Osmanlıdan Cumhuriyete Dönüşüm ve Modernleşme
İnsanoğlu, doğumundan ölümüne kadar geçen ve ömür dediğimiz hayat serüveninde elinde olan ya da olmayan etkenlere bağlı olarak bazen olumlu bazen de olumsuz gelişmelerle karşı karşıya kalır. Bu gelişmelerden bazıları hayatın dönüm noktası dediğimiz sonuçlara yol açar. Karşılaştığı bir insanın yol göstermesi, seçtiği meslek, hayat arkadaşı o kişinin şansıdır. Seçtiği kötü arkadaş, başına gelen istenmeyen bir olay, kaza, acı kayıplar vb. ise hayatını altüst edebilir. Aynı durum milletler ve devletler için de geçerlidir. Bulunduğu coğrafya, ülkenin yeraltı-yer üstü zenginlikleri, toplumsal yapısında ortaya çıkan kırılganlıklar, yöneticilerinin sahip olduğu özellikler, değişime ayak uydurup uyduramama milletler ve devletler için dönüm noktası dediğimiz gelişmelere sebep olmaktadır.
Türkiye’nin dönüm noktası olarak değerlendireceğimiz başlıklardan birisi de modernleşme sürecidir. Modernleşme siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal alanlarda ortaya çıkabilecek gelişmeleri ifade etse de toplumların yapısına göre her ülkede farklı bir süreç içinde gerçekleşebilmektedir. İngiltere ve Fransa gibi ülkeler tarafından başta en yakınında bulunan Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın diğer bölgelerine modern düşünce transfer edilirken; ABD, Avusturalya ve Kanada gibi ülkelerde geleneksel toplumsal yapılar ortadan kaldırılmıştır. Aralarında Osmanlı Devleti’nin de yer aldığı Rusya, Japonya, İran ve Çin ise kendi toplumları içerisinde Batı kültürünün etkisi altında yetişen aydınları öncülüğünde geleneksel kültürlerinden uzaklaşarak, modernleşmeyi tercih etmişlerdir. Bu ülkelerde gelenekçilerle modernleşme yanlıları arasında zaman zaman ciddi boyutlara varabilen tartışmalar da yaşanmıştır.
Osmanlı Devleti’nde Sultan III. Ahmed ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa öncülüğünde Lale Devri ile başlayan Batılılaşma süreci, Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedid ıslahatları ile yeni bir boyut kazanmıştır. 18. yüzyılda Prusya ve Rusya’da yaşanan değişim süreçleri askerî teşkilatın yanı sıra toplumsal alanda ve devlet bürokrasisinde yaşanan reformları da içine almış ve Osmanlı Nizam-ı Cedid’i de bu anlamda bir değişime yönelmiştir. Fakat Fransa’da tabanda gelişen değişim talebi başarıyla sonuçlanırken aynı dönemde Osmanlı Devleti’nde padişahın öncülüğünde başlayan değişim süreci Kabakçı Mustafa öncülüğünde başlayan isyan ile taht değişikliği ve Sultan III. Selim’in katli ile sonuçlanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti için dönüm noktası olabilecek bir gelişme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Tanzimat dönemi ile Osmanlı Devleti’nin modernleşme süreci yeni bir boyut kazanmıştır. Değişim süreci toplumsal alanda kendini gösterirken hukuk, askerlik, mali, eğitim ve kültür alanlarında pek çok düzenleme hayata geçirilmiştir. Anayasalı rejime geçişin ilk önemli adımlarından birisi olarak kabul edilen bu süreçte iç ve dış pek çok olumsuzluğun ortaya çıkması programın tam anlamıyla başarıya ulaşmasını engellemiştir. Fakat kendisinden sonra ortaya çıkan anayasalı ve parlamentolu yönetim biçimine gidiş yolunda açtığı yol, Türkiye’nin siyasi anlamda modernleşmesinin önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Eğitim ve kültür alanında atılan adımlar Batılılaşma yanlısı Osmanlı aydınlarının yetişmesini sağlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde anayasalı ve parlamentolu yönetim biçimine geçişte, Tanzimat