktinin sürurunu ruhumuza doldurmaktır! İmsak; kendimizi, ağzımızı tutmanın başlangıcıdır. İftar ise; ruhen, bedenen huzura ermenin fıtrata uygun olarak sevince dönüşmesidir. Oruçlunun iftar anında yaşadığı sevinç, huzur ve ruhi yükseliş, diğer insanlarca bilinseydi, eminiz ki herkes oruç tutmak için can atardı.
Böylesine kıymetli ve müstesna günlerde oruç gibi riyasız bir ibadetin hakkını verebilmek; feyz, hayır ve bereketinden en üst seviyede faydalanabilmek için oruç tutmanın lafzı ve ruhu üzerinde düşünmek gerekir. Zira şuur ve ihlasla yapılan ibadetler, umulur ki Hakk nezdinde çok daha muteberdir ve kişilerin gündelik hayatına, muamelatına daha fazla akseder. Tam da bu noktada sormamız gereken iki temel soru şudur: Tuttuğumuz oruç, lafzen ve ruhen ne anlama gelmektedir?
“Oruç tutmak” ifadesindeki “oruç” sözcüğü, Farsçada “gün” anlamına gelen “roz(rûz)” kökünden geliyor. Bu sözcük, diğer Türk boyları arasında “roza, roze, oraza vb.” biçimlerinde hâlen yaşamaktadır. Türkiye Türkçesinde de “oraza” şeklindeki kelime, muhtemelen zamanla kısalarak ve ünlü uyumuna uygun biçime gelerek “oruç” şeklini almış olabilir. Kelimenin etimolojisi üzerinde farklı yorumlar da yapılabilir ancak asıl ilginç olan lafzıdır. “Günü tutmak” biz Türkler için ilk bakışta anlaşılır gelmeyebilir. Oysa ecdadımız, yüksek bir öngörüyle Arapça “tutmak” anlamına gelen “savm” sözünün Türkçesini (tutmak) de ekleyerek muhteşem bir deyim oluşturmuşlardır: Oruç tutmak…
Oruç tutmanın lafzını bu şekilde ortaya koyduktan sonra, yeni oluşan deyimin bir de ruhuna bakmakta yarar vardır: Oruç tutmak, “günü tutmak, gün boyu kendini tutmak” anlamlarına geliyor. İşte o muazzam derinlik tam da bu noktada ortaya çıkıyor: Oruç, kişiye kendini tutmayı öngören ve öğreten muhteşem bir ibadettir. Çünkü insan, kendini bildiği ve kendini tutabildiği sürece insandır!
“Oruç tutmak” deyimini lafzen ve ruhen ele aldıktan sonra, ana muhtevamız olan oruç tutmanın derin anlamlarına bakmamız gerekir. Gün boyu neyi (neleri) tutacağız? Tutuyoruz da neyi, neleri tutuyoruz acaba? Böylesine kutlu bir ayda oruçtan ne tür faydalar bekliyoruz? Oruçluyken gün boyu neleri tutmamız gerektiğini açık ve sarih bir şekilde gündelik hayata ilişkin yönleriyle ele almakta yarar vardır. Zira oruç tutarak hem ibadetimizi bihakkın yerine getirmek hem de muamelatta, toplumsal ilişkilerde iyi, güzel ve örnek Müslüman, kâmil bir insan olmak, hepimiz için boyun borcudur. Çünkü bilgiyle, şuurla yapılan ibadetler ve sürülen hayatlar, hem bireysel huzura hem de toplumsal düzene büyük katkılar sağlar.
Oruç tutmak, kendini tutmaktır! Oruç, bütün kötülüklere karşı kalkandır. İnsana, kendini tutmasını öğretir. Evvela yeme içmeye karşı kendini tutmak… Nefsin bitmez tükenmez süfli isteklerine karşı kendini tutmak… Oruç tutmak; azgınlaşan arzuları tutmaktır! Şehvet, servet, şöhret, hükmet arzularına karşı kendini tutmak… Kibre, gösterişe, lükse, hava atmaya, böbürlenmeye, mala mülke karşı kendini tutmak… Elini, gözünü, kalbini haramdan uzak tutmak… Bu liste uzar gider. Hâsılı oruç, bir denetim, denge ve ölçü ibadetidir. Bütün bir iman gerektiren bu müstesna ibadetin sosyal boyutu da son derece önemlidir. Zira kendini tutabilen insanlardan oluşan bir toplum, güven ve esenlik içinde demektir!
