Türkiye’nin Siyasi Tarihine Kısa Bir Bakış
Siyaset, iktidara sahip olmak suretiyle toplumsal problemlere çözüm arayan faaliyetlerin bütünü, kısaca toplumu yönetme sanatı olarak ifade edilebilir. Başlangıçta hükmetme sanatı ve devleti yönetme etkinliği olarak görülen siyaset, hükümdarların toplumu kendi mülklerini korumak için bir disiplin altına alma, hizaya getirme becerisi olarak görülmüştür. Bu nedenle hükümdarlar, toplumu terbiye etmek için siyasi şiddete başvurmaktan kaçınmamış, bu durum toplum tarafından da doğal karşılanmıştır. Fakat zamanla siyaseti, ahlaki bir etkinlik olarak gören anlayış, insanın mutluluğunu temin etme ve böylece toplumu kendi hâkimiyeti altında birleştirme anlayışını benimsemiştir. Şeyh Edebali’nin, Osman Gazi’ye “insanı yaşat ki devlet yaşasın” öğüdünün temeli de adalet anlayışına yer veren yönetim anlayışının ifadesidir.
Toplumsal alanda yaşanılan değişim sürecinde klasik monarşiye dayanan yönetim anlayışı yerini halk temsilcilerinin yer aldığı parlamentolu yönetim biçimlerine bırakmıştır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti de karşılaştığı siyasi ve toplumsal sorunlar karşısında yönetim anlayışında birtakım değişikliklere gitmek zorunda kalmıştır. 1859 yılında kurulan Fedailer Cemiyeti ile 1865 yılında kurulan ve Meşrutiyet’in ilanını sağlayan Genç Osmanlılar Cemiyeti vasıtasıyla siyasi faaliyetlerin gizli olarak yürütüldüğü dönemin sonunda Avrupa’da yaşanan değişim sürecine uyum sağlamak ve gayrimüslimlerin devletten ayrılmasını önlemek amacıyla 23 Aralık 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilanı ile birlikte Anayasalı ve parlamentolu yönetime geçilmiştir. 20 Mart 1877’de Meclis-i Umûmî’nin açılmasıyla başlayan süreç 14 Şubat 1878’de sona ermiştir. Parlamentolu yönetim anlayışının uygulandığı bu kısa dönemde günümüz siyasi faaliyetlerinin vaz geçilmez unsuru olarak görülen siyasi partiler görülmemiştir.
1878-1908 yılları arasında Sultan II. Abdülhamid tarafından uygulanan İslamcılık siyasetinin amacı, özellikle Osmanlı sınırları içeresinde yaşayan farklı etnik kökene mensup Müslüman ahaliyi bir arada tutmak ve Avrupa Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ne karşı yürüttükleri yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı İslam dünyasının birliğini sağlamaktı. Fakat bu dönemde meşruti yönetim konusunda ısrarcı olan Osmanlı aydınları, kurdukları İttihat ve Terakki Cemiyeti vasıtasıyla II. Abdülhamid yönetimine karşı yurt içi ve yurt dışında faaliyetler yürütmeye başladılar. Otuz yıllık bir mücadele sonucu 23 Temmuz 1908 yılında padişaha Meşrutiyet’i tekrar uygulamaya koydurmayı başaran bu gruplar, 13 Nisan 1909’da gerçekleşen ve 31 Mart Vakası olarak anılan isyan sonrasında padişah II. Abdülhamid’i tahtan indirerek, yönetime ağırlıklarını koydular. İttihat ve Terakki döneminde ülke siyaseti yeni bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Fakat bu dönemde yönetim alanında tecrübesiz oluşları, uyguladıkları politikaların geniş halk kitleleri tarafından destek görmemiş olması, Osmanlı Devleti’nin son on yılına damgasını vurmuş olan bu siyasi hareket ile birlikte devletin de sonunu getirdi.