döneminde yetişen ve mevcut yönetime muhalif olarak ortaya çıkan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne mensup olan aydınların mücadelesi etkili olmuştur. Sultan II. Abdülhamid döneminde 23 Aralık 1876 tarihinde Kanun-i Esasi’nin ilanı ve ardından Ayan ve Mebusan Meclislerinin oluşumu ve çalışmaya başlamasıyla başlayan bu süreç, Türk demokrasi tarihinin önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Her ne kadar bu anayasa padişahın mutlak otoritesini esas alsa da halkın seçtiği temsilciler ilk defa yönetimde söz sahibi olmaya başlamıştır. Kısa süren bu dönem, 1878 yılında meclisin kapatılması ile birlikte sona ermiştir. Fakat padişahın iradesi ile Tanzimat döneminde başlayan yenileşme çabaları bu dönemde pek çok iç ve dış soruna rağmen sürdürülmeye devam etmiştir. Özellikle eğitim alanında gerçekleştirilen reformlar Cumhuriyetin kurucu kadrolarını yetiştirmiştir. Parlamentolu yönetimin kesintiye uğradığı 1878-1908 yılları arası dönem, ülkede muhalif hareketlerin güçlendiği ve Sultan II. Abdülhamid yönetimi ile karşılıklı mücadelenin yoğun olarak yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı altında örgütlenen muhalefet hareketi 1908 yılında meşruti yönetimin yeniden uygulanmaya başlamasıyla birlikte Türk siyasi hayatına çok partili hayatı getiren yeni bir dönemin de başlangıcını teşkil etmiştir. Kadın hakları alanında çalışmaların artması, millî ekonomi ilkesinin hayata geçirilmesi, basın ve yayın hayatının gelişmesi bu dönemde dikkat çeken gelişmelerdir. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin dağılmasının önüne geçilememiş olsa da bu dönem Cumhuriyet dönemi öncesi Türk toplumunun modernleşmesi çabasının son aşaması olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan zorluklara rağmen Çanakkale’de elde edilen zafer şüphesiz Türk milletinin millî benliğini kazanmasına vesile olan önemli bir dönüm noktasıdır. Balkanlardan atılan Türkler, son kale Anadolu’da tutunmak için imkânsızı mümkün kılmıştır. Bu bilinç, Millî Mücadele döneminde Güney’de Maraş’ta, Urfa’da, Antep’te, Adana’da; Batı’da İzmir’de, Manisa’da, Aydın’da, Balıkesir’de, Ayvalık’ta, Ödemiş’te ve yurdun dört bir köşesinde Mustafa Kemal’in Ya İstiklal Ya Ölüm parolasına uygun olarak sürdürülmüştür. İnebolu’dan Ankara’ya uzanan İstiklal Yolu’nda Şerife Bacı ve niceleri bu vatan için canlarını feda etmiştir.
Yüzüncü yılını geride bıraktığımız Lozan Antlaşması, Türkiye’nin en önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. 10 Ağustos 1920 tarihinde İstanbul Hükûmeti’ne zorla kabul ettirilmek istenilen Sevr Antlaşması, Lozan ile birlikte tarihin çöplüğünde yerini almıştır. Bütün zorlukları aşarak ulaşılan Cumhuriyet dönemi, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir adım olmuştur. Tanzimat’la başlayan ve Meşrutiyet dönemleri ile devam eden bu süreç, Mustafa Kemal Atatürk’ün döneme damgasını vurması ile yeni bir boyut kazanmıştır. Millî Mücadele döneminde, birlikte yol aldığı arkadaşlarından modernleşme konusunda farklı bir strateji izleyen Mustafa Kemal, değişimi gerekirse zor kullanarak gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. Atatürk döneminde Türkiye bir taraftan savaş yaralarını sarmaya çalışırken, diğer taraftan Lozan’dan arda kalan sorunlarını çözme konusunda bağımsızlıktan taviz vermeden kararlı bir politika izlemiştir. Tek parti dönemi Türkiye’si, siyasi açıdan II. Meşrutiyet döneminin gerisinde kalsa da idari yapıda, ekonomi, eğitim, kültür ve sosyal alanda önemli yenilikler hayata geçirilebilmiştir.
