Yunanistan Ne İstiyor?
Dünya, Ukrayna-Rusya savaşına kilitlenmişken Yunanistan neden Türkiye’nin karşısına dikiliyor?
Adalar Denizi’nin iki komşu devleti Yunanistan ve Türkiye’nin sorunları bir türlü bitmek bilmiyor veya bitmesi istenmiyor mu acaba?
1821’e kadar Osmanlı İmparatorluğu içindeki Rum tebaanın büyük bir bölümünün dönemin Batılı Devletleri tarafından destekleri ile isyana kalkışmaları neticesinde 1830’da günümüz Mora ve çevresinde bağımsızlık kazanan Yunan Devleti, ilerleyen yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun giderek güç kaybetmesi neticesinde sürekli toprak kazanmıştır. Ancak 1911 Birinci Balkan Harbi hariç toprak kazanımlarını zaferle elde edemeyen bir Yunanistan görüyoruz.
Son 200 yıllık süreçte, Yunanistan’da başa geçirilen kral veya devlet başkanlarının temel devlet politikası ise, emperyalist güçler tarafından da sürekli pompalanan Türk paranoyası ve millet inşası süreçlerini besleyen kanıksanmış Türk düşmanlığı ile doludur. 20. yüzyılda ise bilindiği gibi Türk ve Yunan güçleri, 1919-1922 ve 1974 olmak üzere iki kez sıcak savaşa girmiş ve Yunanistan, her ikisinde de tarihlerinin en büyük yenilgisini tatmıştır. 1996’da ise bunu, Bodrum açıklarındaki Kardak kayalıklarına bayrak dikme yarışı ve medya aracılığı ile siyasi bir krize hatta sıcak bir çatışmaya dönüşecekken Türk SAT Komandolarının manevra ve taktik başarısı ile elde edilen zafer takip etmiştir. Son on yılda ise sürekli artan gerilim ve siyasi çatışma sürdürülmüştür. Peki neden? Ya da Yunanistan ne yapmak istiyor? Batı dünyası yeni bir Zelenski mi yaratmak istiyor?
Son dönemlerde devlet başkanları düzeyinde de vuku bulan karşılıklı sert tondaki açıklamaların kabaca ana başlıkları şöyledir: “Adalar Denizi’ndeki kıta sahanlığı, gayri askerî statüdeki adaların silahlandırılması, egemenliği devredilmemiş ada ve kayalıklar, mülteci sorunu, Doğu Akdeniz (Kıbrıs) ve Avrupa Birliği’ne alternatif enerji koridoru.”
Bilindiği gibi 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmaları çerçevesinde Türkiye’ye yakın adalarda kolluk kuvvetleri hariç ordu bünyesinde ağır silahlı Yunan birlikleri bulunmayacaktı ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ikinci büyük mağlubiyeti tadan Yunanistan’ın, Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu farklı bir boyuta taşındı. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) söz sahibi olan Yunan-Rum lobisi, Türkiye’nin aleyhine daha da çok çalışmaya başladı ve ardından da 1980’lerde baş gösteren PKK terör örgütüne gizliden ve açıktan askerî, lojistik ve taktik anlamda yaptıkları yardımlar, Türk-Yunan ilişkilerini daha da çıkmaz bir hâle sürükledi.
Adalar Denizi’nde ise öteden bu yana Yunan ihlalleri, karşılıklı olarak havada ve denizde askerî güçlerin karşı karşıya gelmesi, Yunan tarafının mantık kurallarına dahi uymayan ve uluslararası hukuku hiçe sayan eylemlerine son yıllarda Kıbrıs’ın çevresi ve Doğu Akdeniz’in genelinde yaşanan yeni doğal gaz rezervlerinin arama-tarama ve paylaşımı konusunda da var olan sıkıntılar boyut atladı.
