Sezai Karakoç Hakkında Röportaj
Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli şair ve düşünürlerinden olan Sezai Karakoç, Türk-İslam düşüncesi etrafında eserler vermiş çok yönlü biridir. Türk-İslam düşüncesine yeni bir soluk getiren Karakoç; Doğu’yu ve Batı’yı bilen, hemen her türde yazan ve güçlü kültür birikimiyle bir neslin yetişmesinde önemli yere sahip olan büyük bir fikir adamıdır. Sezai Karakoç konusunu ele aldığımız bu özel sayımızda, konuyla ilgili olarak Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alim YILDIZ ile bir röportaj gerçekleştirdik. Prof. Dr. Yıldız, Karakoç’un edebî kişiliği, ahlakı, yaşam tarzı, diriliş felsefesi ve İslam medeniyeti gibi konularda dergimize değerli açıklamalarda bulundu.
Öncelikle fikirleriyle nesillere yol gösteren, edebiyatımızın, düşünce dünyamızın ve ülkemizin büyük mütefekkirleri arasında yer alan Sezai Karakoç’un edebî kişiliği, ahlakı ve yaşam tarzı hakkında okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Sezai Karakoç; edebî kişiliği, ahlakı ve hayatıyla yolumuzu aydınlatan bir meşaledir. O, her şeyden önce bir idealin peşinden gitmiş ve bu ideali hayatına bütünüyle yansıtmaya gayret etmiş bir dava adamıdır. Onun şairliği, düşünürlüğü, sanatı, mücadelesi ve hayatı bir bütündür. Karakoç, hayatının odak noktasına İslam’ı yerleştirmiş ve zihnindeki örnek insan ve toplum modelini İslam’la şekillendirmiştir. Sezai Karakoç; Müslüman bir şair, yazar ve mütefekkir olarak çağın, insanı nasıl yanlış yollara sevk ettiğini görmüş ve bu sorumluluk üzere yaşamıştır. O, bizlere soylu bir miras bırakmış, eserleriyle edebiyat ve düşünce dünyamıza büyük bir katkıda bulunmuştur.
Diriliş düşüncesini sistemleştiren Sezai Karakoç’un, “Diriliş Felsefesi” hakkındaki görüşlerinden bahseder misiniz?
Sezai Karakoç, merkeze insanı ve toplumu alarak düşüncelerini sistemleştirmiş ve bu sisteme de “Diriliş” adını vermiştir. Karakoç için Diriliş, ülkü demektir. Onun “Diriliş” hareketiyle ortaya koymayı hedeflediği şey, İslam’a layık bireyler yetiştirerek, İslam’ın altın çağına yeniden kavuşmasıdır. Diriliş düşüncesi İslam’dan başka bir şey değildir. Çağa İslam elbisesini giydirmekten başka gayesi yoktur. İslam’ı, varlığın temel kaynağı olarak görmüş ve düşüncesini de bu şekilde oluşturmuştur. Karakoç’un asıl gayesi; insan, İslam, ruh ve medeniyet kavramlarını yeniden yorumlayarak beşerî insan olma hakikatini hatırlatmaktır. O, sorumluluğu yüklenmiş bir sanatçı olarak uyarmaktadır. O yüzden “Diriliş” düşüncesini oluştururken yerelden evrensele, toplumdan siyasete, gelenekten dine kadar pek çok konuyu ilmek ilmek işlemiştir. Hayatına almadığı şeyleri eserlerine yansıtmamıştır. Karakoç, İslam’dan bir yaşam şekli çıkarmış, içinde bulunduğumuz çağa yeni bir perspektifle bakmamızı sağlamıştır. Millete ve insanlığa “Diriliş” düşüncesi ekseninde bakmış, insana “eşref-i mahlûkat” unvanını teslim etmiş, varlığı ve var oluşu bu yönde değerlendirmiştir. Meselelere İslam medeniyeti ekseninde yaklaşmış ve düşüncesini bu eksen üstüne yerleştirmiştir.
Sezai Karakoç’un medeniyet anlayışı nedir? Bugünkü Batı ve İslam medeniyeti hakkındaki görüşlerini bizimle paylaşabilir misiniz?
