Yunanistan’ın Doğu Ege Adaları’nı Silahlandırması Sorunu
Kuzey-Doğu Ege Adaları, Saruhan Adaları, Menteşe Adaları (Rodos ve Oniki Ada) olarak bilinen ve tarihin çok eski devirlerinden beri yerleşim yeri olan Ege Adaları, zaman içinde pek çok kez el değiştirmiştir. Fatih döneminde Kuzey Ege ve Saruhan Adaları’nın büyük kısmı, Boğazönü Adalarından başlanılarak Türkler tarafından fethedildi. Rodos ve Oniki Ada’nın fethi ise Kanunî Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirildi. 14 Haziran 1522’de İstanköy’ü işgal eden Türk donanması, 24 Haziran’da Rodos’a çıkartma yapmış ve 6 ay kadar süren bir kuşatmadan sonra şövalyeler adayı teslim etmek zorunda kalmıştı. Bu süreçte Rodos’la birlikte İlyaki (Tilos), Sömbeki, Leros ve Oniki Ada’dan diğerleri de Türk egemenliği altına alınmışlardı. Kerpe ve Kaşot Adaları ise, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Kaptan-ı Derya olduğu dönemde, 1538 yılının Eylül ayında Osmanlıların eline geçti. Ege Adaları içerisinde fethedilen en son ada ise Sakız Adası’dır (15 Nisan 1566).
Kanunî Sultan Süleyman devrinde fetihleri tamamlanan Ege’deki bu adalar, Bizans’tan ya da Yunanistan’dan değil Venedik, Ceneviz veya St. Jean Şövalyeleri’nden alınmıştır. 1820’lere kadar tartışmasız bir şekilde Osmanlı egemenliği altındayken, Yunan isyanlarıyla bu egemenlik ilk kez ciddi bir tartışma konusu oldu. Özellikle 1911-1923 yılları arasındaki gelişmeler, Ege’nin yakın tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. 1912 yılına gelinceye kadar Ege Denizi, Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan arasında az çok dengeli bir şekilde bölüşülmüştü. Batı ve Güney-Batı Ege Adaları Yunanistan sınırları içinde; Doğu ve Kuzey Ege Adaları da Osmanlı egemenliği altındaydı. Ancak Rodos ve Oniki Ada, 1911-1912 Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından; diğer Ege Adaları ise 1912-1913 Balkan Savaşlarında Yunanistan tarafından işgal edildi.
Trablusgarp Savaşı, 15-18 Ekim 1912 tarihleri arasında Uşi’de imzalanan barış antlaşması ile sona erdi. Bu anlaşmanın 2. maddesi doğrudan Rodos ve Oniki Ada’ya aitti. Buna göre:
“Antlaşmanın imzasını takiben Osmanlı Hükûmeti, Trablusgarp ve Bingazi’deki; İtalya Hükûmeti de Adalar Denizi’nde işgal ettiği adalardaki subay ve askerlerini çekmeyi taahhüt eder. İtalyan subay ve askerleri ile mülki memurlarınca adı geçen adaların fiilen boşaltılması, Osmanlı subay ve askerleri ile mülki memurlarının Trablusgarp ve Bingazi’yi boşaltmalarını takiben gerçekleşecektir.”
Bu maddeye rağmen İtalya, bu adaları Osmanlı Devleti’ne iade etmemiştir. Zira Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı, onun işgalinin devamı için uygun bir ortam sağlamıştır.
1913 sonbaharında Balkan devletleri, kompleks bir ittifak ağı ve karmaşık çeşitli antlaşmalar ile Sofya merkezi olarak Osmanlı Devleti’ne karşı bir araya geldiler. Askerî çalışmalar, 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı ile başladı. Bu tarihi izleyen iki hafta içerisinde Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan da Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa girmişlerdi. Bu savaşta Osmanlı Devleti ciddi bir varlık gösteremedi ve yüzyıllardır idaresi altında bulunan Balkan topraklarının önemli bir kısmını kaybetti. Aynı zamanda İtalya’nın işgalindeki Rodos ve Oniki Ada dışındaki Ege’de yer alan belli başlı bütün adalar, Yunanistan tarafından işgal edildi.
