SAVAŞ GAZETECİLİĞİ VE TUTSAK GAZETECİLERİN PSİKOLOJİSİ
Savaşın hiçbir kazananı yoktur. Toplu yaşama geçilmesi ile birlikte tarihin hemen hemen her döneminde insanların birbirleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışması, arz talep dengelerinde farklılaşmalar, kıt kaynakların kullanımı, toprakları genişletme arzusu gibi çok sayıda nedenlerle savaşların olduğu görülmektedir. Ancak savaşların etkileneni sadece taraflar değildir. Savaşlar, tarafların yanı sıra sosyal, ekonomik ve psikolojik yönden çok sayıda ülkeyi de etkilemektedir. Bu nedenle tarihteki tüm savaşların bilgi kayıtlarının alınması, dünyaya doğru yönde bilgi verilmesi ve geleceğe aktarılması önem kazanmaktadır. Bu bağlamda, savaş ve gazetecilik ilişkisinin yüksek olduğu belirtilmektedir.
M.Ö. Pers Savaşlarında yaşananları anlatan Herodot, gazetecilik alanında ilk olarak kabul görmektedir. Benzer şekilde Peloponnes Savaşlarına yönelik bilgiler de, savaş gazeteciliğinin örnekleri arasında yer almaktadır. Modern anlamda ise ilk savaş muhabirinin Kırım Savaşı’nı anlatan William Howard Russell olduğu belirtilmektedir. Buradan hareketle savaş ve gazeteciliğin kökenlerinin çok eskiye dayandığı belirtilebilir.
Dünyadaki haberleri takip etme ve bunları kaleme alma veya yayına hazırlama süreci, günümüzde teknolojinin de etkisiyle hem olumlu hem de olumsuz yönde etkilenmiştir. Teknolojinin gazeteciliğe olan olumlu etkisi, bilgiye her an akıllı telefondan ve bilgisayardan ulaşmanın verdiği kolaylık olarak belirtilmektedir. Olumsuz yönü ise, bu kadar bilginin arasından doğru bilginin veya gerçeğe ulaşmanın verdiği zorluk olarak ifade edilmektedir. Bilgi paylaşımlarının artık yoğunlukla sosyal medyaya kayması da, bu alana getirilen farklı bir eleştiri olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen dünyayla birlikte gazeteciliğin de farklı türleri ortaya çıkmıştır. Gazeteciliğin tüm alanları zorlu olmakla birlikte, savaş gazeteciliği, içinde barındırdığı bazı riskler nedeniyle zorluk açısından ilk sırada yer almaktadır.
Savaş bölgelerinde haberciliği yürüten gazeteciler bazı tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Can güvenliklerinin yanı sıra psikolojik yönden travmatik bir süreç yaşamaktadır. Gazeteciler için belki de en zoru, savaş bölgesinde taraf olmadan bulunmaktır. Gerilimin ve belirsizliğin yüksek olduğu bu süreçte gazeteciler görevlerini yapmanın yanı sıra fiziksel ve psikolojik yönden etkilenmektedir. Savaş ortamından bilgi üretme ve bunu haberleştirme, savaş gazeteciliğini oldukça güçleştirmektedir. Ölümlerin, yıkıcı ve yakıcı olayların çok olması, yaşamlarını kaybetme korkusu bu duruma etki etmektedir. Savaş habercileri savaşın aktörü olmasa da, savaşı cephede iki tarafla birlikte yoğun şekilde deneyimlemektedir. Bu noktada savaşta görev yapacak gazetecilerin alanında deneyimli bireyler olması önemlidir. Savaş sürecinde işini daha güvenli yapabilmesi için gideceği bölgeyle ilgili detaylı bilgi edinmesi ve psikolojik sağlamlıklarının yüksek olması gerekmektedir.
Tarihe bakıldığında dünya genelinde bazı savaşlarda gazetecilerin esir düştüğü ve tutsak edildiği görülmektedir. 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sürecinde Mete Akyol, Ertürk Yöndem, Ziya Ergun, Yücel Hacaloğlu, Hüdai Bayık, Ahmet Kahraman, Teoman Fehim, Hami Sami Coşar, Sermet İpekçioğlu, Eyüp Sabri Kapıdağ, Cengiz Kapkın ve Ergin Konuksever’in esir alındığı bilinmektedir. Bu süreçle ilgili daha detaylı bilgi sunmak adına gazetecilere yönelik belgesel yapıldığı ve yayınlandığı belirtilmektedir. Gerek esir düşen gerekse savaş alanında görev yapan gazetecilerin bu süreçte kendi güvenliklerinin tehlikede olması sebebiyle stres yaşamaları oldukça doğaldır. Bu süreçte yaşadıkları travma, yaşamlarında uzun süreli etki yaratmaktadır. Maslow’un temel ihtiyaçlar hiyerarşisine baktığımızda da güvenlik ihtiyacı en temel ihtiyaçlar arasında yer almaktadır. Bu noktada savaşın, insanların temel ihtiyaçlarını bile tehlikeye sokması bireyleri derinden etkilemektedir.