Sezai Karakoç’a göre insanoğlunun en üstün vasıflarından birisi düşünme eylemidir. O, insana, Müslümanlara düşünme teklifi yapmıştır. Batı’yı da Doğu’yu da ancak düşünmekle anlayabileceğimizi söylemiştir. Fikri, düşünceyi zihinlerde açan bir çiçek olarak görmüştür. Ona göre Müslüman, düşünerek var olacaktır.
Batı ve İslam medeniyetine yönelik düşüncesinin özetini de “Masal” şiiriyle ortaya koymuştur. Şiire, bir babanın yedi oğlu konu olmaktadır. Bu yedi oğul üzerinden çağı ve insanı anlatmaktadır. Şiirde, İslam ülkelerinin çocuklarının Batı dünyası ile karşılaştıklarında onlara benzedikleri, değerlerinden uzaklaştıkları vurgulanmaktadır. Baba ise altı oğlun kaybından sonra bu acıyla yaşayamaz ve ölür. Sezai Karakoç, son oğlun ağzından şiiri tamamlar.
Ona göre Batı, düşünceyi kısıtlar; Doğu ise onu basitleştirir. Medeniyeti düşünce üzerinden temellendiren Sezai Karakoç; düşüncenin, medeniyetin ve kültürün İslam’la asıl anlamını bulduğunu ifade eder.
Sezai Karakoç’un, fikirlerini bir devlet adamı mesuliyetiyle savunduğunu görüyoruz. Buradan yola çıkarak Karakoç’un genel başkanlığını yürüttüğü Yüce Diriliş Partisi’nden ve bu partinin çıkış noktasından biraz bahseder misiniz?
Diriliş Partisi adıyla 1990 yılında kurduğu ve 1997 yılında kapatılan, 2007 yılında ise Yüce Diriliş Partisi adıyla tekrar kurduğu parti, aslında Sezai Karakoç’un düşüncesinin özeti gibidir. O, Diriliş Partisi’nin amacının “hakikat, adalet ve fazilet” olduğunu söylemiştir. Partinin amblemi de, güller açmış gül ağacıdır. Parti programında görülebileceği üzere parti, halkın ruhundan doğmuştur. Yüce Diriliş Partisi, “toplum düşüncelerinin, pratikte ve siyasi yelpazede yerini alarak; ülkemizin özgürlük, barış, esenlik içinde güvenli bir ilerlemeye ermesine katkıda bulunma amacıyla” kurulmuştur.
Sezai Karakoç’un şiirleri, kitapları arasında sizi en çok etkileyen eser hangisi olmuştur? Eser ile nasıl bir bağ kurdunuz?
Üstadın kitaplarını bir bütün olarak ele almak ve okumak gerekir. Şiir ve deneme türündeki kitapları bir bütünün, daha doğrusu bir medeniyetin parçalarıdır. Üstadın ilk okuduğum şiir kitaplarından biri “Zamana Adanmış Sözler”dir. “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiiriyle başlar bu eser. Geçmiş medeniyetimize bir bütün olarak savaş açıldığı ve şiir birikimimizin “gül-bülbül edebiyatı” şeklinde küçük görüldüğü dönemleri hatırlatarak “Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak…” mısrasıyla, medeniyetin yeniden dirilişini ilan eder sanki üstat. Belki de bundan dolayı daha çok severim bu eseri.
Diriliş, mütevazı imkânlar ve olağanüstü çalışmalar sonucu ortaya çıkan bir edebiyat ve sanat dergisi olmasının yanı sıra İslam düşüncesi ve siyasetinin şekillendiği bir yayın organı da oldu. Diriliş’in, Karakoç için önemi ve derginin misyonu hakkında neler söylemek istersiniz?