3 Aralık’ta 1912’de ateşkes antlaşması imzalandıktan sonra barış görüşmeleri 16 Aralık 1912’de Londra’da St. James Sarayı’nda başladı. Dışişleri Bakanı Grey’in yoğun çabaları sonucu 30 Mayıs 1913’te, daha önce (5 Mayıs’ta) Büyükelçiler Konferansı’nda tasarlanan ve Fransız Büyükelçi Paul Cambon tarafından düzenlenen taslakla aynı olan antlaşma metnini imzaladılar. Bu antlaşmaya göre Ege Adaları konusunda karar, büyük devletlere bırakılacaktı.
Büyük devletler uzun süre konuyu görüştükten sonra kararlarını 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a, 14 Şubat’ta da Osmanlı Devleti’ne bildirdiler. Bu karara göre büyük devletler; Gökçeada, Bozcaada ve Meis adalarını Türkiye’ye, Yunan işgalindeki diğer adaları da Yunanistan’a vermeyi kararlaştırmışlardır. Yunanistan’a verilen adaların tahkim edilmemesi, askerî amaçlarla kullanılmaması ve adalar ile Türkiye arasında kaçakçılığı önleyecek etkin tedbirlerin alınması da kararlaştırılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce tanınmamış ve yürürlüğe girmemiş olan Sevr Antlaşması’nı bir tarafa koyacak olursak Türkiye için bu konu Lozan Konferansı’nda gündeme gelmiştir. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda adalar konusu son hâlini bulmuştur ki antlaşmanın 12 ve 16. maddeleri Ege Adaları ile ilgilidir. 12. Madde: Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adası dışındaki Kuzey ve Doğu Ege Adalarının Yunanistan’a bırakıldığını; 13. Madde: Yunanistan’a bırakılan adaların askerden arındırılmış statüsünü; 14. Madde: Türkiye’ye bırakılan adaların statüsünü; 15. Madde: Türkiye’nin Rodos ve 12 Ada ile Meis üzerindeki tüm hak ve sıfatlarından İtalya lehine feragat ettiğini; 16. Madde ise Türkiye’nin egemenliği, bu antlaşmada tanınmış adalardan başka diğer bütün adalar üzerindeki her türlü haklarından vazgeçmiş olduğunu bildiriyordu. Ancak yine bu maddeyle, söz konusu adaların geleceğinin düzenlenebileceği ihtimali de kabul ediliyordu ki Türkiye ile İtalya 4 Ocak 1932’de Meis Adası bölgesinde yer alan kimi adacıklar ile Bodrum Körfezi karşısında yer alan Karaada’nın hangi devlete ait olacağı konusunda bir anlaşma imzalamışlardı. 10 Mayıs 1933’te yürürlüğe giren bu anlaşmayla Karaada Türkiye’de kalmış, Meis’e tabi 30 adacıktan 19’u Türkiye’ye, 11’i ise İtalya’ya verilmiştir.
Rodos ve Oniki Ada ile Meis 2. Dünya Savaşı sonuna kadar İtalyan egemenliğinde kalmış, savaşın bitmesinden sonra yapılan ve 12 Temmuz 1946’ya kadar devam eden konsey toplantılarında bu konu 8 defa görüşülmüş ve bu adaların Yunanistan’a verilmesi kararlaştırılmıştır. 10 Şubat 1947’de İtalya dâhil 21 devlet tarafından imzalanan İtalyan Barış Antlaşması’nın 14. maddesinde bu ifade edilmiştir. Yalnız Lozan Antlaşması’ndan farklı olarak, bu adaların ve onlara bitişik adacıkların askerden ve silahtan arındırılmaları öngörülmektedir. Böylece Yunanistan 12 Ada’yı da sahiplenmiştir.
