Suskunluğun Çatlakları
Anlamsız olaylara çözüm bulamayınca gece saatlerce düşündü. Küçükken babası ona hep “güzel, narin incim” diye seslenirdi, kendini hep çok değerli ve sevgi dolu hissettiği zamanlardı. Sonra ne olduysa âşık oldu, ailesi vefat etti ve kendi incisi, kızı doğdu.
Porselen bebeği kutusundan çıkarırken Pearlina’nın kızı sevinçten yere göğe sığamadı. Odasını renklerle süsleyenler gibi yepisyeni bebeğine isim aradı. “Anne! Anne! Papatya nasıl? Bak elbisesi beyaz, gözleri yeşil, saçları sarı! Çok tatlı olmaz mı?” Pearlina gülümseyince kızı cevap beklemeden babasının kollarına atladı. “Bir dahaki mor saçlı olabilir mi? Baba bunlardan bir sürü var!” Hem de nasıl, diye düşündü kadın. Sarışın, kumral, kızıl, binbir farklı göz, Pearlina’nın parçalamak istediği birbirinden güzel porselenler. Boğazı yine düğümlendi, gözlerindeki yaşlar artık sinir ve zehir doluydu, dik durdu, kırılmayacak, kızının yanında güçlü kalacaktı. Zaten artık pek bir şey diyemiyordu, kavgalar evde yankılanmaktan sıkılmış, bitkinlik kaplamıştı duvarları. Her bağırdığında kızının koleksiyonu büyüyordu. Eşi bilerek yapıyordu, Pearlina, kızının elinden o bebekleri alsa, en sevdiği oyuncaklarına dokunsa, kızı çok üzülürdü. Anne yüreği kızını korumak için içten yavaş yavaş çatlamayı tercih ediyordu. Acısının en küçük emaresini bile hissettirmedi ona. Büyüsün bitecek. Birkaç sene sonra beraber gideceğiz. Tek tesellisi şuydu: Bir gün kızı porselen bebeklerden sıkılacaktı. Hiçbir şey düşlerindeki gibi olmadı. Olay o kadar ilginç boyutlar aldı ki Pearlina’nın kızı zanaatkâr oldu ve kendi porselen bebeklerini yapmaya başladı, kendine butik açtı. Anne, hâlâ acılarını dile getirmedi. Kızının yeteneğini destekledi, eşine her an hakaret etti. Artık babasının getirdiği hediyeler bebek değildi ama ne zaman babasından fikir istese, babası yeni sevgililerinden esinlenip fikir veriyordu. Pearlina artık kaç kadın olmuştu bilmiyordu, ne sayacak ne katlanacak gücü kalmıştı.
Seneler geçtikçe Pearlina’nın sessizliği dışa vurmuştu. Bir şeyler oluyordu, durmadan çatlaklar tenini kaplıyordu. Kızı, şimşeklerin tenine düştüğünü söyleyip bunun güzel durduğunu söylese de Pearlina kendisinden nefret ediyordu. Yaşlılığın Pearlina’nın yüzünü ve vücudunu mahvettiğiyle ilgili etrafta dedikodular dolaşıyordu. Kocasının bu yüzden gözünü başka taraflara çevirdiği söylentileri bitmek bilmiyordu. Kimse Pearlina’nın kızının butiğindeki bebeklerin kimlere benzediğini söylemiyordu. Doğru ya, gerçekler sessizlik doluydu ancak yalanlar çığlık atıyordu. Kadın bazen dedikoducuların kendi evlerinde boğulan kirli sırlarını yüzlerine vurmak istiyordu ama o kişilerin çocuklarını üzmemek için susuyordu. Onların bir suçu yoktu, yuva yıkan olmak istemedi hiçbir zaman. Bazen kızanlar da oluyordu. “Pearlina, neden susuyorsun? Boşa artık onu. Kızın büyüdü!” Evet, kızı büyümüştü ama bir inci gibi okyanusta saklı büyüyen kadını, tek olmak korkutuyordu. Ne bir mesleği ne de destekleyici yakınları vardı. Aslında bir de alışkanlık vardı. Düzeni bozmak onu tedirgin ediyordu. Son yıllarda eşi eve sadece kızları geldiğinde uğruyordu, hiç konuşmuyorlardı, boşanmış gibi olmuşlardı. Bir de kızları vardı, gerçeği öğrenirse paramparça olurdu.