Şiddete tanıklık etme, insanların gözlerinin önünde ölmesi gibi etkileyici durumların, psikolojide derin bir tahribat oluşturması kaçınılmazdır. Bu durum zaman zaman majör depresyon, zaman zaman da travma sonrası stres bozukluğu olarak tedavi edilmektedir. Duygu durum bozuklukları da savaşta esir düşen veya savaşta gazetecilik yapan bireylerde görülen diğer bir psikolojik bozukluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş sonrasında savaşa tanıklık eden gazetecilerin çoğunun eskisi gibi olmayacağı da bir gerçektir. Savaş sürecinde yaşanan tüm olumsuz durumlar hayatın belli dönemlerinde yeniden hatırlanmaktadır. Hatırlatıcı etkenler, bireylerin benzer olumsuzlukları yeniden yaşamasına neden olabilmektedir. Özellikle olayların yaşandığı yıl dönümlerinde yeniden eskiye dönülmekte, benzer psikolojik rahatsızlıklar tekrar yaşanabilmektedir.
Gazetecilerin, olayları doğrudan yerinde yaşamış olmaları ve yas sürecine tanıklık etmeleri psikolojik yönden uzun süreli tedavi gerektiren rahatsızlıklar yaşamalarına neden olabilmektedir. Savaş gazeteciliği yapma veya tutsak alınan gazeteci olma, savaşı yaşayan kişilerle aynı stresi yaşama gerçeği ile karşımıza çıkmaktadır. Gazetecilerde, savaş ortamındaki insanlarla bağ kurma, üzüntü yaşama, suçluluk duyma, korku ve endişeli bir dönem geçirme bu strese kaynaklık etmektedir. Tüm bunlar travma sonrası stres bozukluğu, depresyon veya kaygı bozuklukları teşhisi ile tedavi edilse de uzun süreli etkisi kaçınılmaz bir hâl almaktadır. Dikkat ve hafıza sorunları, sıklıkla geçmişe dönme, uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, rüya veya kâbus görme gibi belirtiler sıklıkla gözlemlenmektedir. Özellikle esaretin verdiği belirsizlik, yaşamının son bulma ihtimali, işkence veya olumsuz yaşam koşulları gibi durumlar, tutsak düşen gazetecilerde derin etkiler bırakmaktadır. Özgürlüğün kısıtlanması, esir tutulan yerin koşulları, ölümle yüz yüze gelme gibi durumlar, tutsak gazetecilerde farklı boyutlarda sonuçlar doğurmaktadır.
“Resilience” kavramı ülkemizde farklı tanımlarla ifade edilmekle birlikte yılmazlık, kendini toparlama gücü veya psikolojik sağlamlık olarak literatürde yerini almıştır. Savaş gazeteciliği yapan veya tutsak düşen gazetecilerin eğer psikolojik sağlamlığı yüksekse, bu süreci daha rahat atlattığı ve eski yaşamına kısmen daha iyi adapte olduğu belirtilmektedir. Ayrıca bu gazetecilere, aileleri ve arkadaşları tarafından destek sunulmasının önemi vurgulanmaktadır. Tüm desteklerin yanı sıra uzman desteğiyle normal bir yaşama dönmelerine katkı sağlanabilmektedir.
Savaşta muhabirlik yapmak uzmanlık gerektiren zorlu bir alandır. Bu kapsamda her an ölümle burun buruna yaşamakla başa çıkmanın çok da kolay olmadığı bir gerçektir. Son 20 yılda yaklaşık 1000 gazetecinin savaş bölgelerinde tutsak alındığı veya öldürüldüğü belirtilmektedir. Ölümlerin gölgesinde, ateşlerin altında hem hayatta kalmaya çalışmak hem de nesnel biçimde bilgi aktarmanın çok da kolay olmadığı unutulmamalıdır. Özellikle tutsak düşen gazetecilerin özgürlüklerinin kısıtlandığı ve savaş sürecinde yaşamlarının tehdit altında olduğu da göz önüne alınacak olursa, ruh sağlığı alan uzmanlarına çok büyük iş düşmektedir. Zorlu yaşam geçiren bu bireylerin psikolojik sağlığına katkı sunmak için kapsamlı çalışmalar planlanmalı ve yılmazlık becerileri artırılmaya çalışılmalıdır.