Şiddet, Kuvvet, Meşakkat ve Yönetim
Doğum, vücuttaki şiddetli ağrılarla başlar. İnsanın var oluş mucizesi ilk andan kuvvetli bir hükmün gerekleriyle gerçekleşir.
Doğanın güçlüleri ve güçsüzleri arasında kuvvet orantılı bir denge var. Hayvanların doğalarına nesnel bir yaklaşımla bakarsak, yaşam için şiddet son derece doğal bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Psikolojik olarak insan dört temel duygu barındırıyor: Neşe/keyif, öfke/korku, tiksinme, üzüntü/hüzün…
Korku ve öfke, çok kuvvetli bir duygu durumudur. İnsan, öfke duyduğunda aklı ve sağduyuyu kullanamayabilir, iradesini kontrol edemeyebilir ve fiziki bir eylem gerçekleştirebilir. Bu eylem, istem dışı kişinin kendisine ve çevresine zarar veriyorsa şiddet uygulamış olur.
Fiziki şiddet; bireylerin yaralanması, intihar etmesi, ölmesi gibi durumları ortaya çıkarabilir. Günümüzün en büyük sorunlarından biri hâline gelen fiziki şiddet, toplumsal hayatı her türlü olumsuz etkiler. Fiziki şiddetten önce başlayan psikolojik şiddet, sözlü olarak durmadan birine baskı ve zorlayıcı ifadede bulunmadır.
Toplumsal düzeni sağlamak amacıyla, fiziki ve psikolojik şiddette bulunan kişiler, devletin ceza yöntemiyle disipline edilir. Cezalar uygulanmaz ve yetersiz kalırsa, aklı ve sağduyu ile hareket edemeyen, eğitimsiz bir toplum; kısır bir döngüde yaşanamaz, çığırından çıkmış bir toplum hâline dönüşür. Günümüzde en sık duyduğumuz kadına karşı şiddet, sosyolojik açıdan ele alındığında, öncül sebeplerin tümü ele alınmalıdır.
İnsan şiddete küçük yaşlarda maruz kalırsa, büyüdüğünde de bunu uygulama eğiliminde olacaktır. Bu sebeple öncelikle ruhsal açıdan sağlıklı bir anne-baba ile büyüyen çocuk, doğru bir ortamda büyüyordur. Sağlıklı anne-baba kimliği ise cinsiyet karmaşası kabul etmez. Bunu söylerken özellikle siyasi popülarite elde etmek isteyen Batılı toplum liderlerinin açtığı çukurlara düşen yarı eğitilmiş toplumlar, bu cinsiyet karmaşasında nesillerini kaybedecektir. Zira bu toplumların çöküşü de kendilerine vurdukları bu darbeden çok etkilenecektir. Toplum olarak yaşamak mı günden güne radikalleşen azınlıklar mı?
Günümüzde bu sorunun cevabıyla birlikte küresel dediğimiz her türlü sorunun cevabı insanın doğasını etkilemekte, doğal dengesini bozmaktadır. Dağ başında yaşayan çoban dahi anlayamadığı küresel sermayenin bir ucundan tutarak akıllı telefonla hiç bilmediği, doğasına aykırı her türlü şeyi görüp izleyebilmektedir. Sosyal dejenerasyon, önüne cep telefonu konulan 6 aylık bebekle başlamaktadır. En acısı odur ki en yetişmiş diyeceğimiz eğitimli insanlarımız dahi çocukla ilgilenmenin meşakkatinden kaçış yolunu, cep telefonu ve bilgisayar gibi teknolojik araçların sunduğu ve bize dayatılmış olan çoğu anlamsız programlara yüklemektedir. Empati ve düşünme yoksunu çocuklar; sorduğu soruya cevap verilmeyen, paylaşmayı görmemiş, hep almayı bilmiş, yoksulluk çekmemiş, gereksiz bir dünya bolluğunun içine hapis olup ebeveynlerinin onlar için sadece yeni ayakkabı ve giysiler alma yarışında olduğu yalnız bırakılmış çocuklardır. İşte o çocuklardır ki ileride sabrı ve şükrü bilmeyecek, her nefsani yoksunlukta saldırgan davranışlar gösterecektir. Şiddet eğilimi, böyle büyüyen çocuklarda inanç boşluğu, ahlaki çöküş, kötü ve zararlı madde kullanımı gibi etkenlerle genç yaşta kendini gösterir ve iyi bir rehabilitasyon ve sağlıklı bir ruhsal denge kuramadığı sürece kısır bir döngü olarak onun kuracağı ailede de çocuklarında da devam eder.
Sosyo-psikolojik açıdan sözlü şiddet, bireylerin tüm hayatını karartabileceği gibi bunun cezai argümanını hukuk sistemi artık daha fazla konu edinir hâle gelmiştir. Sağlıklı bir toplumun rant, reyting amacı gütmeyen sosyal politikaları olacağı gibi birleştirici, uzlaştırıcı, eğitici ve öğretici, kültürel bir devlet dili de muhakkak olmalıdır ki bireyden üste doğru öykünerek toplumsal iyileşme gerçekleşsin.
Toplumsal açıdan şiddet, sadece katı kurallar ve baskıcı bir toplumla ilişkilendirilemez. Zira şiddet, toplumların dönüşüm zamanlarında bir yöntem ya da itici kuvvet oluşturmak amacıyla her zaman kullanılmıştır. Burada Ziya Paşa’nın Tanzimat Dönemi’nde kaleme aldığı meşhur beytini anmadan geçmeyelim: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Bu beyti pek çok kişi şiddetle ilişkilendirerek, tarihsel süreç içerisinde değerlendirmiştir.
Bireyler devletlerin çocukları ise eğer, ekonomik şiddet de toplumsal ve sosyolojik açıdan dikkatle değerlendirilmelidir. Zira bireylerin ekonomik açıdan ağır yük altında kalması, psikolojik yıkımları ve şiddeti körükleyecektir.
Burada, toplumların yönetim anlayışlarının ve hedeflerinin, toplumsal insani etik kurallardan, ahlaktan yoksunlaşarak saf akıl ve sınırlar bendine çekilmesi sonucu oluşan kayırmacı anlayışla “biz ve ötekiler” olarak belirlenmesi, medeniyeti her zaman şiddeti içerisinde barındıran bir varlık hâline getirmiştir. Suriye savaşı meselesinde Avrupa toplumlarının ötekileştirdiği mülteciler gibi.
Fransız Devrimi, 1. ve 2. Dünya Savaşları, İngilizler tarafından sömürülen doğunun zenginlikleri ve Uzak Asya insanlarının yaşadıkları, Sırpların yaptığı soykırımlar, Suriye’nin mevcut durumu ve onlarcası, medeniyet dediğimiz yapay gökyüzüne bir kurşun atımı mesafede her gün çoğalarak açılan kuvvetli şiddet içeren yönetimsel kanlı deliklerdir.
Umulur ki âdemi beşer olan insan, sözlü ve fiziki şiddete başvurmayacak kadar akli melekelerine ve idrakine sahip olsun. Hayvana, insana, doğasına, sevdiğine ve sevmediğine saygı gösterebilsin. Bu fitili ateşlenmiş, ruhu kirletilmiş dünyanın suları temizlensin, âdemi beşerin elleri yıkansın. Ütopik hayallere dalamayacak kadar gerçekliğe sıkıştırılmış bir çağ için yine Ziya Paşa’nın sözleriyle bitirelim:
“Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönekdir.”