Şiddet Sarmalı ve Terörizm
Dünya’da ve Ülkemizde Şiddet Olayları Artıyor:
Şiddet ve saldırganlık üzerine yapılan araştırmalarda başta son derece doğal ve kontrol edilmesi gereken biyolojik ve etolojik gerekçeler bir kenara bırakılarak, yıllara göre yapılan araştırmalardan anlaşılan sonuç, yeryüzünde şiddet gittikçe artmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan saygın sosyal psikoloji kitaplarında şiddetin artışı ile ilgili olarak verilen bilgilere göre:
“…Çeşitli ülkelerdeki suç istatistikleri, cinayet ve diğer şiddet içerikli suçların artıyor olabileceğini göstermektedir. Özellikle ABD’de durum budur. ABD Adalet Bakanlığı (2001), 1900’den başlayarak 1997’ye kadar her 100.000 kişiye düşen cinayet oranına ilişkin bir rapor hazırlamıştır. Bu rapora göre söz konusu oran 1900’de 1/100.000, 1957 yılında 3/100.000, 1980’de ise 10/100.000’dir.” (Hogg, Waughan, 2007:485)
Bu bilgiler, nüfus artışına oranla da olsa, şiddet olaylarının en acımasız olanında ortaya çıkan artışı göstermesi bakımından önemlidir. Yine ABD’den bilgi vermek gerekirse, şiddetin 2020 rakamlarına göre sadece cinayet vakaları açısından değerlendirmesini yaparsak, TRT Haber’in 14 Ocak 2021 tarihli haberinde yer aldığı gibi son on yıl içinde %26’lık artış göstererek, 19.000’e ulaşmıştır. Ülkemizde her gün televizyon haberlerine konu olan kadına şiddet olayları ile ilgili olarak ABD’deki gelişmelere göz attığımız zaman 7 Ekim 2020 tarihli Anadolu Ajansı’nın haberine göre her gün ortalama üç kadın öldürülmekte, dakikada ağır ve hafif olmak üzere 24 kadın şiddet görmektedir. Toplam olarak yılda 12 milyon kadının şiddet gördüğü anlaşılmaktadır. Gelişmiş diğer ülkelerle karşılaştırıldığı zaman 21 kat daha fazla olduğu görülmektedir. Avrupa ülkelerinin tamamında şiddetin yıl yıl artmakta olduğu görülmektedir. Avrupa’da İngiltere örneğine baktığımız zaman geçmiş on yıllık rakamlarda %120’lik bir artış olduğu görülmektedir.
Bu durum, şiddet olaylarının çağımızın en önemli sorunlarından biri olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir. Ülkemizde de şiddet olaylarındaki artış, gelecek yıllar için ciddi önlem almamız gereken boyutlara ulaşmaktadır.
Türkiye’de şiddet olaylarını; metropollerdeki şiddet olayları ile diğer bölglerdeki şiddet olayları olmak üzere ikiye ayırarak konuya bakmak gerekir. Metropollerde özellikle dış ve iç göç sebebiyle ortaya çıkan kozmopolitleşme eğilimi nedeniyle suç ve suça yönelme şiddeti artırmaktadır. Bu yüzden alınacak sosyol kültürel ve asayiş önlemlerinin buna göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Metropoller dışındaki il, ilçe ve köylerde ortaya çıkan şiddet olaylarının sebep ve sonuçları ile alınacak önlemler konusunda daha kesin bilgi ve bulgulara sahibiz. Ancak metropollerdeki şiddet olaylarının ülkemiz açısından çok büyük tehdit yarattığını unutmamamız gerekmektedir. Bunun için de ülkemizdeki şiddetin sebepleri ile ilgili olarak ciddi çalışmanın yapılması gerekmektedir.
Ülkemizde Şiddetin Dayandığı Temel Gerekçeler
A. Töre ve Şiddet
Geleneklerimizle sosyal değişme arasında ortaya çıkan ve gittikçe derinleşen uçurum sebebiyle şiddetin arttığı ve derecesinin de buna bağlı olarak ağırlaştığını söyleyebiliriz. Törelerimizle şiddet arasındaki bağlantının en önemli örnekleri arasında kan davaları ve namus davaları bulunmaktadır.