Senelerce hayranlıkla oynadığı bebeklerinin gerçek kimliğini öğrendiği anda dünyası yıkılacaktı. Babası bir şekilde masum kızı kandırıp Pearlina’ya düşman edebilirdi. Kelimeleri içinde saklamak Pearlina’nın sığınağıydı, bir gün hepsi unutulacaktı. Sonra günün birinde, kızı eve aniden geldi ve çok güzel krem rengi bir hediye paketini uzattı. Pearlina çok mutluydu, uzun zamandır hediye almamıştı: Özenle yeşil kurdeleyi çekti, paketi açtı ve sarsıldı. Kutuda bir güzel bebek ona bakıyordu. Gözleri, saçları, boynunda asılı inci kolyesi… Her şey onun gibiydi. “Bu sefer senden esinlendim anneciğim.” Kadın dehşete kapılmıştı, gözlerinden yaşlar akınca zoraki bir gülümsemeyle kızını kollarının arasına çekti. “Çok teşekkür ederim, çok sevindim” Babanın metresleri gibi benim de raflarda bir yerim olacak. Kadın o gece uzun zamandır hiç ağlamadığı kadar ağladı. Birkaç kez bebeği duvara fırlatmaya yeltendi ama kızı çok üzülürdü, bebeği kızının çocukluk odasına götürüp eskiden bebeklerle süslü olan dolaba bıraktı ve gitti. Odaya bir hafta girmedi, tenindeki çatlaklar iyice çoğalmıştı, doktora gitmeyi reddetti. Senelerdir kendini güzel hissetmiyordu zaten, bu izler onun için bir şey ifade etmiyordu. Buna rağmen kızının eski odasına döndü ve bebeği daha yakından inceledi. Kızı, bu bebeği diğer bebeklerinden daha da detaylı tasarlamış gibiydi, porselen oyuncağın sağ kolunda bir şimşek izi gibi çatlaklar bile vardı. Kadın biraz olsun rahatladı, diğer bebekler daha özensiz yapılmıştı. Pearlina, diğer kadınların yansıması olmamıştı. Kendini kandırırken evin kapısından ses geldi ve kadın panikle odadan çıktı. Karşısında eşi duruyordu. “Ne yaptın?” diye sordu kadının yüzüne bakmadan. “Nasıl?” “Yemek diyorum akşama ne var?” Aylardır eve gelmemişti ve ilk sohbetleri buydu. Kadın pişman olacağı bir hata yapmamak için kendini zor tuttu ama eşinin ona aynı muameleyi göstermeyeceğini biliyordu. “Aç değildim, geleceğini de bilmediğim için yemek yapmadım.”
Adam koyu gözlerini bu sefer eşine sabitledi, üfledi ve Pearlina’nın kolunu yakalayıp kadının canını acıttı. “Kocan olduğunu yine unutmuşsun.” Tabii ya. “Keşke seninle hiç tanışmasaydık, her gün lanet ediyorum. Şu koluna bak, midem bulanıyor bu izler de ne böyle?” Pearlina’yı duvara çarpıp evden çıktı. Kadın korkunun duygusuna kapılıp birkaç dakika öylece düştüğü yerde, duvarın dibinde bekledi. Sonra yavaşça ayaklandı ve eşinin tutup onu fırlattığı yerde parmak izlerini gördüğünde dayanamadı midesini boşalttı. Çatlaklar neyse de bu kirli, iğrenç eller onu altüst ediyordu. Duşun altında keseyle derisini yırta yırta sabunladı; çıktığında artık parmak izleri değil sadece büyük kırmızı lekeler gözüküyordu. Günlerce uzun kollu giysiler giydi, bir kez bile koluna bakmadı, izler kaybolmadan rahatlamayacaktı. Evi süpürürken yine kızının odasına girdi ve bebeği yerde, duvarın dibinde otururken buldu. İlk önce bir ürperti hissetti, sonra saçmaladığını düşünüp bebeği tekrar dolaptaki rafa yerleştirdi. Bebeğin koluna dokunduğunda kendi kolunda bir acı hissetti. Tam eşinin dokunduğu yerde. Nedenini tam anlamasa da kadın porselen bebeğin elbisesini biraz kaldırıp porselen kollarına baktı. Aynı yerlerde parmak izleri vardı, çatlaklar da karnına kadar devam ediyordu artık. Pearlina, bebeğin ilk hâlini yanlış gördüğüne kendine inandırdı ve odadan hızla çıktı. Kapıyı kilitledi.