Günümüzde zaman zaman Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde gerginliğe ve güvensizliğe yol açan önemli sorunlar vardır. Bunlardan biri de Yunanistan’ın egemenliği altında yer alan ancak, uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırma yükümlülüğüne girmiş olduğu adaları, önce gizli daha sonra açıktan silahlandırmaya başlaması oluşturmaktadır. Bütün Doğu Ege adalarının Yunanistan tarafından askerîleştirilmesi ya da tahkim edilmesi, önceleri sivil havaalanları vb. askerî amaçlarla da kullanılabilecek tesislerin adalarda kurulması ile başlamıştır. Bu tür tesislerin kurulmasının ilk örneğini, Türkiye’nin de itiraz etmemesi sonucu, NATO Başkan Yardımcıları Konseyi’nde 1952’de Leros Adası’na turizm amaçlı bir havaalanının kurulması kararı oluşturmaktadır. 1947 Paris Sözleşmesi ile çok geniş kapsamlı askerden arındırılma hükümlerine sahip Rodos ve Oniki Ada da dâhil, Doğu Ege adalarının askerîleştirilmesi ve tahkim edilmesinin göze çarpar bir biçimde gerçekleştirilmesi, iki devletin Kıbrıs konusunda aralarının iyice açıldığı dönem olan 1960’lı yılların ortalarına rastlamaktadır. Yunanistan’ın uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak gerçekleştirdiği bu durum, Türkiye’nin Yunanistan’a bütün adalarla ilgili olarak açıkça kınama notası göndermesini gerektirecek boyutlara ulaşmıştır.
29 Haziran 1964’te bu ülkeye verilen nota ile Türkiye; bu durumu ilk olarak Yunanistan’ın dikkatine sunarak, Rodos ve İstanköy’de yapıldığı tespit edilen tahkimata, antlaşmalara uyularak son verilmesini istemiştir. Yunanistan ise Temmuz 1964’te verdiği cevapta antlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını bildirmiştir. Benzer bir tartışma da Yunanistan’ın 1969 yılında Limni Adası’nı silahlandırdığına ilişkin olarak yaşanmıştır. 2 Nisan 1969 tarihinde Türkiye, Yunanistan’a vermiş olduğu bir notada, Yunanistan’ın Limni’de yapmış olduğu silahlandırma ve altyapı çalışmalarının bu adaların antlaşmalarla silahsızlandırılmış statüsüne aykırı olduğu belirtilmiş, Yunanistan ise, 10 Mayıs 1969 tarihli cevabi notasında, antlaşmalara saygılı olduğunu belirterek, “Bu adanın havaalanında yapılmakta olan çalışmaların sivil havacılık ihtiyaçlarına cevap vermek üzere gerçekleştirilmektedir.” demiştir.
Yunanistan, adaları silahlandırırken bir yandan bu adaların uluslararası statüsünü düzenleyen antlaşmaların geçerliliğini tartışma konusu hâline getirmiş, diğer yandan ise uluslararası sistemdeki değişimlerin, bu antlaşmaların kurmuş olduğu statüyü geçersiz kıldığını savunmaya başlamıştır. Antlaşmaların hukuki geçerliliği açısından iki ülke arasındaki tartışmalar sürerken Yunanistan, NATO savunma sistemi çerçevesinde sorunu ele alarak, öncelikle Limni olmak üzere Yunanistan’a ait olan adaların NATO savunma planları içerisine alınmasını, bu yolla silahlandırma girişimlerine meşruluk ve destek sağlamaya çalışmaktadır. Fiilî olarak silahlandırılmış bulunan bu adaların NATO savunma planlarına dâhil edilmesi yolundaki Yunan çabaları, büyük ölçüde bu çabalara siyasi-hukuki dayanak sağlayabilmek endişesine yöneliktir.
Türkiye ve Yunanistan arasında adaların silahlandırılmasına ilişkin görüş ayrılıkları, iki ülke arasında Lozan Barış Antlaşması’nın kurduğu dengenin bugün Yunanistan tarafından değiştirilmek istenmesinden kaynaklanmaktır.
