Projem Teknofest’te
Aybek, Meslek Lisesi’ne başlayalı henüz iki yıl olmuş, Aybibi de aynı liseye yeni başlamıştı. İki kardeş arkadaşlarını, öğretmenlerini ve okulunu çok sever; okula düzenli olarak devam ederlerdi. Aybek ve Aybibi, sorulduğunda uyumlu, çalışkan, sevilen öğrenciler olarak tanınıyor ve anlatılıyordu.
İki genç ve ailesi, babası Aybars’ın özel kuvvetlerdeki görevinden dolayı bu şehirde yaşıyordu. Lojmanda kalıyorlar, babaları göreve gidip geliyor, ev hanımı olan anneleri Dila Hanım ev işleriyle meşgul oluyordu. Aybars Bey göreve giderken nereye gideceğini, ne zaman döneceğini asla söylemez, giderdi. Günlerce, haftalarca hatta aylarca eve gelmediği de olabilirdi… İşte böyle zamanlarda Aybek, evin hemen hemen tüm işleriyle ilgilenir, sorumluluk alır, annesine ve kardeşine babasının yokluğunu hissettirmemeye çalışırdı. Aile’nin tedirgin ve kaygılı bekleyişi günlük telaşlarla çok belirgin olmasa da, ailenin her bireyi içten içe babalarının o anda ne yaptığının, nerede olduğunun, nasıl olduğunun kaygısını hisseder ama konuşmazlardı. Aile, babaları işteyken, ettikleri duaları ile babalarını ve askerlerimizi yürekten desteklerlerdi… Aybek, özellikle babası göreve gidince babasının kullanmadığı bordo beresini yastığının altına koyar, baba kokusuyla uyur ve uyanırdı. Aynı zamanda babasının bu görevde olmasından dolayı gurur duyar, âdeta onu örnek alırdı…
Aybars, göreve gitmiş; uzun zaman geçmesine rağmen dönmemişti… Dila Hanım bir hafta kadar önce Aybars ile telefonda konuşmuş, Aybars Bey, “Çocukların emaneti önce Allah’a, sonra sana Dila Hanım.” demiş, sonra da ölüm kalım var, hakkını helal
et hanım demişti. Aybars, hep böyle konuşur; âdeta kefenini yanında gezdirirdi. Aybars, daha nişanlanmadan önce de Dila Hanım’a görevinden kısaca bahsetmiş, Dila Hanım da bunu kabul etmişti. Bu durumdan dolayı hiç ah etmez, şikâyetçi dahi olmazdı, olamazdı. Fakat bu defa helalleşirken, sanki Aybars’ın sesi bir başka gelmişti; boğazında düğümlenmişti sözü âdeta…