Diriliş Dergisi ilk olarak 1960’ın Nisan ayında yayımlanmıştır. Siyasi gerginlikler, öğrenci olayları had safhaya çıkmış, Türkiye tam anlamıyla bir kargaşa ortamı yaşamaktadır. Yeni bir nesil gelmiş, her şey değişmiş ve düşünüşte bir tazelenmeye, yenilenmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni bir üslup ve dil gerekmektedir. Diriliş, bu ortam içinde doğmuştur. Diriliş Dergisi bir dergiden ötedir. Ebubekir Eroğlu, Diriliş Dergisi’nin misyonunu, “Diriliş, başlangıçta düşünce dünyasına ve İslam âleminin genel durumuna bir bakış tarzı olarak belirmiştir. Zaman içinde İslam toplumlarının kendi gerçekliğini idrak etmesi ve bu amaçla geçmişteki İslam kültüründen hareketle devletlerin ve toplumların yapılanması üzerine düşünceler geliştirilmiştir.” şeklinde açıklamıştır. Ona göre yeni nesle seslenmek şarttı. Dil değişmişti. Yeni nesille eski neslin arası dil sebebiyle açılmıştı. Tam bir çıkmazdı. Yeni nesle yeni bir dille seslenmek şarttı. İşte Diriliş Dergisi, bu misyon ve amaç için yayımlanmıştı.
Karakoç’un dergiciliği ile fikirlerinin yaygınlaşması arasında bir bağ var mı?
Cemil Meriç, “Dergi, hür tefekkürün kalesi.” derken dergiciliğin fikir, sanat ve edebiyatımız için ne kadar önemli olduğunun altını çiziyordu. Çünkü dergiler toplumun fikir, sanat ve edebiyat anlayışını besleyen, yönlendiren ve değiştiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Diriliş Dergisi’nin yayın hayatına başladığı yıllar az önce de bahsettiğim üzere Türkiye’nin yol ağzında durduğu yıllardır. Çok partili hayata 15 yıl önce geçilmiş ve bunun neticesinde siyasi, ekonomik, fikrî, edebî ve çok değişik alanlarda birçok değişimin yaşandığı, yeni bir neslin meydana geldiği yıllardır. Sezai Karakoç, kendisinin de ifade ettiği üzere yenilenmeyi hedefleyen, yeniyle eskiye hitap edecek bir dergi yayımlamak hedefindedir. Sistematik bir plan ve program dâhilinde yazdığı Diriliş Dergisi’nde yayımladığı yazılar, yazdığı şiirler ve diğer sanat ürünü eserleri, ruh kökünü İslam’a hasrettiği davasına hizmet etme gayesi gütmüştür. Geçici heveslerin, günübirlik politikaların ya da değişen paradigmaların esiri olmadan gayesi uğruna gece gündüz çabalamış ve “Diriliş erleri” yetiştirmiştir.
Sezai Karakoç’un edebiyat sahnesine çıktığı yılların genel özellikleri nelerdi? Kendisi, yirminci yüzyıl Türk şiirine nasıl bir ses, nasıl bir soluk getirmiştir?
Onun ilk şiirini yayımladığı yıl 1951 yılıdır. Türk şiirinin çıkmaza girdiğine inanıldığı yıllardır bu yıllar. Bu inançla dönemin şairleri şiirde yeni açılımlar yapmak, yeni bir şiir anlayışı ortaya koymak amacındaydılar. Sezai Karakoç’la aynı dergilerde yer alsalar da onun beslendiği kaynaklardan beslenmemişlerdi. Bu şairlerden bazıları İslam’a ait değerlerle alay etmekte, divan şiirine küçümseyici ifadeler kullanmaktaydılar. İkinci Yeni şairleri içinde zaman zaman anılsa da Sezai Karakoç, keskin bir biçimde İkinci Yeni şairlerinden ayrılmaktadır. İslami kaynaklar, Sezai Karakoç’un ana ögesidir. Şiirde kapalılığı kısmi olarak savunmakla birlikte anlamın şiirden tamamen atılmasına karşıdır. Çünkü şair, toplumun öncülüğünü yapmalıdır.