Ege Denizi’nde, Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmış olan adaların silahsızlandırılacağına ilişkin üç temel sözleşmeden söz edilebilir. Bunlardan birincisi, 1923 Lozan Barış Antlaşması’dır. Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesi hükmüne göre:
“…Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni [Lemnos], Semadirek [Samothrace], Midilli [Lesbos], Sakız [Chios], Sisam [Samos] ve Nikarya [Ahikerya] Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin… 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükûmetine bildirilen karar, işbu antlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır.”
Aynı antlaşmanın 13. maddesi ise,
“Barışın korunmasını sağlamak amacı ile Yunan Hükûmeti, Midilli [Lesbos], Sakız [Chios], Sisam [Samos] ve [Ahikerya] Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeyi yükümlenir.” diyerek, “Bu adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulamayacaktır.” hükmünü getirmektedir. 13. Madde hükmüne göre, “Yunan savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır; buna karşılık, Türkiye Hükûmeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır… Söz konusu Adalarda Yunan Silahlı Kuvvetleri, silahaltına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askerî birlikler ve tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.” denmiştir.
Bu konudaki ikinci sözleşme ise, 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi’dir. Sözleşmenin 4. maddesi hükmüne göre:
“… Ege Denizi’nde, Semadirek [Samothrace], Limni [Lemnos], Gökçeada [İmbroz], Bozcaada ve Tavşan Adaları” askerden arındırılacaktır. Sözleşmenin 6. maddesinde ise, askerden arındırma şartları ve statü belirlenmiştir.
Üçüncü sözleşme, Oniki Adaların Yunanistan’ın egemenliğine bırakılmasını düzenleyen 1947 Paris Barış Antlaşması’dır. “Türkiye’nin tarafı bulunmadığı 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi ile XIII. eki uyarınca Oniki Adaların en ileri biçimde askerden arındırılması öngörülmektedir. Bu adalarda her türlü askerî üs, tesis ve tahkimat yasaklanmakla kalmamakta, ayrıca, askerî eğitim ve silah üretimi de yasaklanmaktadır.”
Antlaşma hükümlerine aykırı olarak Yunanistan’ın, egemenliğindeki adaları silahlandırması, buralarda askerî hava alanları, deniz üsleri ve yığınaklar yapması konusunda dayandığı görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Adaların silahsızlandırılacağına ilişkin antlaşmaların yapıldığı şartların süreç içerisinde köklü değişikliklere uğramış olduğu, dolayısıyla bu konuyu düzenleyen hükümlerin geçersiz olduğu iddiası:
Buna göre savaş sonrasında iki ülke arasında denge kurmayı amaçlayan silahsızlandırmaya ilişkin hükümler içeren antlaşmalar, savaş sonrasında iki ülke arasında dostluk, barış ve iş birliğinin geliştirilmesiyle gereksiz olmuştur. Nitekim Türkiye, 1936 yılında uluslararası şartların ve Akdeniz’deki gelişmelerin dengede değişikliğe yol açtığını ileri sürerek Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesini ileri sürmüş ve 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi, bu görüşe uygun olarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla şartların değişmiş olduğu gerçeği, Yunanistan, egemenliğindeki adaları silahlandırırken de kullanılabilir. Bunun yanı sıra 2. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ve bölgesel güç değişiklikleri, silahsızlanmaya ilişkin antlaşmaların yapıldığı şartların köklü değişimler geçirdiğini göstermektedir. Türkiye ve Yunanistan, bu köklü değişimlerin dışında kalmayarak, NATO savunma sistemi içerisinde yer almışlardır. Bununla bağlantılı olarak, NATO’nun Türkiye ve Yunanistan için genel güvenlik sistemi oluşturmuş olması, adaların silahtan ve askerden arındırılmış statülerinin geçersiz kalmasına neden olmuştur.