Oruç tutmak, ağzı tutmaktır! Oruç ibadeti, daha çok gün boyu yeme içmeden uzak kalma şeklinde algılanır. Bu elbette doğrudur ancak oruç gibi Allah nezdinde çok değerli olan bir ibadeti yalnızca yeme içmeye bağlamak onun değerini düşürmek olur. Oysa oruç tutan kişi, yeme içmeden uzak kaldığı gibi, diğer bütün kötülüklerden de uzak kalmak zorundadır. Bu yetmez; ibadetlerini bihakkın yerine getirmeli; istikametini iyiye, güzele ve faydalıya doğru çevirmelidir. Aksi takdirde -Allah korusun- boşu boşuna aç kalma riski ortaya çıkabilir! Şimdi birlikte düşünelim: Kullarına rahmet ve merhameti sonsuz olan Yüce Rabbimiz, çok sevdiği kullarından akşama kadar niçin aç ve susuz kalmalarını istemiş olabilir? Düşünüp idrak edenler için bizce burada çok derin hikmetler vardır. Her şeyden önce Rabbimiz, bize sınırsız olarak verdiği bunca nimetin kadrini bilmemizi istemiş olabilir. Belli bir süre de olsa aç ve susuz kalmak suretiyle, zengin fakir ayrımını ortadan kaldıran muhteşem bir adaletle herkesin birbirini anlamasını arzu etmiş olabilir. Oruç tutarak on iki aya manevi ve sıhhi açıdan hazırlanmamız murad edilmiş olabilir. Bu listeyi uzatmak mümkündür. Bizce yeme içmeden uzak kalmadaki en önemli hikmet, toplumun ortak duygularda buluşturulmasıdır.
Oruç tutmak, kalbi tutmaktır! Oruçlu insan, zırhlı ve korunaklı insan demektir. Oruç tutan kişi, kötülük yapmadığı gibi kötülükleri kalbinden dahi geçirmek istemez. Akıl sahibi insan kin, nefret, intikam, hasetlik, fesatlık, kıskançlık, kovuculuk… gibi kötü duyguları kalbinden söküp atmalı, kalbini âdeta bakıma alır gibi yıkayıp tertemiz etmelidir. Kalbe yerleşme ihtimali bulunan duygulara da oturma izni verilmemelidir. Aksine, bir ay boyunca kalbi en güzel duygularla tıka basa doldurup on iki aya hazırlık yapılmalıdır!.. Duyguların maden ocağı olan kalbi tutmak, işin en temelini sağlam tutmak anlamına gelir.
Oruç tutmak, dili tutmaktır! İnsan vücudunda kontrolü en zor uzuvlardan birisi, hiç şüphesiz dildir. Zira ataların ifadesince dilin kemiği yoktur. İnsanoğlunu hüsrana düşürecek etmenlerin başında dil gelir. Çünkü dil, her tarafa döner. Döner döner yine söyler. Söyler de söyleyeni mahveder. Dil, kalbin aynası, beynin tercümanıdır. O bakımdan dili tutmak, oruç tutmanın belki de en güvenli işidir. Nitekim olumsuz durum ve kişilerle karşılaşınca “Ben oruçluyum, deyip uzaklaşın.” tavsiyesi son derece emniyetli bir yoldur. Tecrübeyle sabittir ki her istediğini söyleyen, istemediklerini duyar! Dil belası, baş belasıdır! En emin yol, her daim susmak, gerekmedikçe konuşmamaktır. Dili tutabilmek, dil belalarından emin olabilmek için ecdadımız belli sürelerde “susma orucu” tutarlarmış! Susma orucu, çağımızın onulmaz hastalıkları olan bunca ukalalığa, çokbilmişliğe, boşboğazlığa, malayani konuşmalara karşı belki de yegâne çözüm yoludur!..