Karakoç’un Türk şiiri ve muhafazakâr gelenek için önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Sezai Karakoç, sadece zamanının değil kendine has bütünlüklü duruşu, şiire karşı tavrı, İslam’dan neşet eden medeniyet ve gelenek algısıyla Türk şiirinin çığır açıcı şairlerinden biridir. Onda vücut bulan som şiir, nefesini İslam’dan almış, geleneği şiirinde ve sanatında içkin hâle getirerek “dirilişin” yolunu açmıştır. Sezai Karakoç, geleneği donuklaştıran, eskimişlikle eşdeğer gören anlayışa karşıdır. Geleneği, zamanın akışı içerisinde faydalanılması gereken miras olarak ele alır. O, şiirimizi Hz. Peygamber’e kadar götürür, geleneği bu bakış açısıyla değerlendirir. “Gelenek, şairin ilk dünyasıdır.” derken, geçmişin dünyasını bugüne taşımayı, zamanın ruhuyla yoğurmayı ve yeni bir hâl ortaya koymayı teklif eder. Şair böylece hem geçmişin birikiminden faydalanarak kendini bulacak hem de “gelenekle hesaplaşarak gücünü ortaya koyacaktır”. Sezai Karakoç, içinde bulunduğu şiir ortamına geleneğe yaslanarak yeni bir ruh üflemiş hem de düşüncesini bu dünya üzerine bina etmiştir. O’nun şiiri gelenekselci değildir. Çünkü gelenekselcilik, eskiyi tartışılmaz kabul edip hayatı donuklaştırmaktır. Oysa Sezai Karakoç, şiirinin ruhunu İslam’ın ruhundan alan gelenekle birleştirmiş, geleneği güncelleştirmiş, taklitçilikten uzak durarak yeni bir hâl ortaya koymuştur. O, Ahmet Oktay’ın ifadesiyle şiirin “Resmî İdeoloji Tarafından Dışlanan” bir şairidir. Buna mukabil gerek devlet gerekse şiir bazında hiçbir iktidarın güdümüne girmemiş, kendine has gündemi dışındaki gündemleri reddetmiştir. Onun şiiri, bütün modernliklerin ortasında “aşkın, hürriyetin, arayışın ve ölümün” şiiridir. İnsanı, sahip olduğu her şeyden soyutlaştırarak robotlaştıran dünyaya karşı, dinin ortasında yeşeren geleneği ve medeniyeti kuşanarak insanı insana iade etmiştir.
Sezai Karakoç, şiirlerini kaleme alırken divan edebiyatından çokça faydalanmış, eski şiirimizi olduğu gibi almamış, onu yenilemiş ve ona yeni bir ruh giydirmiştir. Şiirlerinde kaside, beyit gibi formları; teşbih, telmih, mübalağa gibi sanatları kullanmıştır. Taha’nın Kitabı, Leyla ile Mecnun modern bir mesnevidir. Hızır’la Kırk Saat, Gül Muştusu, Ayinler isimli kitapları da yine sesini gelenekten alan ama bugüne ve yarına seslenen eserlerindendir.
Karakoç’un düşünce sistemi ve fikirlerini yansıttığı eserleri bugün dahi konuşulmaktadır. Karakoç’un fikrî yapısının toplumsal özelliği gereği bu eserlerinde okuyuculara verdiği mesajlar hakkında neler söylenebilir?
En başta da ifade ettiğim üzere Sezai Karakoç, düşüncesinin temeline İslam’ı yerleştirmiştir. Bu sebeple de ahlak, fazilet, adalet, insan, kardeşlik, aile gibi kavramlar üzerinde durmuş, insanlığın kurtuluşunun bu değerlere sahip çıkmakla mümkün olacağını söylemiştir.
Karakoç’un düşünce hayatının oluşmasında etkili olan ve düşüncelerinin şekillenmesinde öncülük eden isimler hakkında neler söylemek istersiniz?
Onun düşüncesinin şekillenmesinde öncülük eden insanlar İslam’a ve insana hizmet etmiş, bu gaye için çalışmış insanlardır. Yunus Emre, Mevlânâ, Şeyh Galib, Mehmet Âkif, Necip Fazıl gibi isimler onu besleyen kaynaklardır. Mevlânâ, Yunus Emre ve Mehmet Âkif’le ilgili müstakil kitapları, aslında bu şairlerle birlikte kendi şiirini ve sanatını da bize anlatır. Fakat Karakoç, sadece bu isimlerden beslenmemiş, Batılı şairleri ve düşünürleri de takip etmiş, Arap şiiriyle ilgilenmiştir. “İslam’ın Şiir Anıtlarından” ve “Batı Şiirlerinden” kitapları da, bize bu konuda fikir vermeye yeterlidir. Kısacası yeryüzünde var olan bütün kelimeler onun sesine ses katmıştır. Sezai Karakoç tek yönlü beslenmemiştir hem Doğu’yu hem Batı’yı iyi okuyan ve iyi bilen bir şair ve yazardır.