Bu bağlamda ileri sürülen bir diğer gerekçe ise, Türk Dışişleri Bakanı T. R. Aras’ın, 31 Temmuz 1936 tarihinde TBMM’de yapmış olduğu konuşma sırasında, Türkiye’nin Boğazlar bölgesini silahlandırmaya başlamasına imkân veren Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin kabulü ile Yunanistan’ın da Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabileceğine ilişkin açıklamasıdır. Yunanistan, T. R. Aras’ın bu sözlerinin Montreux Sözleşmesi’nin gerçek yorumunu oluşturduğunu ve anılan adaların Montreux Sözleşmesi ile askerileştirilebileceğini kanıtladığını bildirmektedir.
Bütün bunların yanı sıra, Yunanistan’ın özellikle Oniki Ada’ya ilişkin olarak ileri sürmüş olduğu bir diğer iddia ise, Türkiye’nin, 1947 Paris Barış Antlaşması’na taraf olmaması nedeniyle, bu antlaşmaya dayanarak Yunanistan’ın adaları silahlandırma hakkına karşı çıkamayacağıdır. Yunanistan’ın yaklaşımına göre, bir antlaşma ancak onu imzalayanlar arasında hak ve yükümlülükler doğuracağından, üçüncü devletleri bağlamaz ve hak doğurmaz. Bununla birlikte, Yunanistan’a göre, 1947 Paris Barış Antlaşması ile silahsızlandırılan İtalya’nın, 1950’lerden itibaren silahlandırılması statü değişikliğine yol açtığından Yunanistan da Oniki Ada’nın silahsızlandırılacağına ilişkin hükümlere bağlı olmayacaktır.
BM Antlaşması’nın vermiş olduğu meşru savunma hakkına ilişkin iddia:
Yunanistan, özellikle 1974 Kıbrıs olaylarından sonra Doğu Ege adalarını Türkiye’nin tehdit ettiğini ileri sürerek bu veriyi, iddiasının temel taşı yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesi de üye devletlere meşru savunma hakkını tanıdığına göre Yunanistan, böyle bir tehdit karşısında adaları askerîleştirme hakkının doğduğunu ileri sürmektedir.
Yunanistan’ın ileri sürmüş olduğu iddialar karşısında Türkiye, adaların silahsızlandırılmasına ilişkin antlaşmaların geçerli olduğunu savunmuştur. Türkiye’nin görüşüne göre, Yunanistan’ın egemenliğine bırakılan, ancak, silahsızlandırılması kararlaştırılan adalara ilişkin antlaşmaların yapıldığı dönem şartları ile günümüz şartları arasında Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları, savunması açısından bir fark bulunmamaktadır. Yunanistan’ın ileri sürdüğünün aksine, Türkiye’nin Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin hazırlanışında şartların değişmiş olduğuna ilişkin görüşlerini, Yunanistan’ın sahip olduğu adalara uygulamak mümkün değildir. Gerçekten de, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Türk Boğazlarının Milletler Cemiyeti ve dört büyük devletin güvencesi altına konulmuş olması, söz konusu Yunan Adaları ile Türk Boğazları arasındaki statü farklılığını yansıtmaktadır. Bu bağlamda, 1930’ların ikinci yarısından itibaren uluslararası ve bölgesel gelişmelerin etkisini en fazla hissettirdiği konulardan birisi, Türkiye açısından, Boğazların etkin güvenliğinin ve savunmasının sağlanabilmesi konusu oluşturmuştur. Bu nedenle Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde öngörülen etkin güvencelerden yoksun kalma riski karşısında Boğazlardaki egemenliği ve Türkiye’nin güvenliğini garanti altına alabilecek yeni bir sözleşmenin yapılmasını imzacı devletlere bildirmiş ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi, esas olarak Türkiye’nin, Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını ve Türkiye’nin güvenliğini garanti altına almak amacıyla düzenlenmiştir. Kaldı ki Yunanistan, şartların değişmiş olduğuna ilişkin olarak bir girişimde bulunarak, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olan devletlerden adaların silahlandırılması yönünde yeni bir düzenlemeye gidilmesini ve onlardan bu yönde rıza beyanında bulunmalarını istememiştir.
Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini aldığı ve Türkiye’nin, Boğazları silahlandırmasına paralel olarak Yunanistan’ın da, Limni ve Semadirek adalarını silahlandırabilmesine imkân tanıdığına ilişkin olarak, T. R. Aras’ın, TBMM’de yapmış olduğu konuşmanın Türkiye’yi ne şekilde bağladığına ilişkin olarak oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Gerçekte, kişisel bir değerlendirme olup olmadığı tartışma konusu olan bu yaklaşımın Türkiye’yi bağlayabilecek bir nitelik taşıyabilmesi ve Yunanistan’a adaları silahlandırabilme imkânı sağlayabilmesi için her şeyden önce bütün imzacı devletlerin ortak iradelerinin bu yönde olması gerekir ki, bu durum gerçekleşmemiştir.
Türkiye açısından, Yunanistan’ın, adaları silahlandırırken ileri sürmüş olduğu, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni ortadan kaldırdığına ilişkin görüşleri bir an için kabul edilmiş olsa dahi, bu durumda Lozan Barış Antlaşması’nın 12. ve 13. maddelerinin hâlen yürürlükte olması, Yunanistan’a adaları silahsızlandırma yükümlülüğü getirmektedir. Kaldı ki Yunanistan’ın 1969 yılında bir Türk protestosuna verdiği cevapta “… Yunanistan’ın bu adaları silahlandırmama yükümlülüğünü ihlal etmediğini…” belirtmesi (Heraclides 2003: 216), onun bu yükümlülüğü kabul ettiğini göstermektedir.
2.Dünya Savaşı sonrasında uluslararası şartların değişmiş olması ve Türkiye ile Yunanistan’ın NATO savunma sistemi içerisinde yer almış olması da Yunanistan’a adaları anlaşmalara aykırı olarak silahlandırma hakkı vermemektedir. NATO Antlaşması’nın hiçbir hükmü de üyeleri arasında var olan herhangi bir askerden arındırma hükmünün düştüğü yolunda bir yoruma yer verir nitelikte değildir. Tam aksine, NATO Antlaşması’nın 8. Maddesi, taraflar arasında bu antlaşmaya aykırı hiçbir hükmün bulunmadığını bildirmek suretiyle, Türkiye ve Yunanistan’ın bu antlaşmaya katılmaları sırasında yürürlükte olan ilgili askerden arındırma hükümlerinin bir hukuksal çelişki doğurmadığını teyit etmiş olmaktadır.
Yunanistan’ın, Oniki Adaların silahlandırılması sırasında dayandığı görüşler de, Türkiye açısından kabul edilebilir nitelikte değildir. Gerçekten de Türkiye, 1947 Paris Barış Antlaşması’na taraf devletlerden biri olmamakla beraber, Lozan Barış Antlaşması’nın 16. maddesi uyarınca adaların daha sonra belirlenecek statüsünde, ilgili taraflardan biri olarak kendisi dışında alınacak bir kararla tespit edilecek olan statüyü önceden kabullenmekle yükümlenmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin, dolaylı olsa da Yunanistan’a karşı bu antlaşmanın hükümlerinden yararlanma hakkı bulunmaktadır. Ayrıca Yunanistan’ın 1947 Paris Barış Antlaşması’nı ihlal ederek Oniki Adaları silahlandırdığını ileri sürerken Türkiye, bu antlaşmanın uluslararası hukuk açısından objektif statü yaratmakta olduğu gerçeğine dayanmakta ve bu noktadan hareketle antlaşmayı imzalayan devletlerden biri olmamasına karşın, üçüncü devletlerin hak ve çıkarlarını korumak bakımından bu antlaşmalarda yer alan hükümlerin kendisi bakımından da ileri sürülebileceğini bildirmiştir.