Anlamsız olaylara çözüm bulamayınca gece saatlerce düşündü. Küçükken babası ona hep “güzel, narin incim” diye seslenirdi, kendini hep çok değerli ve sevgi dolu hissettiği zamanlardı. Sonra ne olduysa âşık oldu, ailesi vefat etti ve kendi incisi, kızı doğdu. Kocası doğumdan sonra değişti, çürüdü ve kötülük dolu bir varlık oldu. Gerçi Pearlina ilk zamanlarda da öyle olduğunu ama o zamanlar bunu görmek için fazlasıyla aptal olduğunu düşünüyordu. Ailesinin vefatı onu yıkmıştı, kızı babasız büyümesin dedi sustu, kızım sevgisiz büyümesin, dedi görmezden geldi; kızım mutlu olsun, dedi sahte davranmayı öğrendi. Hepsi olmuştu, yapay bir dünyada, bir tiyatro sahnesinde büyütmüştü kızını, perdelerin arkasında kopan fırtınaları göstermeden akıllı, güzel, yetenekli, merhamet dolu bir çocuk yetiştirmişti.
Eşi her ne kadar berbat bir adam olsa da kızlarına hiç el kaldırmamıştı ama doğruları da anlatmamıştı. Yalanların büyüsü evlerini terk etmemişti. Daha da ötesi sahtekâr bebekler tüm arka planda dönen oyunların yüz bulmuş hâliydi. Hepsinin içinde korkunç şeyler saklıydı. Pearlina yine de dayandı, her yeri çatlasa da ayakta kaldı, ta ki bir gün kızı ona son hamleyi vurana dek. Kadın uyandı, kızı eve gelecekti, en güzel yemekleri yaptı, uzun zaman sonra süslendi, belki kızıyla birkaç fotoğraf çekilirlerdi. Sonra kızı geldi, ona sarıldı, saatlerce hayatında olup bitenleri anlattı. Çok güzel zaman geçirdiler. Akşama doğru kızı birden zıpladı ve bulaşık yıkayan annesine seslendi. “Ah! Nasıl unuturum! Bu hafta dükkâna bir kadın geldi, o kadar güzeldi o kadar narindi ki! Teni inci gibi bembeyaz, aklıma küçükken oynadığım Papatya geldi. Galiba ona benzer bir bebek yapacağım, aklıma çok güzel fikirler geldi!” Heyecanla bir şeyler anlatan kızın sesine parçalara ayrılan porselen fincanlarının yankısı eşlik etti. Demek Papatya’ya dönmüştü. En kötüsü bu bile değildi, Pearlina kahroldu, kendi kızı, her şey için sessizliğin kuyusunda boğulduğu kızı ona öyle bir çarpmıştı ki. İnci gibi…
Artık kadın isminden de nefret etti, kırılan parçaları ellerinin arasında sıktı, kan akıttı. “Anne! Anne ne yapıyorsun!” Kızı panikle annesinin ellerini çekti ve banyoya yöneldi ama kadın artık hiçbir şey duymuyordu. İnci gibi… Madem inci gibiydi, neden Pearlina yetmemişti? Madem sadece inci olmak gerekiyordu neden başkaları gelmişti? Kızını bile büyülediyse, Pearlina dünyanın en çirkin varlığı olmalıydı. Kızının ellerinden uzaklaştı ve yaralı elleriyle kızının eski odasına gitti. Pearlina bebek bu sefer paramparça rafta bekliyordu. Beyaz tozlar yerleri kaplamıştı. Kadın da devrildi, parkeye çakıldı ve kırıldı. Toz olup gitti. Çatlakları sadece dışında değildi, en derin yaralar içine öğmüştü ama görmezden geldi. Pearlina zamanla kendini parçaladı, kızı hiçbir zaman kırılanları tekrar birbirine yapıştıramadı…