Oruç tutmak, beyni tutmaktır! İnsan, düşünen bir varlıktır. Her düşüncenin temelinde bir duygu, her eylemin arkasında ise bir düşünce yatar. Bu gerçekten hareketle denilebilir ki hâl ve hareketlerimizi planlayıp düzenleyen merkez beyindir. Eğer beyin, bir bahçe gibi temizlenmiş ve tanzim edilmişse, orada tıpkı taze sebze ve meyveler gibi güzel ve olumlu düşünceler boy verir. Aksi durumda ise, yine kendi hâline terk edilmiş, yabani otların sardığı bir bahçede yararlı bir bitki yeşermeyeceği gibi insan beyninde faydalı düşünceler de yer edinemez. İşte oruç, insan beynini güzelleştiren, temizleyen bir işlev üstlenerek davranışlarımızı da olumluya sevk eder. Hâsılı kelam, oruç tutan beynini de istenen kıvamda tutmuş olur.
Oruç tutmak; gözünü, kulağını tutmaktır! Oruç tutmak; gözünü haramdan, kulağını yalandan uzak tutmaktır. Göz ve kulak, insanı hayra götürdüğü gibi şerre de düşürebilir. Mesele yalnızca aç kalmak olmadığına göre, gözün ve kulağın tutulması, tam ve gerçek bir oruçtur. Haramlardan sakınmak, kötü sözlerden kaçınmak, yumuşak başlı olmak, ahde vefa göstermek… orucun tamamlayıcıları olarak insanın ahlakını güzelleştirir, toplumun düzenini sağlamlaştırır. Öyleyse gözleri kötülüklerden, kulağı yalanlardan azade kılmak, orucun muhteşem bir faydası olarak düşünülmelidir. Ramazan ayından alınacak ilhamla gözü ve kulağı; bütün bir yıl haramdan, namahremden, yalandan, dedikodudan, gıybetten, iftiradan… uzak tutabilmek, vareste kılabilmek de bir tür oruçtur.
Oruç tutmak, kul hakkı yememeyi akılda tutmaktır! Yüce dinimizin temelinde hak, hukuk ve adalet vardır. Oruç tutmak; hakkı üstün tutmaktır! İslam’da zayıf, güçlü, ağa paşa, yaşlı, genç, âlim cahil ayrımı yapmaksızın “kul hakkı” her şeyin önünde tutulur. Akşama kadar hiçbir şey yemeden içmeden, aç susuz kalarak yapılan bu güzel ibadeti; aile bireylerinin, kardeşin, komşunun hakkını gözeterek taçlandırmak icap eder. Akşama kadar aç kalırken öbür yandan kul hakkı yemeye devam ediyorsak, -Allah korusun- bizler sahiden oruçlu muyuz? Yoksa gizliden gizliye suçlu muyuz? Orucumuzun sapasağlam Yaradan’a ulaşması için kul hakkına azami derecede riayet etmekte büyük faydalar vardır. Akıllı insan, kul hakkı yemez; orucunu ve diğer ibadetlerini boşa vermez!
Oruç tutmak; hırsını tutmaktır! Oruç, Allah için tutulan riyasız bir ibadettir. Allah’ın en son ve en mükemmel dinini hakkıyla yaşamak için en üstün örnek şahsiyet ise insanların en hayırlısı Hz. Muhammed’dir. O yüce insan, bütün insanlık için ilim ve hilim sahibi bir önderdir. Onun yolundan Hakk’a varmaksa muradımız, ilim de hilim de ortadadır! En doğrusu, Ramazan münasebetiyle bir ömür doymak bilmez ihtirasları, şeytan mesleği hırsları tümüyle terk etmek gerektir. Şehvete, hırsa, tutkuya, bencilliğe, azgınlığa gem vuralım!.. İhtirasları yüreklerden söküp atalım, öfkeleri dile düşmeden yutalım! Diline geldiği gibi konuşmaktan, yalandan dolandan, baskılardan, zorbalıktan, bağırıp çağırmaktan kendimizi uzak tutalım. Umulur ki işte o vakit hakiki oruç tutulmuş olunsun!