Mehmet Âkif’ten Necip Fazıl’a, Nurettin Topçu’dan Sezai Karakoç’a kadar döneme damga vurmuş isimlerin idealize ettiği gençlik anlayışına baktığımızda, Karakoç’un ideal gençlik tasavvuru hakkında neler söylemek istersiniz?
Mehmet Âkif için “Asım’ın Nesli” ne ise; Sezai Karakoç için “Diriliş Eri” de odur. Diriliş eri umuttur; savrulmaların, kendi özünden uzaklaşmanın, yabancılaşmanın ortasında değerlerine sahip çıkıp onu bayraklaştırandır. “Masal” şiiri, bunun en güzel ifadesidir. Kalbine dönüp hayatı yenileyen, düşünen, sorgulayan ve gür bir sesle anlatan bir gençlik hayal etmektedir Karakoç. Kendini arayan, insana yol gösteren bir deniz feneridir Diriliş eri. Sezai Karakoç; hayatı değiştiren, özgürleştirici düşüncenin peşinde olan, ruhunu terbiye etmiş, tevazu sahibi, tefekkür kalesinden bir an olsun inmeyen, çilesinin peşinden ayrılmayan, İslam için durmadan çalışan bir gençliğin peşinde olmuş ve “Diriliş” düşüncesini bu hasletler üzerine bina etmiştir.
Türk dilini en etkili biçimde kullanan yazarlardan biri olan Sezai Karakoç’un hafızalara kazınan pek çok şiiri olsa da Mona Roza’nın yeri ayrıdır diye düşünüyorum. Bu şiirin kısaca hikâyesini ve Karakoç’a olan yansımasını sizden dinleyebilir miyiz?
Mona Roza, çok bilinen ve kitaba girmeden önce uzun yıllarca fotokopi yoluyla çoğaltılarak elden ele dolaşan ve en çok okunan şiirlerden biridir. Bu şiiri, üstadın “Leyla ile Mecnun” kitabı çerçevesince okumak gerekir diye düşünüyorum. Üstadın vefatından sonra konunun magazinleştirilmesi beni bir hayli üzmüştür. Bu durum, en hafif ifadeyle üstada ve ruhaniyetine de büyük bir saygısızlıktır.
nHocam son olarak üniversiteniz tarafından Karakoç’a Fahri Doktora unvanı verildi. “Ruh dünyamızı aydınlatan bir diriliş eri.” diye tabir ettiğiniz Karakoç ile ilgili okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Üstadı öğrencilik yıllarımda birkaç kez ziyaret edip, sohbet etme imkânını bulmuştum. Gerek öğretmenliğim ve gerekse akademik hayatımda bazı kitaplarını defalarca okumuş ve öğrenci gruplarıyla da toplu okumalar yapmıştım. Rektörlük görevim sırasında “Fahri Doktora” verme konusu hep aklımdaydı fakat üstadın ödül kabul etmemesi beni hep düşündürmüş ve bu konuyu nasıl çözebileceğimiz üzerinde de kafa yormuşumdur.
En son şu neticeye vardık, biz senatoda “Fahrî Doktora” kararı alıp üstada bizzat götürecektik, kabul etmese de bize düşen buydu. Neticede İstanbul’a giderek bürosunda belgeyi kendisine takdim ettik. Belgeyi kabul etmekle o bizi ödüllendirdi. Mekânı cennet, makamı âlî olsun.
Kimdir?
1968 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta, yükseköğrenimini Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Aynı fakültede Türk-İslam Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul, Aydın ve İzmir’de öğretmenlik görevlerinde bulundu. 1998 yılında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi oldu. Doktora çalışmasını 2002 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tamamladı. 2004’te Yardımcı Doçent, 2006’da Doçent, 2012 yılında da Profesör oldu.
Değişik gazete ve dergilerde şiir ve yazıları yayımlandı. Muştu ve Buruciye Edebiyat dergilerinde yayın yönetmenliği, Sultanşehir dergisinde sanat danışmanlığı görevini üstlendi. Şiirlerinden bir kısmı bestelendi.
Prof. Dr. Alim Yıldız’ın yayımlanmış 30’un üzerinde kitabı, ulusal ve uluslararası toplantılarda sunduğu çok sayıda tebliği ve çeşitli dergilerde yayımlanan ilmî makaleleri bulunmaktadır.