Şimdi yükleniyor

Sağlık Neferinin Bir Günü

92 sultan topaktas

Sağlık Neferinin Bir Günü

Ne yazık ki sağlık alanında her gün yüzlerce şiddet olayı yaşanmakta ve şiddetin dozu her geçen artarak devam etmektedir. Kuşkusuz sağlıkta şiddet çok etkenli bir sorundur. Bu sorunun temeline inip bu durumu ortadan kaldırmak önem teşkil etmektedir. “Şiddet” konusuna yer verilen bu sayıda, bir sağlıkçı olarak düşüncelerimi ve mesleki yaşamımdaki yaşadıklarımı okuyucularımızla paylaşmak istiyorum.
Ben ATT (Acil Tıp Teknisyeni) olarak çalışmaktayım. Adımız; doktor, hemşire, personel, hasta bakıcı, ATT olsa da ve kutsal saydığımız işimizin konusu sadece hastaya hizmet gibi görünse de içimizdeki saygı ve sevgiyi de ekleyerek hastaya olan uzman yaklaşımlarımızla çalışmaktayız. Almış olduğumuz eğitim ve donanımla her birimiz görevimizi yaparken, yüreğimizde ve bedenimizdeki manevi gücümüzü hissedip işimize katarak çalışmaya başlar ve işimizi tamamlarız.

Anaların evladı gibi ben de bir evladım, tüm ağabeylerin kız kardeşi gibi ben de bir kız kardeşim, tüm ablalar gibi ben de bir ablayım, tüm çocukların annesi gibi ben de bir anneyim, tüm evlatların babası gibi ben de bir babayım, halayım, teyzeyim, yeğenim… Kısacası ben; bir evladım, bir kız kardeşim, bir ablayım, bir anneyim, bir babayım, bir halayım, bir teyzeyim, bir yeğenim… Ben sizdenim, siz bendensiniz. Her birimiz, iş ve iç disiplinini kurmuş, yüce milletine hizmet amacında olan sağlıkçılarız. Dürüst, saygılı, anlayışlı, yardımsever olabilme çabasındayız.

Evden işe giderken bizim de analarımız uğurlar, evlatlarımız hayırlı işler anneciğim diye arkamızdan seslenir. Analarımız ve/veya evlatlarımız bir sonraki günün sabahına kadar bıraktığımız yerde, yalnız başına, dört duvar arasında, belki de kendi ağlamalarıyla kendini avutarak, özlemi katlanarak saatlerce bizleri bekler. Bir ATT çalışanı olarak, ambulansla gittiğimiz ya da telefonda karşıladığımız her çağrıda, vakada bazen bir annenin imdat çığlığı, bazen bir babanın son anı, bazen bir trafik kazasındaki evlatlarınızın sağlık bekçileriyiz. Hastalar; benim anam, benim babam, benim evladım gibidir. Bir çocuğun gözlerinden dökülen damla ve çığlıklarına karışan sabrımla tedaviyi yapmaya çalışırken; işimin önemi, heyecanı ve haklı gururu, aynı zamanda evdeki yavrum gelir aklıma…

İlk Yıl

Sağlık Meslek Lisesi’ni bitirmiş bir hastanenin yoğun bakım servisinde göreve başlamıştım. İlk görevimde 18 yaşındayım. Ailemden uzak, yeni bir şehir, yeni tanıştığım iş arkadaşlarım, lojman hayatı vb. birçok yeniliklerle tanıştım bu süreçte âdeta. İşimi öğrenme çabası, telaşı, öte yandan bilmediğim bir çevrede yalnız olmanın getirdiği kaygılar arasında yoğun geçen günler… Ben hayatımı idame ettirebilmenin kaygısı ve acemiliklerinde tecrübe edinmeye çalışırken hayat akıp gidiyordu… İlk mesai günümde şöyle bir olay yaşadım…