B. Bireysel Şiddet
Şiddet olaylarının, başta metropoller olmak üzere, ülkemizin her bölgesinde artışın başlıca sebepleri arasında bireysel şiddet olayları gelmektedir. Bireysel şiddet, toplumsal ve sosyal/psikolojik yapımızla doğrudan ilgilidir. Özellikle olaylara bakış açımızdaki duygusal boyutların bizi şiddete sürüklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Sosyal psikologlar, bireysel şiddetin insanın biyolojik yapısından kaynaklandığını, kontrol edilebilir ve kontrol edilemez bir saldırganlık eğilimi olarak karşımıza çıktığını da kabul etmektedirler.
C. Şiddet ve Medya
Şiddetle ve son yıllarda hızla gelişen görsel, işitsel ve sosyal medya mecraları arasında önemli ölçüde bağlantı bulunmaktadır. Medyada sunulan şiddet haberlerinin yapısı, içinde taşıdığı mesajlar, toplumda şiddetin olağan karşılanmasını sağlayan önemli sebepler arasında yer almaktadır. Bu yüzden medyada şiddet olayları ile ilgili olarak çıkan haberler, şiddeti olağanlaştırdığı gibi toplumda şiddet, korku ve birbirine karşı güven duygusunun sarsılmasına, toplumsal dayanışmanın yok olmasına sebep olmaktadır.
Algı yönetimi konusunda üst düzey yöneticilere yaptığımız sunumlarda birçok kere ifade ettik. Bu konuda yöneticilerimizin medya mensupları ve medya yöneticileri ile yaptıkları toplantılar kısmen etkisini göstermiş olmasına rağmen yeterli değildir. Örnek vermek gerekirse son derece saygın olan, geniş kitleler tarafından izlenen medya mecralarında şiddet olayları haber değeri olan bir bilgi olarak paylaşılmaktadır. Bu da izleyicide, ülkede sadece şiddet olayları varmış izlenimi uyandırmaktadır. Oysa haber değeri olan, toplumsal dayanışmayı güçlendirici birçok olayda olmaktadır. Bunların oranlanması ve haberlerin ona göre yapılması gerekmektedir. Bu, şiddete ve kötülüklere karşı iyi, doğru ve güzel olayların da olduğu gerçeğinin vurgulanmasını sağlayacaktır.
D. Kadına Şiddet ve Türk Medyası
Özellikle ülkemizde kadına şiddet konusunda bir kaos yaşanmaktadır. Medya, sözde, kadından yana yaptığı pozitif ayırımcılıkta büyük bir hata içindedir. Bu o noktaya gelmektedir ki, erkeklerin, âdeta toplumumuzun erkek egemen yapısından kaynaklanan bir durumla kadınlara saldırdığı algısını oluşturmaktadır. Öncelikle şu bilinmelidir ki, ister kadına ister erkeğe yapılsın şiddet şiddettir. Olaylara cinsiyet ayırımı açısından bakılmaması gerekir.
İkinci önemli nokta en saygın ve ciddi haber kanalları ve gazetelerde bile verilen cinayet ve şiddet olaylarında habercilik ilkeleri göz ardı edilmektedir. 5N/1K medyanın habercilik konusunda olmazsa olmaz metin kalıbı unsurudur. Cinayetin veya şiddetin en önemli unsurlarından birisi gerekçedir. Yani “neden?” sorusudur. Hiçbir haberde neden sorusunun karşılığı görülmemektedir. Bir insanın hangi sebeplerle cinayet işlediğinin bilinmemesi, cinayetlerin önlenmesini imkânsız hâle getirir. Sebep bilinmeli ki sonunda bir facia ortaya çıkmasın. Unutmamak gerekir ki ABD’de yapılan bir hesaplamaya göre toplumda açtığı maddi ve manevi yaraların yanında mali boyutu da 8.3 milyar dolar olarak hesaplanmıştır.
