Türkiye’nin İlkleri Hakkında Röportaj
Türkiye’nin, son yıllarda yaptığı çalışmalar, sonunda semeresini verdi ve ülkemiz, bölgenin ve dünyanın adından söz ettiği ülkelerden biri hâline geldi. Büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolunda birçok önemli gelişmeye imza atan Türkiye; sağlıktan uzay çalışmalarına, insansız hava araçlarından elektrikli ve sürücüsüz yerli otomobillere kadar birçok alanda atılım gerçekleştirdi. “Türkiye’nin İlkleri” konusuna yer verdiğimiz bu sayıda, Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı (E) Tümgeneral Doç. Dr. Güray ALPAR ile bir röportaj gerçekleştirdik. Alpar, ülkemizin son yıllarda ortaya koyduğu gelişimi hakkında, dergimize önemli açıklamalarda bulundu.
Türkiye, son yıllarda ortaya koyduğu gelişimi, Cumhuriyet`in 100. yılında da devam ettirerek gücünü tüm dünyaya göstermiş oldu. Son yıllarda yaşanan bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçmişimizde de bütün dünyayı etkileyebilecek bir güç merkezi oluşmuş bu topraklarda; emperyalist güçler, 17. yüzyıldan itibaren başladıkları hamlelerle Türk ve Müslüman dünyasını parçalama stratejisini uygulamıştır. Ben bunu, 1815’teki Viyana Kongresi’nden sonra İngiliz, Fransız ve Rusların bir araya gelerek 1827 yılında Navarin’deki donanmalarımızı yakmalarından başlatabilirim. Bundan sonra, Kızıldeniz ve Akdeniz Bölgesi’nde bir güç boşluğu oluşmuştur. Osmanlı Donanması’nın olmadığı bir ortam, Türk ve İslam dünyası için tam bir felaket oldu. 200 yıl süren bu dönemde elimizdeki her şey alınmak istendi. Türkiye ve civarındaki coğrafya acılar yaşadı ve hâlâ da yaşamaya devam ediyor.
Oysa Osmanlı, o tarihe kadar dünyada kimsenin elde edemediği dört stratejik koridoru kontrol ediyor ve bu suretle ana kıtasında emniyetini sağlıyordu. Hiçbir ülke, güvenliğini, sınırlarının dibinden sağlayamaz. Anadolu coğrafyasının güvenliğini; Akdeniz’den, Kızıldeniz’den, Basra’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan sağlayabiliriz. Bunu Cumhuriyet döneminde acı bir şekilde yaşadık. Darbelere maruz kaldık, birbirimize düştük, terör tehlikesine maruz bırakıldık. Her şeyimizi elimizden almak istediler. Kuşatıldık…
Ancak bu durum, günümüzde değişmeye başladı. Sorunun çözümü millî olmaktan ve kendi stratejilerimizi kendimizin oluşturmasından geçiyordu. Navarin sonrası, bu yüzyılın başından itibaren donanmamız tekrar güçlendi. Yerli üretimle ihtiyacımız olan sistemleri kendimiz üretmeye başladık. Bütün bunlar, bir güç merkezi olmamızın olmazsa olmazlarıydı ve Türkiye bunu başarmaya başladı. Kaynak ve insan gücü zaten hazırdı. Böyle bir gelişimi başlatmanın temel esası ise üst yönetimin kararlı bir şekilde, bir plan dâhilinde iradesini ortaya koymasıydı. İşte son dönemde ortaya konulan da bu irade ve olumlu sonuçlarını hep birlikte görüyoruz.
Birçok ilki yaşadığımız bu dönemde Türkiye’nin millî duruşu ve savunma sanayiinde kendine yeten bir ülke olma konusundaki kararlılığını nasıl yorumlamamız gerekiyor?
Millî duruş, millî düşünce burada çok önemli. Örneğin bir silah sistemi aldığınızda, size satan kişi bunun; lojistik sistemini, yedek parçasını, kullanmasını hep kendisine göre ayarlıyor. Onun için bunu, kendi ihtiyacınıza göre yazılımı, cephanesi, yedek parçası da dâhil üretmeniz gerekiyor. Yoksa dışarıdan dünyanın en pahalı silahını aldığınız hâlde, ihtiyacınız olduğu anda bunu kullanamayabilirsiniz. Biz bunu geçmişte yaşadık. Ama siz bunu, belirttiğim gibi kendi millî duruşunuzla kendi coğrafyanız, şartlarınız doğrultusunda millî üretim ile kararlı bir şekilde üretirseniz istenilen sonuçları alırsınız.