İlk çalışmam, akşam saat 20.00’de başlayıp sabah saat 8.00’e kadar devam eden yoğun bakım servisi nöbetiydi. Bu nöbette üç sağlık çalışanı olarak dokuz hastayı takip ediyorduk. Yatan hastalarımızdan birini tedavisi için uyandırdım ve ilacını verdim. Ancak tedavisiyle ilgilenirken, ilacını almak istemediği için bana bir tekme attı. Dudağıma denk gelen bu tekme, dudağımı yırttı ve kanattı. Canım yanıyordu, hastamız bana şiddet uyguladığı için şikâyet etmeyi düşünüyordum. Arkadaşlarım hızlıca ve serinkanlılıkla dudağımdaki kanamayı durdurabilmek için tampon uyguladı. Aynı zamanda, hastanın hastalığının çok ciddi, ağır seyreden bir hastalık olduğunu, verilen ilaçların yan etkisi ile strese girebileceğini anlattılar. Ben o anda canımın acısını, ağrılarımı, kızgınlığımı ve şikâyeti unutmuş anlatılanları merakla dinliyordum; hastanın, hastalığından ve ilaçlardan dolayı stresli olabileceğini düşündüm. Biraz sakinleştikten sonra hastanın dosyasını daha ayrıntılı inceledim, sonra da uzun uzun düşündüm. Üç gündür yoğun bakımda yatıyor olması, şu an bilinci açık olsa da tedavi esnasında aldığı ilaçların yan etkisi, kapalı bir yerde ailesinden uzak olması ve gözlerinin göremiyor olması, bir de bunlara hastalığın verdiği acı ve sıkıntılarını düşündüm…

Meslekteki ilk günlerimde telaş, korku, kaygı, güven gibi karışık duygu yoğunlukları yaşardım. O günlerde yüreğimde güzel telaşlar, bedenimde hiç bitip tükenmeyecek enerjiyi hissederdim. Gücün olduğu o günlerde, formamız üzerimizde olsa da olmasa da “Biz hemşireyiz, her zaman göreve hazırız.” anlayışındaydık. Hayatını kurtarmaya çalıştığım kazazede, kanamasını durduğum yaşlı teyze, yatağında takip ettiğim hasta, son nefesindeki nine, biz hepimiz insanız… “Etten ve kemikten o dik duruşlarımızın ardında, aslında camdan kırılgan kalplerimiz var.” diyerek düşünüyordum. Vazgeçmiştim şikâyetten, nöbetimin sonuna doğru, sandalyemi hastanın yanına götürdüm, oturdum; sohbet ettik, tedavisini uyguladım ve sabah kahvaltısını yaptırdım. Şu bir gerçek ki, hangi durumda olursa olsun şiddet olmamalı; şiddeti, sadece, insanların içindeki vicdanı durdurabilir.

Şiddet

İşinde tecrübe sahibi olmuş bir ATT çalışanı olarak; telefonlara cevap veriyor, hastanın durumuna göre ambulans yönlendiriyor, ambulans, hastanın adresine varana kadar hasta yakınına da destek oluyordum. Telefonda, hasta yakınlarının panik yapmadan hastayla ilgilenmesini ancak hastanın durumunu ağırlaştıracak hareketlerden de kaçınmasını telkin ediyor, aynı zamanda özellikle bir trafik kazası gibi durumlarda hasta yakınının serinkanlı olmasını ve kendisini de korumaya almasını vb. bilgilerle ona yardımcı oluyordum. Bu arada öncelikle vakaya en yakın ambulansı yönlendirmeyi de ihmal etmiyordum. Ambulansın şoförüne yol durumu, vakanın adresi, hangi yolların açık ve yakın olduğu bilgisini verip, doktora da hastanın bilgilerini aktarıyor, genel bilgiler veriyordum. Hastanın, hastaneye getirilmesi gereken durumlarda uygun hastaneyi arıyor, bilgi alıyor, ambulanstaki arkadaşlarımıza bilgiyi aktarıyordum. Yoğun geçen mesailerim ve genellikle 24 saatlik nöbetlerim hep böyle geçiyordu. Bazı zamanlarda ambulans ekibimizde görev veriliyor, ekiple beraber çalışıyordum.

