Tarih Bilinci Krallara Layık Bir Lezzet midir?
Tarih ne zaman lüks olmaktan çıkmıştır? Veya mecazi bir ifadeyle “Hünkar Beğendi” ne zaman saray mutfağından çıkıp her eve lazım hâle gelmiştir?
En kısa cevabı duymak isterseniz: “Onu anladığımız zaman…” Yani tarihin önemini kavradığımız zaman.
İşte bu “tarihin önemini kavrama” ve ondan sonra da onu besmeleyle tüketme işine “Tarih Bilinci” diyoruz.
Bu bilinç, önceden sadece krallarda, soylularda, hanedanlarda bulunurdu. Dolayısıyla da vakanüvisler, kronologlar, hep sultanlara, krallara çalışırdı.
Tarih bilincinin, hepimizi ilgilendiren bir mahiyet kazanması, “ulusal devlet, Cumhuriyet ve demokrasi” kavramlarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir.
Çünkü başını kerpiç bir dama sokma çabası içindeki bir köylü için bu işler lükstür.
Siyaset hakkı olmayan sıradan bir vatandaş için yüzyıllar boyunca tarih, “Kısas-ı Enbiya” ile “Tevarih-i Âl-i Osman”dan ibarettir. Osmanoğulları hilafet sancağını taşıdığı için ve yaptıkları işler, enbiyaya uygun olduğu için “ümmet” odaklı bu tarih bilinci, gönüllü bir bağlılığa da fırsat vermiştir.
Batı’da durum biraz daha cebrîdir. Hristiyan halk, Papalık tarafından kutsanmış krallar ve onların kutsal şövalyelerine itaat etmeleri için pazar ayinleriyle haftada bir iman tazelemektedir.
İnananlar, (çalışanlar) isyan etmeyip, asker olup vergi verdiği sürece onlara hediye olarak günah çıkarma, hatta cennetten yer temini (Endüljans) hizmeti de verilmektedir.
Yetmezse aforoz, kırbaç ve cadı ilan edilip yakılma tehdidi, daima yedektedir.
Avrupa’daki evrimci veya devrimci değişimin sebebi, işte bu kalın çizgilerle ayrılmış sınıflar arasındaki çatışmadır.