Şiddet ve Terörizm
Osmanlıdan Cumhuriyet’e ülkemizi on yıllardır tehdit eden siyasal şiddet üzerinde de ayrıca ve özenle durmak zorundayız. Bilmeliyiz ki siyasal şiddet, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesinde jeopolitik bir araç olarak kullanılmış, aydınlarımız bu aracın sadece figüranları olmuşlardır.
Cumhuriyetin ilanından sonra da siyasal şiddet aynı jeopolitik araç olma özelliğini sürdürmeye devam etmiştir. Bunun acıları toplumsal bir travma olarak devam etmektedir. Siyasal darbelerin hemen tamamında şiddet, siyasal ve jeopolitik amaçlar için kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedir. Özünde, büyük devletlerin Orta Doğu’da amaçlarına ulaşmak için kullandıkları bu iğrenç silah, zaman zaman yaldızlı sözlerle abartılmış deli gömleklerinden başka bir şey olmayan ideolojiler olarak idrakimize giydirilmekte, binlerce insanın ölmesine, ülkemizin acı ve gözyaşı içinde kalmasına sebep olmaktadır.
Öte yandan demokrasi ve insan hakları gibi insanlığın ulaştığı en yüksek yönetim ve toplum ilişkileri şeklinin adı kullanılarak toplumlara dayatılmaktadır. Çok yakın zamanda yaşadığımız “Arap Baharı” kavramı, bunun en acı örneklerindendir. İslam dünyasına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmediği gibi doğal kaynakları ustalıkla sömürülmektedir.
Ülkemizdeki bölücü ve ayrılıkçı terörün de dayandığı siyasal şiddet, gerçekte büyük devletlerin ülkemize yönelik jeopolitik amaçlarının doğal bir yansımasıdır. Bu sistematik şiddet hareketlerinin ülkemize verdiği zarar milyarlarca doları bulmuş ve bulmaya da devam etmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin, şiddet algısını bir bütün olarak derinlemesine doğru analiz etmesi ve onunla topyekûn bir savaş içine girmesi kaçınılmazdır.
Şiddetin Yarattığı Toplumsal Tehdit:
Şiddetin yarattığı tehdidi iki boyutu ile ele almak gerekir. Bunlardan ilki, tarihî ve evrensel boyutudur. Çok eski dönemlerden beri büyük medeniyetlerin yok olmasında kaynağı ne olursa olsun sistematik olarak ve bir salgın gibi gelişen şiddet olayları yatmaktadır. Dikkatle incelendiği zaman birçok medeniyetin çökmesinin temel sebeplerinden birisi ister toplumsal olsun, isterse bireysel olsun şiddet olaylarıdır. Roma İmparatorluğu ve Bizans’ın yıkılmasının temel sebepleri arasında bireysel ve toplumsal şiddetin önünün alınamaması gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde Yeniçeri ayaklanmaları ile başlayan, daha sonra toplumun diğer kesimlerine yayılan toplumsal şiddetin etkisi büyüktür.
Bu yüzden dünyanın en istikrarsız bölgelerinden birinde olan ülkemizin, bütün yaldızlı sözlere kulaklarını tıkayarak, ülkemizde nereden gelirse gelsin şiddete karşı topyekûn savaş ilan edilmesi ve bunun mutlaka üstesinden gelinerek ülkemizde kalıcı bir istikrarın sağlanması gerekir.
Tehdit için Önlemler:
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bireysel, toplumsal, siyasal veya ideolojik adı ve türü ne olursa olsun şiddet olayları yalnızca güvenlik güçleri tarafından önlenemez. İnsanlık tarihinde bunun birçok örneği bulunmaktadır. Şiddet kaynakları belirlendikten sonra bir yandan sebepleri bir bir ortadan kaldırılırken, öte yandan da eğitim faaliyetleri ile beyinlerden silinmesi gerekir.
