Ötekileştirme Hakkında Röportaj
Toplumun baskın olan veya kabul edilen normlarının dışında kalanlar üzerine uygulanan ötekileştirme kavramı, insanlar arasında barış, huzur ve mutlu birlikteliği bozan hususların başında gelir. O bakımdan toplumsal yaşamda uyum içinde; sevgi ve hoşgörüyü rehber edinerek bir arada yaşayabilmenin yolu ötekileştirmemekten geçiyor. “Ötekileştirme” konusuna yer verdiğimiz bu özel sayımızda, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet DAĞ ile bir röportaj gerçekleştirdik. Dağ; birlikte yaşama kültürü, ilk insandan bugüne ötekileştirme, ön yargı, huzur ve barışın tesisi için gerekli adımlar, Avrupa’da ötekileştirme ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramları hakkında dergimize önemli açıklamalarda bulundu.
Birlikte yaşama kültürünün ne olduğu konusunda söyleşimize başlayabilir miyiz hocam?
Tabii ki, aynı topraklar üzerinde yaşamak için “birlikte yaşam kültürü” gereklidir fakat yeterli değildir. Birlikte yaşama kültürü için güvenlik, adalet, eşitlik, özgürlük ve sorumluluk da gerekir. Güvenliğin tesis edilmediği toplumlarda adaletin ve eşitliğin sağlanması mümkün değildir. Güvenlik, adaletin zemini özgürlüğün de sınırıdır. Adil, hukuki ve hakkaniyetli devletin sigortası güvenliktir. Adaletin var olmasının koşulu güvenlik içinde yaşayan toplumdur. Bu ifadeleri, “Hobbes”çu mutlakiyeti meşrulaştırmak veya onun argümanlarından hareketle değil; insanlık tarihinin seyrini dikkate alarak söylüyorum. Zira liberalizmin ilk teorisyenlerinden Hume da güvenlik ile adalet arasında doğrudan bir ilişki kurar. Barış ve düzen için güvenlik zarurettir. Toplum ve devletlerin güvenliği tesis edilmedikçe adil, hukukî ve hakkaniyetli bir yaşam inşa edemezsiniz. Düzen ve barış, yani güven toplumlarında adalet, eşitlik, özgürlük ve sorumluluk sorunları asgari düzeydedir ve böylesi toplumlarda diğerleri ya da ötekiler inşa edilmez.
Meseleyi insanlık tarihi üzerinden ele alacak olursak, insanoğlunun ötekiyle alakalı ilk insandan bugüne kadar ötekine karşı durumu, tutumu, davranışı nasıl olmuştur?
İnsanlık tarihi boyunca hep bu “ötekileştirme” sorunu ile karşı karşıya gelmekteyiz. Hatta ayrımcılıkla ilgili ilk örnek, Hz. Âdem’in oğulları Habil ve Kabil’e kadar gider. Burada Kabil’in, Habil’i “ötekileştirmesinin” nedeni, Kabil’in öznel ruhunun bakış açısıyla mevzuları yorumlamasıdır. Kabil’in öznel ben’ini merkeze koyarak, olan-bitenin kendi çekim merkezinde olup bitmesini istemesi, Habil’e karşı tahammülsüzlüğü doğurmuştur.
Ötekileştirme denen normal olmayan durum, tahammülsüzlüğün tezahürüdür. İnsan geninin baskın özelliği olan ben’in yüceltilmesi, insanı daima çevresinde bir öteki arama, yoksa onu var etme çabasındadır. Ötekileştirme bir hezeyandır. Zira Kabil’in, Habil’e yönelik atfettiği şeylerin çoğu hezeyandan ibarettir. Gerçeklikten bu kopuş, onu kıskançlık krizine, gerçeklikten kopuk olan bu krizi derinleştirmesi de katilliğine yol açmıştır. Yaşadığı koca arzı kendisine o kadar küçülttü ki Habil’le birlikte arza sığmayacağını düşündü.
Kabillik, mikro ölçekli de makro ölçekli de olsa insanlık tarihinde kendini farklı boyutlarda tezahür ettirmektedir. Yalnızca bireysel düzlemde değil, toplumsal hatta kurumsal/devlet ve uygarlık düzleminde tezahür eder. Kabil’in makro düzeyde enkarnasyonu/cisimleşmesi, 17. yüzyıldan sonra olmuştur. Kastettiğim, farklı olana tahammül edemeyerek ya onu dönüştürmek/aline ya da ortadan kaldırma/annihile çabası. Bu çaba, Kolonyalizm’i doğurmuştur. Kolonyalizm, tahammülsüzlüğün veya ötekileştirmenin somut tezahürüdür.