Ambulansta çalıştığım nöbet günlerinden birinde, gece 03.00 sularında telsizden bir adres anons edildi. Anonsa göre 45 yaşlarında kadın hasta, bizim çalışma alanımıza yakın kırsal bir yerdeydi. Hemen adrese çıkış yaptık, karanlık ve dar sokaklardan geçip hastanın adresine vardık. Bizi, hastanın oğlu olduğunu öğrendiğimiz alkollü bir genç şahıs karşıladı, eve götürdü. Ekibimizle, hastanın bulunduğu söylenen eve girdik ve yataktaki hastanın yanına gelip ön muayenesini yaptık. Muayene sonucunda hastamızın durumu normaldi, biraz şaşırsak da konuştuk, konuştukça altta yatan nedenin farklı olduğunu anladık. Hastamız, oğlunun şiddetine sık sık maruz kalan bir teyzeydi… Oğlunun şiddetinden korunmak için bayılma taklidi yapmıştı. Bu durumu, muayene için oğlunu dışarı çıkardığımızda teyze bize anlattı, çok ilginçti ama maalesef gerçekti. Muayeneden sonra durumu anladığımızı hisseden hastanın oğlu hem annesine hem de bize doğru yönelerek saldırdı. En nihayetinde biz ortamı sakinleştirip, bir yolunu bulup anneyi de alıp evden apar topar çıktık. Teyzemizin sağlıkla ilgili bir sıkıntısı yoktu fakat o evde, o adreste bırakamazdık; karakola bırakmak istedik, teyze gitmek istemedi. Daha sonra telefon ile komşularını arayıp oğlunun uyuyup uyumadığını sorduk; oğlunun uyuduğunu, daha doğrusu sızdığını öğrendiğimizde ise teyzemizi tekrar evine götürüp yatağına yerleştirdik. İşimizi düşündükçe biz sağlıkçılar olarak ne kadar kutsal ve ne kadar yüce bir iş yaptığımızın bir kez daha farkında oluyorum. Dokuz ay karnında taşıdığı, uzun yıllar bakıp büyüttüğü, yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği, canının parçası evladının saldırısından kurtulmak için bizlere imdat çığlığını duyuran teyzem… İşte o zamanlarda biz sana evladından da yakınız; biz önce yüce Allah’ın yeryüzünde şifa dağıtıcıları, sonra güçlü devletimizin hastaya uzanan yardım elleriyiz. Sırlarınızın sırdaşı, sağlığınızın bekçileri, sizlere evladınızdan da yakınız…

Meslekte 10. Yıl

İlimizin, Ambulans Servisi Komuta Kontrol Merkezi’nde çalıştığım nöbetlerden birinde, öğle saatlerinde gelen bir çağrıda, feryat eden bir annenin çığlığı vardı.