Türkiye, Atatürk’ün ortaya koyduğu çağdaş uygarlık yolunda ilerleme hedefinden, Cumhuriyet hükûmetleri döneminde ülkemiz üzerinde hayata geçirilmek istenilen bütün oyunlara rağmen vazgeçmemiştir. 1939-1945 yılları arasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başarmış olması Türkiye açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu savaş yıllarının getirdiği ekonomik ve sosyal sıkıntıları aşmayı başaran ülkemiz, 1946 yılında kurulan Demokrat Parti’nin 1950’de tek başına iktidara gelmesi ile demokrasisini taçlandırmış, yeniden millet iradesini baş tacı etmeyi başarmıştır. 1960, 1971 ve 1980 yıllarında ülkemiz demokrasisi üzerinde kara bulutlar dolaşmasına rağmen Türk milleti, millî iradeye sahip çıkmayı başarmıştır. 1970’li yıllardaki koalisyon hükûmetleri, kısır çekişmeler ve darbeler ülkemize çok zaman kaybettirmiş fakat milletimizi doğru bildiği ve inandığı yoldan geri döndürememiştir. E-muhtıralar, 28 Şubat süreçleri, Fethullahçı Terör Örgütü mensuplarının hain darbe girişimleri bu milletin iradesi karşısında yerle yeksan olmuştur. Dünya üzerinde siyasi iktidarları biz göreve getiririz, istemediğimizi siyasi, ekonomik entrikalarla, o da olmazsa darbelerle ortadan kaldırırız, diyen küresel güçler, Türkiye’de bunu başarmalarının artık mümkün olmadığının farkına varmışlardır. Siyasi görüş farklılıkları, mezhep ayrılıkları, etnik köken ayrımcılığı üzerinden Türkiye üzerinde uygulanmak istenilen projeler, Türk milletinin millî birlik ve beraberlik duygusu ile bertaraf edilmiştir. Bugün Türkiye, üzerinde oyun oynanan değil; bölgesinde dikkate alınması gereken önemli bir aktör olarak görülmektedir.
Türkiye’de nüfusun önemli bir kısmı kentlere taşınmış, ekonomi, sanayi ve hizmet sektöründe ağırlıklı olarak katma değer elde etmeye başlamıştır. Ülke yönetimi demokrasiye dayalıdır. Sivil toplum kuruluşları toplumsal yapımızda etkin rol üstlenebilmektedir. Aile yapımız çekirdek aileye dönüşmüştür. Bütün bunlar modernleşmenin birer göstergesi olarak kabul edilebilir. Fakat değişim ve dönüşüm içeresinde olan dünyada ayakta kalmak için tek başına bunlar yeterli değildir. Ülkemizin bir taraftan dışarıdan gelen tehdit ve tehlikelere karşı önlemler alması gerekirken, diğer taraftan çağa ayak uyduracak yapısal değişim ve dönüşümü başarması gerekir. Demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla işletmek ve ülkede siyasi istikrarı korumak en temel ilke olmalıdır. Eğitimde ilköğretimden yükseköğretime kadar bilime arkamızı dönmeden, ülkemizin önünü açacak, araştırmaya, tartışmaya ve mesleki eğitimde ihtiyaca ve istihdama dayalı bir modeli uygulamaya koymak son derece önemlidir. Liyakate, şeffaflığa dayalı bir istihdam politikası izlenmesi, adama göre değil işe göre insan istihdam edilmesi gerekir. Ekonomide gelir dağılımı dengesini kurmak, tarım ve hayvancılığa hak ettiği destek ve değeri vermek, üreten toplum olmak Türkiye’nin önünü daha da açacaktır.