Yunanistan’ın, adaları silahlandırma çabaları sırasında 1974 sonrası dönemde sıklıkla vurgulanan, BM Antlaşması’nın 51. maddesinde düzenlenmiş bulunan meşru savunma hakkı da hukuksal açıdan Yunanistan’a adaları silahlandırma hakkı tanımaktan uzaktır. En başta, BM Antlaşması’nın 51. Maddesi, meşru savunma hakkının bir doğal hak olduğunu kabul ettikten sonra bu hakka başvurma şartlarını düzenlemektedir. Bu koşullardan birincisi, meşru savunma hakkının ancak silahlı bir saldırıya uğranıldığı zaman kullanılabileceğidir. Dolayısıyla, tehdit gerekçesi ile meşru savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir. Kaldı ki, meşru savunma hakkının niteliği, bunun bir silahlı saldırıya yine silahlı cevap verilmesi biçiminde ortaya çıkmasını gerektirmektedir. Böyle bir saldırı olmadan, meşru savunma hakkı fiilen kullanım dışı bulunduğundan, adaları silahlandırma işleminin de bir meşru savunma eylemi olarak değerlendirilmesi imkânı yoktur. Diğer yandan, fiilî bir saldırının olması durumunda bile, silahlı cevap vermenin gerekmediği bir duruma ulaşılması ile meşru savunma hakkı da sona ermektedir. Bu konuda Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 9. maddesi hükmünde taraflara şu yükümlülük getirilmektedir:
“Eğer savaş durumunda Türkiye ya da Yunanistan, savaşan devlet haklarını kullanarak yukarıda belirlenen askerlikten arındırılmış duruma bir değişiklik getirmiş olurlarsa, barış yapılır yapılmaz işbu sözleşmede öngörülen rejimi yeniden kurmak zorunda olacaklardır.”
Ege Denizi’nde, Yunan egemenliğinde olan adaların, bu adaların statülerini düzenleyen antlaşmalara aykırı olarak askerîleştirilmesi/silahlandırılması, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında gerginleşen ikili ilişkiler bağlamında, yoğun tartışmalar ve hızlı bir silahlanma yarışına öncülük etmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında ilişkilerde gündeme ağırlığını koyan sorunlara; barışçıl, adil ve kalıcı bir çözüm yolunun bulunamaması, güvensizliği artırmakla kalmamış, beraberinde iki ülke arasındaki sorunların ancak olası bir savaşla çözümlenebileceği kanısını yaygınlaştırmıştır. Nitekim bunun sonucunda Türkiye, NATO’ya tahsis etmiş olduğu silahlı kuvvetlerinin dışında, yeni bir silahlı kuvvet oluşturmuş ve Ege Ordusu (Dördüncü Ordu) olarak adlandırılan bu kuvvetler, Ege Bölgesi’nde konuşlandırılmışlardır. Amfibi deniz harekâtlarını yapabilecek yetenekte olan bu kuvvetler, Yunanistan’da, Türkiye’nin kendisine yakın olan Yunan adaları üzerinde hak iddiasında bulunduğu ve bu adaları elde edebilmek için uygun zamanı beklemekte olduğu spekülasyonlarının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Buna karşılık Türkiye, 1960’ların başından itibaren adaları antlaşmalara aykırı olarak silahlandırmaya başlayan Yunanistan’ın aksine, Ege Ordusu’nu 1975 yılında kurmuş olduğunu açıklayarak, Türkiye’nin, Yunanistan’ın egemenliğinde olan hiçbir toprak parçası üzerinde isteği bulunmadığını, aksine, Yunanistan’ın söz konusu adaların statülerini karara bağlayan uluslararası sözleşmelere aykırı olarak, iki ülke arasında kurulmuş olan dengeyi kendisi lehine değiştirmeye çalıştığını ileri sürmüştür.