Yunanistan’ın, “Türk işgali yaşanacak.” paranoyasına bu kez de Doğu Akdeniz’de aldığı başarısızlıklar eklenince batık bir vaziyette olan Yunan ekonomisi, Yunan Hükûmetlerini belli başlı Batılı devletlerle şuursuzca tek taraflı bir ittifaka zorladı. Aslında bu durum, Yunanistan için yeni sayılmazdı. Çünkü 1821’den günümüze kadar bu durum, Yunanistan’ın temel dış politika argümanı olmuştur. Yunanistan’da akl-ı selim düşünen birtakım siyasiler ve uzmanlar da bu durumdan mustarip olmakla birlikte sesleri ya cılız kalmakta ya da iç siyaset oyunlarında pek de hoş karşılanmamaktalar.
Yunanistan’ı bu pozisyona sokan gerçek neden ise, Türkiye’nin özellikle son yıllarda millî harp sanayiinde bütün engelleme ve ambargolara karşı elde ettiği başarılar ki buna Suriye-Irak’ta terör örgütlerine karşı yürütülen askerî operasyonlar, ardından çeyrek asırdan bu yana Azerbaycan toprağı olan Karabağ’da devam eden işgalin son bulması ve Türkiye’nin rolü eklenebilir. Bir diğer önemli etken ise Doğu Akdeniz başta olmak üzere diğer denizlerde yürütülen enerji ve ittifak politikalarıdır.
Türkiye’nin ön plana çıkmasını kendisine fırsat bilen ülkelerin başında ise ABD ve Fransa gelmektedir. ABD açısından Yunanistan âdeta doğal bir askerî karargâh olmuştur. Çünkü ABD’nin burada bir taşla iki kuş vurmak niyetinde olduğu reel politik bir gerçektir. ABD, Yunanistan’ın neredeyse hemen her noktasına, özellikle de Türkiye’nin olası bir çatışmada önünü kesecek noktalara konuşlanmasını her ne kadar inkâr etse de, bu durumun hiçbir şekilde Rusya Federasyonu’nu çevrelemek için değil bizzat Türkiye’ye gözdağı vermek için olduğu açıktır. Ayrı bir konu olmakla beraber Türkiye ve ABD özellikle de Suriye ve Irak’ta büyük fikir ayrılıkları yaşamaktadır ki zaten ABD güçlerinin, PKK terör örgütünün organik uzantıları olan YPG-PYD terör örgütüne sağladıkları maddi-manevi destek, âdeta dost NATO müttefiki bir güce yapılırcasına açıktır.
Fransa’nın durumu ise ABD’den biraz daha farklı olmakla birlikte yine söylemlerinde Türkiye aleyhtarlığı vardır. Çünkü Fransa, özellikle de İngiltere’nin Brexit ile Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasıyla birlikte doğan askerî boşluğu doldurmak, bununla birlikte 19. yüzyılın sömürgeci politikalarını yeniden Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da canlandırmak, son olarak da harp sanayileri ile duraklayan ekonomilerini canlı tutmak istemektedirler. Fransa’dan alınan çoğu kullanılmış Rafale Savaş Uçakları ve eski nesil savaş muhriplerinden elde edilen gelir ve avantaj, birincil olarak elbette Fransa’nın maliyesine yansıdı.
Tekrar Yunanistan’a gelecek olursak eğer, “EastMed” olarak hayata geçirilmek istenen Doğu Akdeniz ve hinterlandından çıkacak olan enerji kaynakları boru hattı güzergâhı projesinden, ABD’nin geçtiğimiz aylarda fizibilitesinin neredeyse imkânsız olduğunu açıklayıp projeden vazgeçmesi, Türkiye’nin komşusunu bir hayli sıkıntıya sokmuş olacak ki, 16 Mayıs 2022’de Yunan Başbakan Kiriakos Miçotakis ABD ziyaretine başladı. 17 Mayıs’ta ise tarihe geçerek, ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi’nde düzenlenen ortak toplantıda konuşan ilk Yunan Başbakan oldu ve ayakta alkışlandı. Elbette bu durumu Yunan iç siyasetinde kullandılar ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Yunan Meclisi’nde şu cümleleri sarf etti: “ABD’nin bu onuru, Erdoğan’a ayırıp ayırmadığını hayal edin?”
Peki, Yunan halkı, ülkelerinin aslında bir ABD üssüne döndüğünü hayal ediyor mudur? Bilinmez.