Her şeyden önce ve öncelikle sistematik bir eğitim programı ile beşikten mezara şiddet konusu üzerinde çalışılması gerekir. Eğitimin her türlü vasıtası kullanılarak toplumun bütün kesimleri şiddet konusunda eğitilmelidir.
Temel noktalardan bir başkası, etkili iletişim stratejileri hayata geçirilerek toplumun fertlerinin, kamu ve özel kesimlerin, sivil toplum örgütleri ve meslek gruplarının bilgilendirilmesi gerekir. Böylece iletişim kopukluklarının yarattığı anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması gerekir. Bugün sağlık sektöründe karşılaştığımız şiddetin en önemli sebeplerinden birisi, sağlık iletişimi alanında ülkemizin çok yetersiz olmasıdır. Hasta, şikâyetleri ve duygularını anlatamadığı gibi sağlık personelimiz, acı içindeki hastanın duygularından habersiz iletişim kurmaya çalışmaktadır.
Topyekûn savaş derken üzerinde durmamız gereken temel noktalardan biri de sivil toplum örgütlenmesinin yaygınlaştırılması, yönlendirilmesi ve bu konuda etkin bir biçimde kullanılmasıdır.
Bugün nüfusu 10 milyonu geçmeyen kalkınmış ülkelerde, bir kişinin en az 5 ve daha fazla sivil toplum örgütüne üye olduğu, yine 8 milyon nüfusu olan bir ülkede 17 milyon sivil toplum örgütü mensubunun bulunduğu göz önüne alınırsa, bizim de mutlaka aynı yöntemle sivil toplum örgütlerine üye sayısını artırmalıyız ve devlet olarak sivil toplum örgütlerini ustalıkla yönlendirerek güvenlik güçlerinin destek unsuru hâline getirmeliyiz. Almanya, Hollanda, İsveç ve benzeri ülkelerde, sivil toplum örgütlerinin geliştirilimiş projeler vasıtasıyla ülkenin çıkarı için ustalıkla yönlendirildiği bilinmektedir. Aynı yöntemlerin uygulanmasına özel bir titizlik gösterilmesi, uygulama sonuçlarının gözden geçirilerek başarılı sivil toplum örgütlerinin yaygınlaştırılması gerekir.
Toplumda kanaat önderi ve inanç önderi olarak önemli görevler üstlenmesi gereken din adamlarımızın, öğretmenlerimizin ülkemizin istikrarı, kardeşlik ve dayanışması için yetiştirilmesi ve yönlendirilmesi gerekir. Bunun için hiçbir masraf ve emekten kaçınılmaması gerekir. Bu iki meslek asla birtakım bürokratik görevlere benzemeyen kutsal görevlerdir. Sadece sınıfta, camide veya ibadet yerinde kalamaz. Halkın içinde halkla beraber olmak ve sorunlara doğrudan müdahale ederek barıştıran, uzlaştıran insanlar olmak zorundadırlar. Kamu yöneticilerinin de onları, yaptıkları bu olumlu hizmetler sebebiyle desteklemesi gerekir. Bu, mevcut kanun ve yönetmelikler çerçevinde gerçekleştirilebilir.
Sosyal medya mecralarının mutlaka kontrol altına alınması için özel çaba harcanması gerekir. Özellikle ülkemizde bir türlü kontrol edilemeyen, şiddeti özendiren sosyal medya mecraları ile cinsel içerikte, hayvanlarda bile görülmeyen vahşilikteki müstehcen ve benzeri sosyal medya unsurlarına karşı önleyici tedbirler yanında uyarıcı çalışmaların da yapılması gerekir.
Birbirini sevmeyen ve destekleme, istek ve arzusu içinde bulunmayan toplumların, her türlü şiddete açık, bağışıklık sitemi zayıf insanlardan farkı yoktur. Her ne pahasına olursa olsun birlik ve beraberlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek, en öncelikli devlet görevleri arasında yer almalıdır.
Kaynak
1- Hogg- Vaughan, Sosyal Psikoloji, Ütopya Yayınları, İstanbul 2007