Oruç tutmak; değerleri el üstünde tutmaktır! Oruç tutmak, işte bütün bu olumsuzluklara karşı kendini tutmaktır. Kötünün yerine iyiyi, zararlının yerine yararlıyı, çirkinin yerine güzeli, eğrinin yerine doğruyu koyabilmektir! Değersiz ne varsa hepsini çöpe atıp değerleri baş tacı etmektir. Oruç tutmak; sevgiyi, saygıyı, anlayışı, hoşgörüyü, adaleti, merhameti, vefayı, helali, dostluğu, kardeşliği, diğergâmlığı, paylaşmayı… kısacası insanı insan kılan bütün iyileri göz önünde, el üstünde tutmaktır!.. Nitekim insanı değerli kılan ancak taşıdığı değerlerdir!
Oruç tutmak; Hakk yolunu tutmaktır! Yukarıdan beri söylenenlerden hareketle denilebilir ki oruç, insanı har daim batıldan uzak kalıp Hakk yoluna sevk eden terbiye edici, düşündürücü, sakinleştirici bir terapi yoludur. Bu yolu tutmak, insana sonsuz faydalar sağlayacaktır. Hem sağlık, hem ahlak, hem ilim, hem tefekkür, hem de sevilip sayılan bir insan olma yolunda kişiyi Hakk’ın yoluna yönlendiren oruç, umulur ki iki cihanda mutluluk kaynağı ve kurtuluş yoludur. Akıllı insanlar, bu yola girerek arzu ettikleri iki cihan mutluluğuna kavuşurlar. Zira başka bir çıkar yol da yoktur! Nitekim şeytanın ve şeytanlaşan insanların hilesi pek çoktur! Ramazan ayı ve oruç ibadeti; uyanık olmak, tuzaklardan kurtulmak için muhteşem bir fırsattır.
Değerlendirme ve Sonuç
Buraya kadar ortaya koyduklarımızla elimizden geldiğince oruç ibadetinin gündelik muamelattaki yeri ve rolünü ortaya koymaya çalıştık. Oruç tutmanın aslında neleri tutmak olduğunu tasvir ve tahlil ettik. Bu noktada özellikle iki hususu dikkatlere sunmak isteriz. Hızla eriyip gitmekte olan zaman içinde biz mi orucu tutuyoruz; yoksa kötülüklere kalkan olan oruç mu bizi tutuyor? Güneş gibi açık ve aydınlıktır ki oruç; her türlü yanlışlık ve kötülükler karşısında bizi koruyan, nefsimizi dizginleyen, bizi tutan muazzam bir sigortadır!
İkinci olarak şunu da idrak etmeliyiz ki Yüce Rabbimizin bizden beklediği kulluk, yalnızca Ramazan ayı ve oruçla sınırlı değildir. Ramazan’daki yoğun ibadet, tefekkür ve sükûnet bu ayla birlikte hayatımızdan çıkmamalıdır. Nitekim “Namaz, camiden sonra; oruç ise Ramazan’dan sonra başlar.” diye ifade edilen ve ibadetlerin toplumsal iz düşümüne işaret eden harika bir yaklaşım vardır. Ramazan ve orucu, on iki aya hazırlık, tüm yıl için yenilenme ve güç kazanma süreci olarak düşünülmeli; orucun sosyal faydası olarak ortaya çıkan “erdemli insan” Ramazanlık değil, yıllık ve hatta ömürlük olarak değerlendirilmelidir.
Sonuç olarak sosyal boyutu çok yüksek olan bu günlük ve aylık orucu, “ömürlük oruç” şeklinde anlamak gerekir ve her dem kalben, zihnen oruçlu olmak elzemdir! Bir yandan ömür boyu Allah’ın bizlere verdiği sonsuz helal nimetleri gereğince ve kararınca yiyip içerken bir yandan da kalbimize huzur, bedenimize sıhhat, şahsımıza güzel ahlak, topluma ise düzen verecek olan “ömürlük orucu” her daim tutmakta sonsuz yararlar vardır. Zira iki cihanın kazanılması, -Allah bilir- belki de bu üstün ahlak tasavvurunda gizlidir!