Gerçekten de sürekli bir “Türk tehdidi”nin var olduğu iddiaları ve silahlanma çabaları, Yunanistan’ın egemenliği altındaki adaları ve özellikle stratejik konumu açısından öncelikli olan adaları, antlaşmalardaki statülerini göz ardı ederek silahlandırmasına kolaylık sağlamıştır. Muhtemel bir Türk-Yunan savaşı sırasında; savaşın niteliğinin genel olarak hızlı ve kara savaşından daha fazla, kesin sonuç almaya yönelik, hava kuvvetlerinin ağırlıklı olarak kullanılacağı ve füze sistemlerinin büyük önem taşıyacağı açıktır. Böylesi bir durumda, Ege Denizi’ndeki Yunan adalarının çokluğu ve dağınıklığı, Türk kıyılarına yakınlığı, bu adalara stratejik bir önem kazandırmakta ve Türkiye açısından ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü yönünden sürekli olarak göz önünde bulundurulması gereken bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak verdiğimiz bilgiler göstermektedir ki batı sahillerimizin dibinde yer alan ve Lozan ve Paris Antlaşmaları hükümlerine aykırı olarak silahlandırılmış durumdaki bu adalar, Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Yunanistan, son yıllarda Ege Denizi’nde bulunan, antlaşmalarda Yunanistan’a devrine ait hüküm bulunmayan çeşitli adacık ve kayalıklara da sahiplenmeye çalışmakta, mevcut durum, Ege’deki diğer sorunlara da yansımaktadır. Yunanistan, söz konusu adaları silahlandırmakla, bu adaların kendine devrini sağlayan antlaşmaları açık bir şekilde ihlal etmektedir. Bu durum doğal olarak belirtilen antlaşmalarla gerçekleşen hâkimiyet devrinin de sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. Antlaşmalara aykırı olarak Yunanistan tarafından gerçekleştirilen bu ihlaller sona ermezse, Türkiye’nin belirtilen adaların aidiyeti konusunu tartışmaya açması yerinde bir karar olacaktır.
Kaynakça
Anderson, M.S, 1966, The Eastern Question 1774-1923, London.
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 1992, C.I, Kültür Bakanlığı, Ankara.
Dakin, Dauglas, 1962 “The Diplomacy of the Great Powers and the Balkan States 1908-1914”, Balkan Studies, III /2.
Dakin, Dauglas, 1972, The Unitication of Greece 1770-1923, London.
Erim, Nihat, 1953, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, C.I, Ankara.
Erkin, Feridun Cemal, 1980, Dışişlerinde 34 Yıl, C.I, Ankara.
Gn. Kur. ATASE Başkanlığı, 1981, Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, Osmanlı Devri, Osmanlı- İtalyan Harbi,1911-1912, Ankara.
Grey, Edward, 1925, Twenty-Five Years 1892-1916,C.I, New York.
Hayta, Necdet, 2006, Ege Adaları Sorunu -1911’den Günümüze-, Ankara.
Helmreich, Ernst C., 1938, The Diplomacy of the Balkan Wars 1912-1913, Cambridge.
Howard, Harry N., 1966, The Partition of Turkey 1913-1923, New York.
Mehmed Nabi & Rumbeyoğlu Fahreddin, 1334, Trablusgarp, Bingazi ve Cezair-i İsnaaşer Meseleleri, İstanbul.
Meray, Seha L., 1969, Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Takım:1, C:1, Kitap:1, Ankara.
Meray, Seha L., 1970, Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Takım:1, C:1, Kitap:2, Ankara.
Meray, Seha L., 1973, Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Takım:2, C:1, Kitap:1, Ankara.
Pazarcı, Hüseyin, 1986, Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, Ankara.
Pazarcı, Hüseyin, 1986, “Lozan Antlaşması’ndan 1974’e Kadar Ege’ye İlişkin Gelişmeler ve Yunanistan’ın Ege Politikası”, Üçüncü Askerî Tarih Semineri, Gn. Kurmay yay. Ankara.
Soysal, İsmail, 1989, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, C.I, Ankara.
Şimşir, Bilal, 1989, Ege Sorunu, C.I, Ankara.
Şimşir, Bilal, 1990, Lozan Telgrafları, C.I, Ankara.
Turan, Şerafettin, 1965, Rodos ve 12 Ada’nın Türk Hâkimiyetinden Çıkışı, Belleten, XXIX/113.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, 1985, C.4, Ankara.
Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, 1989, C.I, Ankara.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, 1983, Osmanlı Tarihi, C.II, Ankara.