Genç anne, “Çocuğum ölüyor, nefes almıyor.” diye çığlıklar atıyor, derdini tam olarak anlatamıyordu. Anneyi biraz sakinleştirdikten sonra konuşabildik. Bu arada annenin çığlıkları arasında hemen adresi alıp ekrana attım ve telsizden, adrese ambulans görevlendirilmesi yaptım. Aynı zamanda diğer telefondaki anneye, soluk borusuna şeker takılan çocuğuna hemen müdahale edilmesinin şart olduğunu anlattım. Anneye, yapması gerekenleri telefonda tek tek anlayabileceği bir şekilde anlattım; anne yapamayacağını söylüyor ağlıyordu. Bu yardımın öneminden kısaca bahsedip anneyi sakinleştirip tekrar yapmasını ve tekrar yapmasını söyledim. Genç anne, uygulamayı yapmaya başladı; çocuğun sırtına vurma ve aynı zamanda çocuğun karnına bası (Heimlich Manevrası) uygulamaya çalışıyordu. Birinci denemede şeker çıkmadı, ikinci denemede şeker hâlâ çocuğun boğazındaydı. Üçüncü denemede çocuk cismi çıkartıp nefes almaya başladı. Telefonun öbür ucunda yani karşı tarafta çocuk ve anne ağlıyor, komuta merkezindeki çalışma masasında ben ağlıyordum. Bu arada göndermiş olduğum ambulans da adrese varmıştı. Boğazına yabancı cisim kaçan çocuk için gönderdiğimiz ambulans, yaşadıklarından çok etkilenen ve fenalaşan anneyi alıp hastaneye döndü. Bu olayda yaşadığım duygular, sözcüklere sığamayacak kadar anlamlı, tarif edilemez derecede heyecan vericiydi.

Bizler telefonda çağrıyı karşılayan sağlıkçılar olarak karşımızdaki kişileri görmeden, bilmeden, gelen yardım çağrısının gerçek olup olmadığını dahi sorgulamadan, çağrıyı yapanın endişelerini yüreğimizin derinliklerinde hisseden, hastalarımıza acil sağlık yardımıyla görevli sağlık neferleriyiz.
Tüm dünyada ve Türkiye’de etkilerini gösteren COVID-19 salgını, 2020 yılı Mart ayından bu yana dünyayı sarsmış, birçok konuda olumsuz yönde etkilemiştir. Eğitimden ekonomiye, üretimden teknolojiye birçok konuda ve birçok ülkede olumsuzluklar yaşanmış, insan kayıpları olmuştur. Bu zamanda insanlar evlerine kapanmak durumunda kalmış, bazı meslek grupları çalışanları ise mesai saatleri ikiye katlandığı için evlerine gidememiştir. Hastanelerde, 112 ekiplerinde, filyasyon çalışanlarında; artan çalışma saatleri, bitmeyen nöbetler ve kendi canımızı dahi unutup ailemize, etrafımızdaki insanlara temas korkusu, enfeksiyon bulaştırma kaygısıyla, günlerce hatta haftalarca evlatlarımıza sarılıp öpemediğimiz zamanlardan sonra bugünlere gelebildik. Bu dönemlerde, milletçe balkonlarda biz sağlıkçıları alkışladınız, gururlandık. Aynı tarihlerde medyada, haber programlarında dünyanın sayılı ülkelerinin salgındaki kısıtlı yeterliliklerine şahit oldunuz. Yaşlı insanları ölüme terk eden, aşıyı ve testi parayla yapan, başka bir ülkeye gönderilen ve salgında kullanılacak malzeme ile ilaç yardım gemisinin önünü kesip maske ve ilaçları çalan ülke haberleri gördük ve işittik… Kısacası sizler, devletimizin şifa elleri bizleri alkışlarken; başka başka ülkelerde sağlık alamayan, ilgisiz kalan, hastalığa hazırlıksız yakalanmış olmaktan dolayı bir maskeye muhtaç insanlar yaşam mücadelesi veriyordu.

Maalesef bugün ülkemizde sağlık personeline yönelik şiddetin varlığı konuşuluyor. Bu durum, biz sağlık çalışanlarını son derece olumsuz etkilemekte, bizleri âdeta çalışamaz duruma getirmektedir. Ben sadece birkaç anımı sizlerle paylaştım. Bunlar, hayatın akışında rastlanabilecek nadir olaylardandı. Ancak sağlıkçılara yönelik şiddet, maalesef her geçen gün katlanarak artıyor. Hepimiz dil, din, ırk ayrımı yapmadan gece gündüz demeden canla başla çalışan, bu vatanın evlatlarıyız. O yüzden, sağlık neferleri olarak, bu şiddetin bir an önce son bulmasını diliyoruz.