Miçotakis’in söylemlerini süsleyen bazı konu başlıkları ise, “Türkiye’ye, F-16’ların satışının durdurulması, F-35 programına Yunanistan’ın dâhil edilmesi, enerji koridorunun yeniden kendi ülkesi üzerinden olması, Kıbrıs’ta ikili bir devletin asla kabul edilmemesi ve Pontus meselesi” yönündeydi.
Hâlbuki çok değil bundan birkaç ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunan Başbakan Miçotakis’i İstanbul’da Vahdettin Köşkü’nde gayet sıcak bir ortamda ağırlamış ve mevcut sorunların ikinci veya üçüncü ülkeler aracılığıyla değil, direk ve doğrudan ikili yakın ilişkiler çerçevesinde çözülmesi gerektiğini dile getirmişti. Miçotakis de resmî açıklamasında Erdoğan’ın düşüncelerine bizzat katıldığını ve desteklediğini belirtmişti. O dönemde bu yakınlaşmanın en büyük nedeninin Rusya-Ukrayna savaşının yol açtığı söylense de mayıs ayı gelmeden durum eskisinden de daha sert bir dönemece girmiş gibi görünmekte.
Türk yetkililere göre Yunanistan’ın pervasızca silahlanması ve her koşulda negatif açıklamaları, Türkiye’ye karşı beslenen ve kalıplaşmış olan Türk paranoyasından kaynaklanmaktadır.
Yunanistan tarafında ise yakın tarihte aldıkları mağlubiyetin etkisi sürerken, dönemin güçlü ülkeleri ile yakın temas neticesinde ülkelerine davet ettikleri devlet veya devletlerin, olası bir Türk-Yunan çatışmasında kendilerinden taraf olarak Türkiye’ye saldıracakları yönünde bir düşünceye sahiptirler.
Bu ihtimallerin olasılığı az olmakla birlikte, yerli ve yabancı birçok uzmanın raporlarına göre olası bir Türk-Yunan çatışmasında ABD ve Fransa başta olmak üzere herhangi üçüncü bir Batılı devlet, Türkiye ile direk olarak karşı karşıya gelmek istemez. Çünkü bu durum, NATO’nun direkt olarak çökmesi demektir.
Yine olası bir çatışmada ise daha güçlü bir ihtimal olarak bahsi geçen devletlerin silah ve lojistik anlamında Yunanistan’ın yanında duracağı yönündedir. Ancak unutulmamalıdır ki tarihte görece daha zayıf bir devletle yapılan askerî ve ekonomik ittifakta, her daim üstün olan devletin diğer devletin toprak ve kaynaklarında büyük emelleri olduğudur. Örneğin Osmanlı ve Alman İmparatorluklarının Birinci Dünya Savaşı’ndaki ittifakları veya İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin, Avrupalı devletlerle Nazi Almanya’sı, Faşist İtalya’sı ve Japon İmparatorluğu’na karşı kurduğu ittifak gibi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Elimizde belgeler var, ihlal gerekçelerinin hiçbiri gerçek değil ve resmî mektuplarımıza cevap dahi vermiyorlar.” çıkışı aslında olayların Yunanistan tarafından tek taraflı ele alındığı ve sadece kendi bildiklerini okuma siyasetini benimsedikleri ortadadır.
İstihbarat servisleri tarafından ortaya atılan bir diğer nokta ise tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi Türkiye’yi de Yunanistan üzerine çekerek, askerî ve ekonomik anlamda bölgede Rusya gibi sorunlu ve saldırgan bir ülke konuma sürüklemek, kısacası Miçotakis’ten yeni bir Zelenski yaratmak.
Türk devlet aklı ve diplomasisi böylesi bir tuzağa düşecek kadar ne yeni kurulmuş bir devlettir ne bu argümanları görmezden gelecek kadar acemidir. Her iki ülkenin yararına olan yegâne yol ise uluslararası hukuk çerçevesinde diplomasi kanallarını açık tutmak ve sadece iki ülke yetkililerinin dâhil olduğu görüşmeleri devam ettirmek olacaktır. Ne Türkiye Rusya’dır ne de Yunanistan Ukrayna.